24 Mart 2020 Salı

SEN TÜRKÜLERİNİ SÖYLE


 09 Ekim 2016
Ülkenin yakın geçmişi ‘on yılda bir’ yapılan askeri müdahalelerin, darbelerin yaşandığı büyük altüst oluşlar, acılar, sarsıntılar yaşatan süreçlerle anılıyordu. 12 Eylül darbesinden bu yana 36 yıl geçmesine rağmen bugün de darbe koşullarında yaşamayı sürdürüyoruz. 12 Eylül AKP iktidarıyla sürüyor. Karşı devrim içinde karşı devrim yaşıyoruz sürekli. Fethullahçı darbe girişiminin ardından devletin tüm kurumlarını elinde bulunduran iktidar KHK’lerle ülkeyi cehenneme çevirmeyi sürdürüyor. Öğretmenler, akademisyenler görevden alınıyor, yazarlar, gazeteciler hapse atılıyor, muhalif gazeteler, televizyonlar kapatılıyor. Darbe girişimini fırsat bilen tek adam ve iktidarı karşı devrimini sürdürüyor.
12 Mart darbesi edebiyat ürünlerinde romanda, şiirde karşılığını bulurken, sinemada ertelenmiş, uzak durulmuş bir sorun olarak kalmıştı. 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan süreç sonrasında ise yaşananlar sinemada karşılığını bulur. 1986 yılından itibaren, sonrasında 12 Eylül filmleri olarak tanımlanan filmler, çekilmeye, arka arkaya gösterime girmeye başlar.
12 Eylül darbesiyle başlayan 1980’li yıllar (ve sonrası da) belleklerin silindiği bir süreç olarak geçer tarihe. Unutma, yok sayma, sonraki tarihlere erteleme eğilimi sinemada başlangıçta geri çekilme, içine kapanma olarak yansıyıp uzun süreli bir suskunluk yaşansa da bu sıkıntılı/sancılı süreçte 12 Eylül darbesinin yarattığı ‘yeni durum’u ilk dillendiren, perdeye yansıtan Sen Türkülerini Söyle (1986) filmiyle Şerif Gören olur. Zeki Ökten’in Ses (1986) ve Zeki Alasya’nın Dikenli Yol (1986) filmlerinin eklenmesiyle 12 Eylül Filmleri tanımlaması yapılır. Sonraki yıllarda çekilen başka filmler de bu sınıflandırmanın içine yerleştirilir.
Bu ilk üç filmde anlatılan, daha sonra çekilen başka filmlerde de göreceğimiz ‘eve dönüş’ öyküleridir. 12 Eylül’le birlikte hapse girmiş devrimcilerin hapisten çıktıklarında karşılaştığı ‘yeni toplum’ ve dışarıda bıraktıkları arkadaşlarının, yakınlarının bu yeni toplum içerisindeki değişimleri, yabancılaşmaları, çatışmaları anlatılır. Bütün bu filmlerde bir dönemi ‘çözme-açıklama’ çabasının olması dışında 12 Eylül hesaplaşmasının ‘daha sonra’ya bırakıldığı söylenebilir.
12 Eylül filmlerine, bir süreci konu eden filmler olarak bakıldığında, 12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde yaşanan olayları anlatan filmler de bu bağlamda ele alınabilir. Sen Türkülerini Söyle filmiyle başlayan, farklı tarih aralıklarıyla Bu Son Olsun (2012) filmine dek süren 12 Eylül filmleri, yaşanan toplumsal dönüşümlere paralel özellikler içeriyordu.
HAYRİ’NİN HAYAL KIRIKLIĞI
Yedi yıl cezaevinde yatan, Hayri’nin (Kadir İnanır), af yasasıyla dışarıya çıktıktan sonra ailesiyle ilişkisi ve sol ideolojiden kopan eski dava arkadaşlarıyla geldiği yol ayrımı anlatılır. Hayri, dışarı çıktıktan sonra hiçbir şeyin aynı olmadığını anlar. Eski mücadele arkadaşlarının yozlaştığına tanık olur. Konya’ya sürgüne gider. 
Eve dönüşünde annesi ve kız kardeşi tarafından acıyı da, yılların burukluğunu da içeren bir sevinçle karşılanır. Babası politik eylemlere karışmış olduğu için onu evlatlıktan reddetmiştir, onunla konuşmaz ama annesi aracılığıyla cep harçlığı verir. Hayri’nin ailesiyle, babasıyla ilişkisi darbenin insanların hayatlarını nasıl etkilediğini, değiştirdiğini gösterir. Hayri’yle konuşmayan baba, “Ona polise teslim ol dedim, dinlemedi. Dik kafalı işte ne olacak. Onun yüzünden mahalleye çıkamaz olduk. Tabii evlatlıktan reddederim,” diye oğlunu suçlar. Baba ‘mini devlet aile’de devlet’i temsil ettiğinden onun sözünü dinlememek devlete karşı çıkmaktır.
Akrabaların geçmiş olsun ziyareti Hayri’ye cezaevinde olduğu yıllarda pek çok şeyin değişmiş olduğunu gösterir. Yapılan sohbetler 1980’lerde Türkiye’de yaşanan kimlik/bilinç değişimini gösterir.  
 “Eski solcu”ların kırpıp kırpıp reklamcı yapıldığı yıllardır. Medya da elverişli hale getirilmiştir bu ‘değerlendirme’ için. Arka arkaya yayımlanan kadınca ya da erkekçe dergiler uygundur bunun için; merkez medyaya geçişin de basamağını oluşturur. Yeni dünya düzeninin yükselen değerleri, bu medya üzerinden bir toplum mühendisliği uygulaması olarak sürdürülür. 
Geçmişinden, geçmiş değerlerinden, gelecek düşlerinden, ‘eski’ ideolojisinden kurtulmak ve ‘sistemin uyumlu insanına’ dönmek isteyen 80 öncesinin ‘bazı hızlı devrimcileri’ de geçer bu uyumlulaştırma yollarından. Filmin ana temasını da asıl bu dönüşüm oluşturur. Halil de dava arkadaşlarının 12 Eylül sonrası Türkiye’deki yeni düzene uyum sağladıklarını, geçmişle tüm bağlarının koptuğunu görür. Onlarla olan bütün bağlarının koptuğunu anlayan Hayri büyük bir hayal kırıklığı yaşar.
İşkence filmde ağırlıklı bir yer tutmasa da sık sık geriye dönüşlerle işkence hatırlatması yapılır. Hayri geceleri işkence kâbusları görerek uyanmaktadır. İşkence karanlık bir koridorda gözleri bağlı işkenceye götürülen bir adam ve çığlık motifiyle yer alır filmde. 
Annesinin Hayri’ye “Sana bir kötülük yaptılar mı oğlum, sana bir zarar verdiler mi? Hep dedim, Hayri’me bir kötülük yapsınlar bak ben neler yaparım,” sözleri üzerine iki kişinin Hayri’yi gözleri bağlı olarak bir odaya soktuklarını görürüz. İçeriden bağırtılar gelir. Fiziksel şiddetin varlığı bu sahnelerde açıkça olmasa da ortaya konulur. Bu sahneler film boyunca birkaç farklı yerde tekrar gösterilir.
Sen Türkülerini Söyle
Yönetmen/Senaryo: Şerif Gören
Oynayanlar: Kadir İnanır, Sibel Turnagöl, Tunca Yönder, Merih Fırat, Şerif Gören, Aytaç Öztuna, Levent Dönmez, Muadelet Tibet, Kutay Köktürk, Sibel Hotin, Hale Akınlı, Nuri Tuğ, Coşkun Göğen, Ümit Yesin, Bülent Bilgiç, Erdinç Akbaş, Pekcan Koşar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder