24 Mart 2020 Salı

PERVİN PAR


SİNEMANIN BÜYÜLÜ DÜNYASINDAN ÇİÇEKLERİN RENKLİ DÜNYASINA 04 Eylül 2016
      
Pervin Par Türk sinemasının unutulmayan yüzlerinden, önemli oyuncularındandır. Çocukluğunda rüyalarına giren, tutkuyla bağlandığı sinema oyunculuğuna Muradın Türküsü gibi önemli bir filmle başlamış, Haremde Dört Kadın, Hudutların Kanunu, Gurbet Kuşları gibi iyi filmlerde oynayarak “iyi filmlerin iyi oyuncusu” olarak ünlenmişti. 50’li yılların ikinci yarısında Muhterem Nur ve Belgin Doruk’la birlikte en çok aranan başrol oyuncusu olmuş, bu ününü 60’lı yıllarda da sürdürmüştü. Filmlerinde genellikle “masum kız”, “çile çeken kız”dı. O döneme ait fotoğraflarına baktığınızda da size bu duyguyu veriyor, bunu çağrıştırıyordu. 1939 yılında Bursa’da doğan Pervin Par’ın çocukluğu İzmir’de geçmiş. Gerçek adı Pervin Doyum. Çocukluk yıllarında başlamış sinema tutkusu. Öyle bir tutku ki çocuk yaşlarda, bu isteğine karşı çıkan ailesine rağmen evden kaçıp İstanbul’a gelecek kadar güçlü. Hiçbir yeri bilmiyor, hiç kimseyi tanımıyordur İstanbul’da.
(1939 - 2015) 
Pervin Par çocuk yaşlarda bir fotoğrafçıda, Foto Can’da çalışmaya başlar. Fakat aklı fikri sinemadadır. “Ben sinema oyuncusu olacağım” diye tutturur. Ailesi kesinlikle karşı çıkar bu isteğine. Pervin Par’ın gözü karadır, cesurdur. Rüyalarına giren bu tutkusunu gerçekleştirmek için İstanbul’a gelir. “Artist” olmak için evden kaçmıştır. Üstelik 70’li yıllarda çokça tanık olduğumuz, insanların artist olmak için evlerinden kaçtığı, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da aldığı yıllar değildir henüz. Tabii ailesi evlatlıktan reddeder, uzun süre konuşmaz. “Çok gençtim. Foto Can’ın oğlu vardı, onunla birlikte İstanbul’a gittik. O da sinemacı olmak istiyordu. O olamadı, geri döndü sonra.”
Gözü karalığının yanı sıra oldukça da şanslıdır Pervin Par. O yıllarda yayınlanmakta olan Artist dergisini edinir ve görüşmeye gider. Derginin sahipleri Arif Hanoğlu ve Kadri Yurdatap’tır. Görüşmeye gittiğinde gazeteci Lütfi Gökmen de oradadır. “Ben artist olmak istiyorum” der.
“Lütfi Gökmen şöyle bir baktı, ‘çok şanslısınız’ dedi. Duru Film bir film yapacakmış, yeni bir yüz arıyorlarmış. ‘Seni oraya götüreyim, beğenirlerse olur’ dedi. Orada Atıf Yılmaz gördü beni, ‘tamam’ dedi. Müthiş bir şans, inanılmaz bir şans. İstanbul’a gittiğimden 1-1,5 ay sonra ben filme başladım. İlk filmim Gelinin Muradı’dır.”
Arka arkaya Muharrem Gürses’in filmlerinde oynar. O sıralar Muharrem Gürses melodramları çok iş yapmaktadır. Pervin Par’ın oynadığı filmler de iyi iş yapar. “Sinemaların kapıları kırılıyordu derler ya, o filmler öyle iş yaptı. Ben yeni bir tiptim ya da o tiplere çok iyi oturmuştum bilemiyorum. İlk filmden itibaren ‘Pervin çok iyi oyuncudur’ denmeye başlandı. Ben bir yanlış yaptım. Birdenbire parlamış, iyi bir çıkış yapmışken geriye çekildim. Sonra tekrar yoğunlaştı sinema. Özellikle iyi filmleri kovalardım. Artist mecmuasının sahipleri değişmişti. Yanılmıyorsam Recep Ekicigil almıştı. Gurbet Kuşları’nı yapacaklar Ekicigil’ler. Rejisöre ihtiyaçları var, karar veremiyorlar. Ahbaplık ediyorsunuz insanlarla. Ben ‘bunu Halit Refiğ’ yapar diye atıldım ortaya. Halit benim bir iki filmimde reji asistanıydı. Bir nevi baskı yaptım, zorladım filmi Halit’e vermeleri için ve çok da iyi oldu.”
Pervin Par bütün naifliğine, kırılganlığına karşın aklına yatmayan her şeye başkaldırır, mücadele eder. Yalnız kalmaktan korkmaz, tek başına ayakta kalmanın mücadelesini verir hayatı boyunca. “Bu benim tercihimdi, insanlar zorlamadı buna beni. Zor oldu ama başardım.”
İstanbul’da yaşamak, ayakta kalmak zordur. Yıldız olsanız da zordur bu, çoğu zaman. Yarın güvenceniz yoktur. Pervin Par da sinema krize girdiği dönemlerde zorlu günler yaşar. Sahneye çıkmak zorunda kalır. “Geçinmek mecburiyetindeydik. Ben önemli bir birikim de yapamamıştım ama kendimi geçindirebiliyordum. Bugün geçinecek param vardı ama altı ay sonra ne olacak endişesiyle yaşıyordum. Bunu bütün arkadaşlar yaşadı. Bugünkü imkânlar yoktu, çok arkadaşımız vasat bir hayatın içindeydi. Benim arabam yoktu, sete dolmuşla ya da taksiyle gidiyordum. Zaten birikimim olsaydı ben sahneye çıkmazdım. Sahneye kendimi göstermek, ‘aman ne hoş kadın’ dedirtmek için çıkmadım ki. Kimseye muhtaç olmadan, ‘benim yaptığım bu, ne verirsiniz’ pazarlığını yaparak yaşadım. Bu büyük bir özgürlüktü, ayakta kalabilmenin mücadelesiydi. Yaşamak mecburiyetindesiniz. Sinemadan tanınıyorsunuz zaten, teklif de geliyor. Tekrar gidip kasiyerlik falan yapamazsınız. Maksim Gazinosu’nda başladı sahne. Sinemadan iyi teklifler, yeterli teklifler gelse niye çıksın ki insanlar sahneye. Birçok arkadaş bunu yaptı. Sinemada krizin başlangıcıydı sanıyorum. Hayatınızda sizi finanse edecek erkek yoksa siz ancak geçinirsiniz. Ben de kendimi hiç finanse ettirmedim. Ben biraz özgürlüğüme düşkünüm, biraz dik kafalıyım, kendi doğrularım vardır. Sonra Ankara’dan bir teklif gelmişti, oraya yerleştim. Uzun sürdü Ankara’da sahne çalışmam ve orada bıraktım sahneyi. İstanbul’a döndüm tekrar.”
Çalışmak zorundadır. Bir - iki filmde ikinci rollerde oynar. Sinemada her şey değişmiştir. Bu onu mutsuz eder. “Hayır, ben bunu yapamam dedim. Çok şey değişmişti. Bizim dönemimizde müthiş bir saygı vardı. Rejisör o setin ilahıydı. Biz belli bir saatte sette olurduk. Baktım sabah erkenden sette olması gereken oyuncu, öğlen geliyor. Biz öteki sisteme alışmışız, yeni sistem rahatsız etti. Bir de ikinci roller beni üzdü, kırdı. Yaşım genç, anne oynasanız olmuyor, genç kızı oynayamıyorsunuz. Size uygun senaryolar yok. Gazino işi de yapamazdım. ‘Ben şimdi ne yapacağım?’ soruları başladı.”
Bir ahbabının önerisiyle İzmir’e yerleşmeye karar verir. Bir iş yapması gerekiyordur, yine arkadaşlarının önerisiyle çiçekçilik yapmaya karar verir. Çiçekleri çok seviyordur, yıldır sürdürdüğü çiçekçiliği de. Aynı zamanda İzmir Çiçek Üreticileri ve Satıcıları Derneği başkanlığı da yapar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder