24 Mart 2020 Salı

ÜLKÜ ERAKALIN


AŞK FİLMLERİNİN REKORTMEN YÖNETMENİ:  24 Nisan 2016
Yeşilçam filmleri aynı zamanda birer İstanbul belgeseli gibidirler. Eski İstanbul’un hemen hemen her köşesinde çekilen filmlerde, o güzellikleri yeniden yaşarız. Bazı filmler de vardır ki, Yeşilçam’ın neredeyse bütün unutulmaz yüzlerini bir arada görürüz. Birer yıldızlar geçidi gibidir o filmler. Starlara, esas kızlara, esas oğlanlara eşlik eden Yeşilçam’ın bildik, tanıdık, unutulmaz yüzleri... Hulusi Kentmen, Vahi Öz, Aliye Rona, Bedia Muvahhit, Nubar Terziyan, Mürvet Sim, Mualla Sürer, Sami Hazinses, Semih Sezerli... Eski İstanbul’u ve unutulmayan yüzlerin yer aldığı filmleri düşündüğüme ilk aklıma gelen isimlerden biri, Yeşilçam’ın rekortmen yönetmeni Ülkü Erakalın’dır. Müzisyen, gazeteci, sinemacı...
Yeşilçam’ın en fazla film çeken yönetmeni Ülkü Erakalın, 9 Temmuz 1934 yılında müzisyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Klarnet ve saksafon çalan babası, annesinin kanto ve düetlerine eşlik ediyordur. Musik-i Hümayun’da okumuş olan babası İstanbul’a Malatya’dan gelmiştir, 1900’lü yılların başında. Annesi de Yunanistan muhaciri tiyatrocu bir ailenin kızıdır. Annesinin ailesi Galata’daki Amerikan Tiyatrosu’nun da sahipleridir. Anne kantolar ve düetler söylerken, baba da müzik çukurundan eşlik eder ona. Birlikte müzik yapan bu iki genç birbirlerine âşık olmuşlardır.
Ülkü Erakalın çocukluk ve sinema anılarının bir kısmını “Film Karelerine Gizlenen Anılar” adını verdiği kitapta topladı. Ardından “Yeşilçam’dan Son Yapraklar”, “Direklerarası’nın Son Direkleri” ve “Fotoğraflar Siyah-Beyaz Anılar Renkli” adlı anılarla dolu kitapları yayınlandı. Kitaplarında da, filmlerindeki gibi Yeşilçam’ın ve tiyatronun unutulmayan yüzlerinin siyah beyaz yıllardan bu günlere akan onlarca renkli anısı yer alıyor.
O yıllarda tanır, İsmail Dümbüllü’leri, Hamiyet Yüceses’leri, Müzeyyen Senar’ları, Safiye Ayla’ları... Çocukluğunda tuluat tiyatrolarında, operetlerde, bahçe sinemalarında yaşadıkları sanat tutkusunu ve müziğe ilgisini daha da arttırır: “Babam Tepebaşı Bahçesi’nde Alabanda Opereti’nde müzisyen olarak çalışıyordu. Kimler yoktu ki ekipte... Safiye Ayla sahneye dekordaki kocaman bir portakal diliminin içinden çıkıyor. ‘Mandalina portakal, gel bu gece bizde kal’ şarkısını söyleyip dans ediyor balerin kızların arasında. Sonra Muammer Karaca, Tevhid Bilge ve Hazım Körmükçü gibi sanatçılar ‘Alabanda’ şarkısını okuyan Safiye Ayla’ya eşlik ediyorlar.”
O günleri anlatırken, “Çocukken ninniler söylenir ya, benim ninnilerim de operetlerdi. Babam çalar, annem söylerdi. Çok ilginç bir çocukluğum oldu benim. Doğumdan sanatın içine düştüm” diyordu.
İlkokul öğretmeni Nazıma Cüda, içindeki müzik tutkusunu fark etmiştir. Konservatuarda okuması için teşvik eder. Konservatuardaki hocaları ve okul arkadaşları da ünlü isimlerdir. Yeşilçam’ın ünlü aktörü Muzaffer Tema flüt hocasıdır. “Keman ve piyano çalmaya başladım önceleri. Piyano hocam Erkin Koray’ın annesi Vecihe Koray’dı. Okuldaki ağabeylerimiz arasında bugünün büyük isimleri vardı. Örneğin Şerif Yüzbaşıoğlu, Şefik Uyguner, Hamdi Değirmencioğlu ve Turgut Dalar bunlardan sadece birkaçıydı.”
Okulda çıkardıkları duvar gazetesinde, hocası Muzaffer Tema ile yaptığı söyleşi yer alır. Yazıyı okuyan Muzaffer Tema, Ülkü Erakalın’a “Bana kalırsa senin müziğe değil de sinemaya, tiyatroya hatta öncelikle gazeteciliğe hevesin var. Benim için yazdığın bu yazı son derece başarılı. Seni bir yere göndersem benim için bir yazı daha yazar mısın?” der. Eli ayağına dolaşır Ülkü Erakalın’ın. Muzaffer Tema’nın eline tutuşturduğu kart ile Bab-ı Ali’nin yolunu tutar. “O yılların en ünlü sinema dergisi Yıldız’ın Yazı İşleri Müdürü Sezai Solelli’ye gidiyorum. Ve bir kaç hafta sonra yazdığım ilkyazı Yıldız dergisinin sayfaları arasında yer alıyor.”
Okul bitince, gazeteciliğin yanı sıra müzisyen olarak da çalışmaya başlar. Gazetecilik yaptığı dönemde sanat dünyasından birçok ünlüyle tanışır ve yakın dostluklar kurar. O günlerde tanıdığı Memduh Ün ve Muhterem Nur hayatında önemli bir dönüm noktası oluşturur. “Yeşilçam Sokağı”ndaki serüveni başlar Ülkü Erakalın’ın. “Üç Arkadaş filmiyle ünlenen Muhterem Nur’la yapmış olduğum söyleşi, Memduh Ün’le tanıştırdı beni. Bab-ı Ali’den geri kalan boş zamanlarımı Yeşilçam Sokağı’ndaki Yakut Film yazıhanesinde geçirmeye başlamıştım. Memduh Ün bana inanmış ve sinemaya olan tutkumu sezmiş olacak ki, bir gün ‘Ateşten Damla filminde bana asistanlık yapar mısın?’ diye sordu. Bir de ‘ilk çalışmalarda para alamayacaksın, sana sinemayı öğreteceğim’ demişti. O kadar seviyormuşum ki sinemayı, para kazanmaya ihtiyacım olduğu halde, düşünmeden kabul ettim teklifini. Memduh Ün’le yaptığım iki filmden sonra bir şeyler öğrenmiş olacağım ki, sırasıyla Orhan Elmas, Dr. Arşavir Alyanak ve Hulki Saner’den asistanlık teklifleri aldım. Bu iki yılım, dört yönetmenin yanında çalışmakla geçti.”
Ülkü Erakalın, kendisini hiçbir zaman sadece yönetmen olarak tanımlamadığını, müzikten sinemaya kadar sanatın birçok alanında çalışmalar yaptığını, açtığı fotoğraf sergileriyle, film gösterileriyle, çeşitli etkinliklerle sinemaya olan vefa borcunu ödemeye çalıştığını söylüyordu.
Yeşilçam’ın en fazla film çeken yönetmeni olması ve filmlerinin Türk sinemasına zarar verdiği yönündeki ağır eleştirileri de şu cümlelerle yanıtlıyordu: “Yaptıklarımdan pişman değilim. O dönem öyle gelişti. Her filmde bir emek var. Örneğin Türkan’ı (Şoray) isteyen işletmeci ‘filmi mutlaka Ülkü çekecek’ derdi. Çok büyük iş yapıyordu filmler. Ondan sonra adımız aşk filmlerinin yönetmenine çıktı. Benim bir iddiam yok. Halk, karşılaştığımız insanlar ‘nerede sizin o eski siyah beyaz filmleriniz, nerede o eski oyuncular’ diyor. Kararı sinema tarihi versin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder