28
Ağustos 2016
Yönetmen
Sırrı Gültekin hocamızın Türk sinemasına oyuncu kazandırma konusunda
azımsanmayacak bir katkısı vardır. Bu da neredeyse Bakırköylü olmakla
özdeşleşmiştir. Bakırköylü olmanın Yeşilçam’da ayrı bir yeri vardır. Birçok
sinemacı Bakırköylüdür ve öncüleri, onları sinemaya kazandıran da Sırrı
Gültekin’dir. Göksel Arsoy’un da sinema oyuncusu olmasında önemli pay yine Sırrı
Gültekin’indir.
15 Mart
1936’da doğan Göksel Arsoy’un çocukluğu Kayseri’de geçer. Babası Kayseri Hava
Üssü’nde görevlidir. “Çocukluk yıllarım neşeli, zevkli ve hep spor içinde
geçti. Çünkü Kayseri Hava Üssü bir spor cennetiydi. Ayrıca Amerikalı pilotlar
da olduğu için, onlara gelen son yılın filmlerini de biz Türkiye’de beş sene
önce seyrediyorduk. O tabii çok büyük avantajdı. O sıralar içimde bir pilotluk
aşkı vardı. Dayanılmaz bir arzuydu bu. Liseyi Haydarpaşa Lisesi’nde okudum.
Bitirdikten sonra Hava Harp Okulu’na girmek istedim. Maalesef ailem buna itiraz
etti ve engel oldu. İktisat Fakültesi’ne girdim. Orada okurken hiç değilse
uçaklara yakın olayım diye havaalanında bir İngiliz şirketinde çalışmaya
başladım.”
1960’lı yılların “Altın Çocuk”u Göksel Arsoy, üniversite yıllarında
havaalanında çalışırken Halk Film’in sahibi Fuat Rutkay’ın dikkatini çeker.
Aynı günlerde kendisini Bakırköy’den tanıyan Sırrı Gültekin’in de dikkatini
çekmiştir. Fuat Rutkay, Sırrı Bey’e “Havaalanında bir genç var, harika bir çocuk”
der. Sırrı Bey de Fuat Rutkay’a Bakırköy’de bir genç var, o da harika” der.
İkisinin de sözünü ettiği “harika çocuk” Göksel Arsoy’dur. Yeşilçam’a gelir.
İlk filmi Kara Günlerim’dir.
“Sonra Yaprak
Dökümü, Kelepçe, Ham Meyve ve Taş Bebek’de oynadım. Bu filmler büyük ilgi
gördü. Pesen Film’e, rejisörlüğünü Nevzat Pesen’in yaptığı Samanyolu’nu çektik.
İşte benim patlayışım Samanyolu’yla oldu. Yıldız oldum.”
Samanyolu
filmi büyük iş yapar. Belgin Doruk’la ikili oluştururlar ve birlikte başka
filmlerde de oynarlar. 1961 yılında yapımcılık yapmaya başlar. Kızgın
Delikanlı, Şehirdeki Yabancı, Şafak Bekçileri gibi önemli filmlerin de olduğu
12 filmin yapımcılığını da yapar Göksel Arsoy, Göksel Film olarak. 1966 yılında
yine Göksel Film adına Altın Çocuk’u çekerler.
“Dönemin zevklerinin, dünyadaki sinema olayının değiştiğinin ilk farkına
varanlardanım. O yıllarda James Bond, Sean Connery bütün dünya sinemalarını
altüst etti. Güzel kadınlar, güzel mekânlar, hareket... Ben ilk Altın Çocuk
Londra’da filmini çektim James Bond tarzı. Çok büyük ilgi gördü, büyük sükse
yaptı. Arap ülkelerine sattık o filmi. Oralarda da büyük ilgi görünce
co-production teklifleri geldi. Altın Çocuk Beyrut’ta, Orta Şark Yanıyor, Altın
Avcıları filmlerini yaptım. Bunlar Altın Çocuk serisiydi. Döneme uygun,
enteresan filmlerdi. Benim karşımda hep Lübnan, Irak, Mısır, Kuveyt artistleri
oynuyorlardı. Beyrut’a, Kahire’ye, Bağdat’a gittiğim zaman çok büyük ilgi
görüyordum, herkes tanıyordu. En büyük projeyi 1968 yılında yapmaya
kalktığımızda, Türk, İtalyan ve Arap ortaklığı olacaktı, maalesef Lübnan harbi
çıktı. Arap âlemi karıştı, olay gecikti ve çöktü. Sinemada da büyük bir sıkıntı
başlamıştı. Bunu da gördüğüm için 1968 yılında sahneye de çıktım. Sahnede 14
yıl kaldım, dile kolay.”
Sahneye hazırlanmak
için dersler alır, gece gündüz çalışır Göksel Arsoy. Bu konuda da şanslıdır.
Türk Müziği’nin önemli bestecilerinden Yesari Asım Arsoy’un yeğenidir. Aileden
gelen bir gelenek de vardır. “Amcam bana çok emek verdi. Onu hep yâd ediyorum.
Ayrıca benim hayatımı değiştiren önemli iki insana bu vesileyle bir kere daha
teşekkür etmek isterim. Beni sinemaya getiren rejisör Sırrı Gültekin’e ve beni
müzik âlemine takdim eden Fahrettin Aslan’a. Ben vefalı insanım, hayatta
vefasız insanları da sevmem. Sonra sinema ve sahnedeki krizin başlayacağını
hissettiğim için ve yaşadığım çizgiyi kaybetmemek için, sorumluluklarımı da
idrak ettiğimden oturup ciddi olarak düşünmem gerekiyordu. Sinema ve sahnedeki
krizin beni zor durumda bırakabileceği ve bir şeyler gerektiği düşüncesi her
geçen gün çoğaldı. Sahnede çok para kazanıyordum, buna rağmen 1981 Ocak ayında
‘sinemayı da sahneyi de bırakıyorum’ dedim. Kendi adıma şirketlerimi kurdum.
Göktaş Şirketler Grubu olarak reklamcılık ve sigortacılık alanlarında çalışmaya
başladım. Bundan sonra bana gelen film ve dizi tekliflerini de, beni bugünlere
getiren esas işim olduğu için saygıyla karşılayıp bütün davetlere icabet ettim.
Ama ince eleyip sık dokuduğum için, ‘uymadı bana’ dedim. Böyle yıllar geçti.
Bütün zamanımı ticari işlerime ayırdım. 1996 yılında Osman Seden’le
görüşmelerimiz olmuştu. Bir dizi çekeceğini, olayın tamamen bana göre
ayarlandığını söyledi. Senaryo da hoşuma gitmişti. 96 Eylül’ünde Mirasyediler
adlı diziyi çektik. İnsan böyle yıllar geçip tekrar bir teklif geldiğinde iyi
şeyler yapmak istiyor. Ben oynamış olmak için kabul edebilecek yapıda değilim.
Benim bu güne kadar halka bir takdimim var, bu pozisyonu kaybedemem. İşlerimi
de yoluna koyduğum için para problemim yok. O yüzden çok hassas
davranıyorum.”
Göksel Arsoy
1961 yılında evlenmiş, İktisat Fakültesinden tanıdığı eşiyle. “Armut dibine
düşermiş. Oğlum Gökhan Arsoy da dizilerde oynuyor.” Sinemanın krize girme
nedenini, 70’lerden itibaren televizyona karşı koyamamak olarak açıklıyor
Göksel Arsoy. “Karşı koyamayınca en kolay yolu seçtiler. En kolay yol da seks
filmleriydi. Seks filmlerine dönünce de aileyi kaybetti. Çöküntü oradan oldu.”
Kendi dönemlerinde daha amatör bir ruh olduğunu, o yılların güzel yıllar
olduğunu söylüyordu Göksel Arsoy.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder