24 Mart 2020 Salı

SEVDA FERDAĞ


 SİNEMANIN AYKIRI SEVDA’SI  14 Ağustos 2016
60’lı yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul sinema demekti. Yeşilçam’ın o büyülü dünyası her zaman insanları içine çekmişti. 
Çocukluk yıllarımdan itibaren düş bahçesi sinemalarda, filmden filme büyülü yolculuklara çıkarken unutulmayan yüzler tanımıştım; hayattan beyazperdeye yansıyan görüntülerde. Kimler yoktu ki… Sonraki yıllarda, çocukluk idollerim olan birçok sinema oyuncusunu tanıma, konuşma olanağı buldum.
Altmışlı yılların sonuna denk gelen çocukluk yıllarımda, okul tatillerinde gittiğimiz kasabada, köyde “artist” görüp görmediğimiz sorulurdu en çok. Kasabadaki çocuklar etrafımızı sarar, gördüğümüzü söylediğimiz artistler hakkında soru yağmuruna tutarlardı biz kentte doğmuş çocukları. Biz o yaşlarda gördüklerimize görmediklerimizi de ekleyerek abartılı kurgularla ballandıra ballandıra anlatırdık. Çocukları en çok Kral Ayhan Işık, Çirkin Kral Yılmaz Güney, Malkoçoğlu Cüneyt Arkın, Karaoğlan Kartal Tibet ilgilendiriyordu o yıllarda. Yaşımız biraz ilerledikçe romantik rollerin ‘esas kızları’, ‘esas oğlanları’ da eklendi sorulanlara.
Yeşilçam’ın yıldızlarını televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde göremiyoruz yıllardır. Birçoğuna uygun bir sinema da rol de yok. Çoğu kabuğuna çekilmiş, evine kapanmış durumda. Gezdiğimiz sokaklarda onlardan birine rastlarsak büyük sevinç duyuyor, mutluluk yaşıyoruz.
Cihangir sokaklarına ne zaman çıksanız birçok oyuncunun yanı sıra Sevda Ferdağ’a rastlayabilirsiniz. O, yıllara meydan okuyan dik duruşuyla, tüm güzelliğiyle yanınızdan geçip gidebilir. Sevda Ferdağ ile tanışmamız acılı bir güne denk gelmişti. Önce ablası Ferda Ferdağ’ı tanımıştım. Çok sık gidip geldiğim Ferda Ferdağ’da, yakın oturmalarına karşın karşılaşma, tanışma olanağı bulamamıştık.
“Usul usul fark ediyorum ki Sevda, herkesin başka bir kadın veya başka bir erkek olmayı denediği, bunun için var gücüyle çabaladığı sinema ortamımızda salt kendisi olabilmenin mücadelesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini, duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı. Benzemek istediği hiç kimse yoktu. Beğenilmek, önemsenmek, alkış toplamak hiçbir zaman sorunu olmamıştı. Bireyliğini yaşamaktı seçeneği.” 
Selim İleri “Hatırlıyorum” adlı kitabında Sevda Ferdağ ile ilgili bunları yazmıştı. İlk gençliğimde izlediğim filmlerden tanıdığım güzeller güzeli Sevda Ferdağ ile yıllar sonra tanışabilmiştim. Fakat bu tanışma acılı bir ortamda, hastane kapısında gerçekleşiyordu. Çok sevdiği ablası Ferda Ferdağ’ın beyin kanaması geçirdiğini, komada olduğunu duyduğumda hemen hastaneye koşmuştum. İlk karşılaşmamız böyle olmuştu. Çok acı çekiyor, üzüntüsünden yerinde duramıyordu. Ferda yoğun bakımdaydı. Kalbinin durduğu sabaha karşı 3’e kadar başında bekledik. Acı haberi öğrendiğimizde Sevda Ferdağ’ı güçlükle sakinleştirebilmiştik. Sonraki karşılaşmalarımızda sohbetlerimizin baş konusu Ferda olmuştu.
“Biz iki kardeş gibi değil de, iki âşık gibi büyüdük. Aramızda fazla yaş farkı da yoktu. Ferda bana çok düşkündü. Aynı yatakta yatardık, hayallerini anlatırdı. Türk edebiyatını, yazarları ondan öğrendim. Benim için dünyadaki en güzel insandı o, en güzel ablaydı. Modelimdi benim fakat ben modelimin yaptıklarını yapmak istemedim. Bana acı ve uzun bir yol gösteriyordu çünkü. Türk sinemasını, sinemadaki yalnızlığı gösteriyordu. Ferda’yla tiyatro tekstlerini birlikte ezberlerdik. Böyle büyüdüm, başka bir iş yapmam mümkün değildi.”
Aslında sinemacı olmak istemiyordur Sevda Ferdağ. Ablası Ferda sürekli ne yapmak istediğini sorar. Ferda’nın sinemacı, tiyatrocu arkadaşları “Sevda büyüyünce sinemacı olacak, tiyatrocu olacak” derler. Sevda da sürekli “hayır” diye yanıtlar onları. Fakat 1958’de ilk filmini çeker. Aynı kıza âşık olan iki fakir gencin öyküsünün anlatıldığı O Günden Sonra filmiyle oyunculuğa başlayan Sevda henüz 16 yaşındadır. Sonra 5 yıl kadar ara verir. “58’de sinemaya geldiğim zaman ilişkileri, sinemanın fukaralığını hiç sevmedim. Sinema parasızlık demekti, yalnızlık demekti. Sonra Ferda’nın bir Almanya serüveni oldu, beni de aldırmıştı yanına. Hep sinemacı ya da tiyatrocu olmamı istiyordu. Ben de ‘Bu işi yapacaksam, gider kendi ülkemde yaparım’ dedim. Türkiye’ye döndüm ve Atıf Yılmaz’ın çektiği Azrailin Habercisi’nde oynadım. Sonra devam etti.”
Sevda Ferdağ sinemada tanıdığı arkadaşlarını, dostlarını çok sever. Bu dostluklar içinde Sadri Alışık’ın çok özel bir yeri vardır. “Sinemanın şartlarını ne kadar sevmesen de zamanla alışıyorsun zorluklara, ödenmeyen paralarla film çekmeye. Derken ben arkadaşlarımı sevmeye başladım. Sadri, Ayhan Işık, Vahi Öz, Diclehan Baban, Ayfer Feray... Onlar benim ailem gibi oldular. Eve dönünce onları özlüyordum. Sinema zor koşullarda yapılıyordu. Sonra anladım ki, Türkiye’de her şey ne kadarsa sinema da o kadardı. Politika, gazetecilik, doktorluk ne kadarsa, senin istediğin kadar olağanüstü yeteneğin de olsa o kadar olabiliyorsun. Bu bir ülke sorunuydu. Ben yıllarca sandım ki sinemacılar yapmıyor. Bazılarına gerçekten düşman da oldum.”
Yıldız sistemini hep dışlamıştır, yıldız olmak istemez. Ödün vermeyi sevmiyordur. “Beni yıldız olmak hiç ilgilendirmedi, asla istemedim. Çünkü taviz vererek yaşamak istemiyordum. Her zaman özgür oldum. Ben yıldız olmadım ama kendimi hep yıldız gördüm. Hiçbir sinemacıyı da suçlamıyorum. Ben sadece niye iyi film yapmıyorlar diye suçladım. Sonra bunun bir ülke sorunu olduğunu anladığımda hepsi benim arkadaşım oldu. Ayrıca ben birini aşmaya çalışmaktan hoşlanmıyorum. Ben kendim olmaktan hoşlanıyorum. Yaptığım şu kadar filmle hâlâ Sevda Ferdağ’sam bu önemli bir şey.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder