SİNEMANIN BÜYÜLÜ DÜNYASINDAN ÇİÇEKLERİN RENKLİ DÜNYASINA 04 Eylül 2016
Pervin Par
Türk sinemasının unutulmayan yüzlerinden, önemli oyuncularındandır.
Çocukluğunda rüyalarına giren, tutkuyla bağlandığı sinema oyunculuğuna Muradın
Türküsü gibi önemli bir filmle başlamış, Haremde Dört Kadın, Hudutların Kanunu,
Gurbet Kuşları gibi iyi filmlerde oynayarak “iyi filmlerin iyi oyuncusu” olarak
ünlenmişti. 50’li yılların ikinci yarısında Muhterem Nur ve Belgin Doruk’la
birlikte en çok aranan başrol oyuncusu olmuş, bu ününü 60’lı yıllarda da
sürdürmüştü. Filmlerinde genellikle “masum kız”, “çile çeken kız”dı. O döneme
ait fotoğraflarına baktığınızda da size bu duyguyu veriyor, bunu
çağrıştırıyordu. 1939 yılında Bursa’da doğan Pervin Par’ın çocukluğu İzmir’de
geçmiş. Gerçek adı Pervin Doyum. Çocukluk yıllarında başlamış sinema tutkusu. Öyle
bir tutku ki çocuk yaşlarda, bu isteğine karşı çıkan ailesine rağmen evden
kaçıp İstanbul’a gelecek kadar güçlü. Hiçbir yeri bilmiyor, hiç kimseyi
tanımıyordur İstanbul’da.
(1939 - 2015) |
Pervin Par çocuk yaşlarda bir fotoğrafçıda, Foto Can’da çalışmaya başlar. Fakat
aklı fikri sinemadadır. “Ben sinema oyuncusu olacağım” diye tutturur. Ailesi
kesinlikle karşı çıkar bu isteğine. Pervin Par’ın gözü karadır, cesurdur.
Rüyalarına giren bu tutkusunu gerçekleştirmek için İstanbul’a gelir. “Artist”
olmak için evden kaçmıştır. Üstelik 70’li yıllarda çokça tanık olduğumuz,
insanların artist olmak için evlerinden kaçtığı, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da
aldığı yıllar değildir henüz. Tabii ailesi evlatlıktan reddeder, uzun süre
konuşmaz. “Çok gençtim. Foto Can’ın oğlu vardı, onunla birlikte İstanbul’a
gittik. O da sinemacı olmak istiyordu. O olamadı, geri döndü sonra.”
Gözü
karalığının yanı sıra oldukça da şanslıdır Pervin Par. O yıllarda yayınlanmakta
olan Artist dergisini edinir ve görüşmeye gider. Derginin sahipleri Arif
Hanoğlu ve Kadri Yurdatap’tır. Görüşmeye gittiğinde gazeteci Lütfi Gökmen de
oradadır. “Ben artist olmak istiyorum” der.
“Lütfi Gökmen
şöyle bir baktı, ‘çok şanslısınız’ dedi. Duru Film bir film yapacakmış, yeni
bir yüz arıyorlarmış. ‘Seni oraya götüreyim, beğenirlerse olur’ dedi. Orada
Atıf Yılmaz gördü beni, ‘tamam’ dedi. Müthiş bir şans, inanılmaz bir şans.
İstanbul’a gittiğimden 1-1,5 ay sonra ben filme başladım. İlk filmim Gelinin
Muradı’dır.”
Arka arkaya
Muharrem Gürses’in filmlerinde oynar. O sıralar Muharrem Gürses melodramları
çok iş yapmaktadır. Pervin Par’ın oynadığı filmler de iyi iş yapar.
“Sinemaların kapıları kırılıyordu derler ya, o filmler öyle iş yaptı. Ben yeni
bir tiptim ya da o tiplere çok iyi oturmuştum bilemiyorum. İlk filmden itibaren
‘Pervin çok iyi oyuncudur’ denmeye başlandı. Ben bir yanlış yaptım. Birdenbire
parlamış, iyi bir çıkış yapmışken geriye çekildim. Sonra tekrar yoğunlaştı
sinema. Özellikle iyi filmleri kovalardım. Artist mecmuasının sahipleri
değişmişti. Yanılmıyorsam Recep Ekicigil almıştı. Gurbet Kuşları’nı yapacaklar
Ekicigil’ler. Rejisöre ihtiyaçları var, karar veremiyorlar. Ahbaplık
ediyorsunuz insanlarla. Ben ‘bunu Halit Refiğ’ yapar diye atıldım ortaya. Halit
benim bir iki filmimde reji asistanıydı. Bir nevi baskı yaptım, zorladım filmi
Halit’e vermeleri için ve çok da iyi oldu.”
Pervin Par bütün naifliğine, kırılganlığına karşın aklına yatmayan her şeye
başkaldırır, mücadele eder. Yalnız kalmaktan korkmaz, tek başına ayakta
kalmanın mücadelesini verir hayatı boyunca. “Bu benim tercihimdi, insanlar
zorlamadı buna beni. Zor oldu ama başardım.”
İstanbul’da
yaşamak, ayakta kalmak zordur. Yıldız olsanız da zordur bu, çoğu zaman. Yarın
güvenceniz yoktur. Pervin Par da sinema krize girdiği dönemlerde zorlu günler
yaşar. Sahneye çıkmak zorunda kalır. “Geçinmek mecburiyetindeydik. Ben önemli
bir birikim de yapamamıştım ama kendimi geçindirebiliyordum. Bugün geçinecek
param vardı ama altı ay sonra ne olacak endişesiyle yaşıyordum. Bunu bütün
arkadaşlar yaşadı. Bugünkü imkânlar yoktu, çok arkadaşımız vasat bir hayatın
içindeydi. Benim arabam yoktu, sete dolmuşla ya da taksiyle gidiyordum. Zaten
birikimim olsaydı ben sahneye çıkmazdım. Sahneye kendimi göstermek, ‘aman ne
hoş kadın’ dedirtmek için çıkmadım ki. Kimseye muhtaç olmadan, ‘benim yaptığım
bu, ne verirsiniz’ pazarlığını yaparak yaşadım. Bu büyük bir özgürlüktü, ayakta
kalabilmenin mücadelesiydi. Yaşamak mecburiyetindesiniz. Sinemadan
tanınıyorsunuz zaten, teklif de geliyor. Tekrar gidip kasiyerlik falan
yapamazsınız. Maksim Gazinosu’nda başladı sahne. Sinemadan iyi teklifler,
yeterli teklifler gelse niye çıksın ki insanlar sahneye. Birçok arkadaş bunu
yaptı. Sinemada krizin başlangıcıydı sanıyorum. Hayatınızda sizi finanse edecek
erkek yoksa siz ancak geçinirsiniz. Ben de kendimi hiç finanse ettirmedim. Ben
biraz özgürlüğüme düşkünüm, biraz dik kafalıyım, kendi doğrularım vardır. Sonra
Ankara’dan bir teklif gelmişti, oraya yerleştim. Uzun sürdü Ankara’da sahne
çalışmam ve orada bıraktım sahneyi. İstanbul’a döndüm tekrar.”
Çalışmak zorundadır.
Bir - iki filmde ikinci rollerde oynar. Sinemada her şey değişmiştir. Bu onu
mutsuz eder. “Hayır, ben bunu yapamam dedim. Çok şey değişmişti. Bizim
dönemimizde müthiş bir saygı vardı. Rejisör o setin ilahıydı. Biz belli bir
saatte sette olurduk. Baktım sabah erkenden sette olması gereken oyuncu, öğlen
geliyor. Biz öteki sisteme alışmışız, yeni sistem rahatsız etti. Bir de ikinci
roller beni üzdü, kırdı. Yaşım genç, anne oynasanız olmuyor, genç kızı
oynayamıyorsunuz. Size uygun senaryolar yok. Gazino işi de yapamazdım. ‘Ben
şimdi ne yapacağım?’ soruları başladı.”
Bir ahbabının
önerisiyle İzmir’e yerleşmeye karar verir. Bir iş yapması gerekiyordur, yine
arkadaşlarının önerisiyle çiçekçilik yapmaya karar verir. Çiçekleri çok
seviyordur, yıldır sürdürdüğü çiçekçiliği de. Aynı zamanda İzmir Çiçek
Üreticileri ve Satıcıları Derneği başkanlığı da yapar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder