SİNEMANIN AYKIRI SEVDA’SI 14 Ağustos 2016
60’lı
yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da,
Beyoğlu’da alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul sinema demekti.
Yeşilçam’ın o büyülü dünyası her zaman insanları içine çekmişti.
Çocukluk
yıllarımdan itibaren düş bahçesi sinemalarda, filmden filme büyülü yolculuklara
çıkarken unutulmayan yüzler tanımıştım; hayattan beyazperdeye yansıyan
görüntülerde. Kimler yoktu ki… Sonraki yıllarda, çocukluk idollerim olan birçok
sinema oyuncusunu tanıma, konuşma olanağı buldum.
Altmışlı
yılların sonuna denk gelen çocukluk yıllarımda, okul tatillerinde gittiğimiz
kasabada, köyde “artist” görüp görmediğimiz sorulurdu en çok. Kasabadaki
çocuklar etrafımızı sarar, gördüğümüzü söylediğimiz artistler hakkında soru
yağmuruna tutarlardı biz kentte doğmuş çocukları. Biz o yaşlarda gördüklerimize
görmediklerimizi de ekleyerek abartılı kurgularla ballandıra ballandıra
anlatırdık. Çocukları en çok Kral Ayhan Işık, Çirkin Kral Yılmaz Güney,
Malkoçoğlu Cüneyt Arkın, Karaoğlan Kartal Tibet ilgilendiriyordu o yıllarda.
Yaşımız biraz ilerledikçe romantik rollerin ‘esas kızları’, ‘esas oğlanları’ da
eklendi sorulanlara.
Yeşilçam’ın yıldızlarını televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde göremiyoruz yıllardır. Birçoğuna uygun bir sinema da rol de yok. Çoğu kabuğuna çekilmiş, evine kapanmış durumda. Gezdiğimiz sokaklarda onlardan birine rastlarsak büyük sevinç duyuyor, mutluluk yaşıyoruz.
Yeşilçam’ın yıldızlarını televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde göremiyoruz yıllardır. Birçoğuna uygun bir sinema da rol de yok. Çoğu kabuğuna çekilmiş, evine kapanmış durumda. Gezdiğimiz sokaklarda onlardan birine rastlarsak büyük sevinç duyuyor, mutluluk yaşıyoruz.
Cihangir
sokaklarına ne zaman çıksanız birçok oyuncunun yanı sıra Sevda Ferdağ’a
rastlayabilirsiniz. O, yıllara meydan okuyan dik duruşuyla, tüm güzelliğiyle
yanınızdan geçip gidebilir. Sevda Ferdağ ile tanışmamız acılı bir güne denk
gelmişti. Önce ablası Ferda Ferdağ’ı tanımıştım. Çok sık gidip geldiğim Ferda
Ferdağ’da, yakın oturmalarına karşın karşılaşma, tanışma olanağı bulamamıştık.
“Usul usul
fark ediyorum ki Sevda, herkesin başka bir kadın veya başka bir erkek olmayı
denediği, bunun için var gücüyle çabaladığı sinema ortamımızda salt kendisi
olabilmenin mücadelesini veriyordu. Bütün gücünü, bütün sanatlık sezgisini,
duyarlığını asıl bu mücadeleden almaktaydı. Benzemek istediği hiç kimse yoktu.
Beğenilmek, önemsenmek, alkış toplamak hiçbir zaman sorunu olmamıştı.
Bireyliğini yaşamaktı seçeneği.”
Selim İleri “Hatırlıyorum” adlı kitabında Sevda Ferdağ ile ilgili bunları
yazmıştı. İlk gençliğimde izlediğim filmlerden tanıdığım güzeller güzeli Sevda Ferdağ ile
yıllar sonra tanışabilmiştim. Fakat bu tanışma acılı bir ortamda, hastane
kapısında gerçekleşiyordu. Çok sevdiği ablası Ferda Ferdağ’ın beyin kanaması
geçirdiğini, komada olduğunu duyduğumda hemen hastaneye koşmuştum. İlk
karşılaşmamız böyle olmuştu. Çok acı çekiyor, üzüntüsünden yerinde duramıyordu.
Ferda yoğun bakımdaydı. Kalbinin durduğu sabaha karşı 3’e kadar başında
bekledik. Acı haberi öğrendiğimizde Sevda Ferdağ’ı güçlükle
sakinleştirebilmiştik. Sonraki karşılaşmalarımızda sohbetlerimizin baş konusu
Ferda olmuştu.
“Biz iki
kardeş gibi değil de, iki âşık gibi büyüdük. Aramızda fazla yaş farkı da yoktu.
Ferda bana çok düşkündü. Aynı yatakta yatardık, hayallerini anlatırdı. Türk
edebiyatını, yazarları ondan öğrendim. Benim için dünyadaki en güzel insandı o,
en güzel ablaydı. Modelimdi benim fakat ben modelimin yaptıklarını yapmak
istemedim. Bana acı ve uzun bir yol gösteriyordu çünkü. Türk sinemasını,
sinemadaki yalnızlığı gösteriyordu. Ferda’yla tiyatro tekstlerini birlikte
ezberlerdik. Böyle büyüdüm, başka bir iş yapmam mümkün değildi.”
Aslında sinemacı olmak istemiyordur Sevda Ferdağ. Ablası Ferda sürekli ne
yapmak istediğini sorar. Ferda’nın sinemacı, tiyatrocu arkadaşları “Sevda
büyüyünce sinemacı olacak, tiyatrocu olacak” derler. Sevda da sürekli “hayır”
diye yanıtlar onları. Fakat 1958’de ilk filmini çeker. Aynı kıza âşık olan iki
fakir gencin öyküsünün anlatıldığı O Günden Sonra filmiyle oyunculuğa başlayan
Sevda henüz 16 yaşındadır. Sonra 5 yıl kadar ara verir. “58’de sinemaya
geldiğim zaman ilişkileri, sinemanın fukaralığını hiç sevmedim. Sinema
parasızlık demekti, yalnızlık demekti. Sonra Ferda’nın bir Almanya serüveni
oldu, beni de aldırmıştı yanına. Hep sinemacı ya da tiyatrocu olmamı istiyordu.
Ben de ‘Bu işi yapacaksam, gider kendi ülkemde yaparım’ dedim. Türkiye’ye
döndüm ve Atıf Yılmaz’ın çektiği Azrailin Habercisi’nde oynadım. Sonra devam
etti.”
Sevda Ferdağ
sinemada tanıdığı arkadaşlarını, dostlarını çok sever. Bu dostluklar içinde
Sadri Alışık’ın çok özel bir yeri vardır. “Sinemanın şartlarını ne kadar
sevmesen de zamanla alışıyorsun zorluklara, ödenmeyen paralarla film çekmeye.
Derken ben arkadaşlarımı sevmeye başladım. Sadri, Ayhan Işık, Vahi Öz, Diclehan
Baban, Ayfer Feray... Onlar benim ailem gibi oldular. Eve dönünce onları
özlüyordum. Sinema zor koşullarda yapılıyordu. Sonra anladım ki, Türkiye’de her
şey ne kadarsa sinema da o kadardı. Politika, gazetecilik, doktorluk ne
kadarsa, senin istediğin kadar olağanüstü yeteneğin de olsa o kadar
olabiliyorsun. Bu bir ülke sorunuydu. Ben yıllarca sandım ki sinemacılar
yapmıyor. Bazılarına gerçekten düşman da oldum.”
Yıldız
sistemini hep dışlamıştır, yıldız olmak istemez. Ödün vermeyi sevmiyordur.
“Beni yıldız olmak hiç ilgilendirmedi, asla istemedim. Çünkü taviz vererek
yaşamak istemiyordum. Her zaman özgür oldum. Ben yıldız olmadım ama kendimi hep
yıldız gördüm. Hiçbir sinemacıyı da suçlamıyorum. Ben sadece niye iyi film
yapmıyorlar diye suçladım. Sonra bunun bir ülke sorunu olduğunu anladığımda
hepsi benim arkadaşım oldu. Ayrıca ben birini aşmaya çalışmaktan hoşlanmıyorum.
Ben kendim olmaktan hoşlanıyorum. Yaptığım şu kadar filmle hâlâ Sevda
Ferdağ’sam bu önemli bir şey.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder