BU GENÇ KIZ ARTİST OLMAK İSTİYORDU 26 Haziran 2016
1950’li
yıllar... Cağaloğlu Yokuşu’nu yeşil gözlü, kestane rengi saçlı, 13 yaşında bir
genç kız tırmanıyordur. Henüz 13 yaşındadır ve en büyük arzusu artist olmaktır.
Elinden tuttuğu kendinden yaşça büyük halasının kızı, “Artist” mecmuasına, Oğuz
Özdeş’le görüştürmeye götürüyordur onu. Halasının kızı onu yokuşun başında
durdurur ve “Seni meşhur romancı Oğuz Özdeş’e götürüyorum. 15 yaşındayım
diyeceksin. Hakkında yazı yazılacak, resimlerin çekilecek. Artist olacaksın.
Fikriye adın da hiç güzel değil. Adını Ferda koydum. Ferda ne demek biliyor
musun? Gelecek, ati demek. Çabuk ezberle, beni rezil etme.” der.
Genç kız, “Gelecek, ati. Gelecek, ati...” diye ezber yaparak Cağaloğlu Yokuşu’nda, geleceğe doğru adım atmaya devam eder. O genç kız Ferda Ferdağ’dır. O yıllardan itibaren yaşamı boyunca Yeşilçam’da var olma, ayakta kalabilme savaşı verir. Yeşilçam onu çok çabuk hırpalar, “harcar”. Kırgın ve öfkelidir. İlk anı kitabını şu cümlelerle bitirir: “Sevgili Oğuz Özdeş, ben yine Cağaloğlu’na geldim. Sizinle tanıştığımız yokuşun başındayım. Bin 54 yaşındayım.”
Ferda Ferdağ yıllar sonra anılarını yazmaya başlar. İlk kitabı ‘Bu Genç Kız Artist Olmak İstiyor’dur. Ardından ‘Zübeyde Hanım Huzurevi’nden Mektup’u yazar. Bir yandan bu iki kitabını satarak yaşamaya çalışırken, bir yandan da yeni anı kitapları ‘Benim Terbiyesiz Ev Sahiplerim’ ve ‘Huzurevinde Genç Kaldım’ adlı kitaplarını yazar. Kitaplarından birine yazdığı özgeçmişinde hayatını şöyle özetler:
“Ferda
Ferdağ. 1937’de Edremit’te doğdu. 1950’de Şehir Tiyatroları’na girdi. Külkedisi
Sinderella’yı oynayan oyuncuyu kıskanıp, provadan ayrıldı. 1951’de başrol aldı.
3 başrolden sonra Osman Seden tarafından figüranlığa atandı. Atıf Yılmaz rol
vermeden etrafında dolaştı durdu. En sonunda acıyıp kırk yıl sonra, helânın
başına oturttu. Ferda Ferdağ böylece ‘helâcı kadın’ rolüyle sinema yazarlarının
ödülüne zıplayıp oturdu. Daha sonraları başına buyruk, işsiz güçlü kitap yazdı
durdu.” Yeşilçam’dan ve ev sahiplerinden çok çekmiştir. 59 yaşında 54 ev
değiştirmiştir. Bütün paraları zemin katlarına, akmayan sulara, yanmayan
kaloriferlere gitmiştir.
Yeşilçam’ın
görünmez kuralları, kendine özgü yasaları vardır. Bir anda gökyüzüne çıkar, yıldız
olursunuz ya da yıldızken bir süre sonra iş bile bulamazsınız; evinizde nafile
telefonunuzun çalmasını beklersiniz. Fakat o kahrolası telefon nedense çalmaz
olmuştur artık. Aktörler, aktrisler sahnedeyken vardır. Sahneden bir kez inmeye
görsünler, kimse arayıp sormaz olur artık onları, çığlıklarını kimse duymaz ve
bunu en çok onlar bilir. Onlar alkışlarla, izleyicilerin sevgileriyle yaşarlar.
Alkışlar kesildiğinde, sanki hayatla bağları da kesilir.
Bir gün Orhan
Elmas’a, “Orhancığım, benim tipim çok zengin, niye beni hep fakir kadın
oynatıyorsunuz?” diye sorar Ferda Ferdağ. “Gardırobun yok” der Orhan Elmas.
Hayretler içinde kalmıştır. Yıllarca rol bekler, yirmi beş yaşından sonra anne,
teyze, nine, hala rolleri oynar. Umutlarla fakat hep hayal kırıklıklarıyla,
acılarla ve yalnızlıklarla geçmiştir kırk yılı. Çok yorulmuştur. İstanbul’dan
kaçar. Gittiği yerlerde de tutunamaz, üstüne üstüne gelirler. Uğur Dündar’a
telefon açıp, sekreterine “beni huzurevine yerleştirin” der. Nisan 1993’te
İzmir Zübeyde Hanım Huzurevi’ne yerleşir.
“Oh... Burada
hırsız, arsız, yüzsüz, astarsız, iftiracı korkusu yok. Elektrik, su parası hiç
yok.” Huzurevinde herkes çok yaşlıdır. Ferda Ferdağ en gençleri. Onlar için
koşturmaya başlar. “Huzurevinde genç kaldım. ‘Ben biraz dolaşayım, 80 yaşında
yine gelirim’ dedim. Ağlaşarak ayrıldık. İstanbul’a döndüm.”
Huzurevinde
ziyaretine bir tek Nur Sürer gelir. Ferda o sırada huzurevinde değildir. İçeri
alamazlar Nur Sürer’i. Bahçede oturup yaşlıları seyreder. “Ferda’ya borcum
vardı, onu getirdim” diyerek para bırakır. Bu olay onu çok duygulandırmıştır,
ağlayarak anlatır bu anısını. Bir de Fikri Sağlar zamanında, Kültür
Bakanlığı’na “borç içindeyim” diye dilekçe yazar. Telefonla ararlar.
Telefondaki yetkili hesap numarasını ister. “Efendim, benim hesabım hiç olmadı
ki” der Ferda Ferdağ. Açtırdığı hesaba beş milyon lira gönderirler. “Ben de
Sayın Fikri Sağlar’a kitabımla teşekkür ettim.” T.C.Kültür Bakanlığı Özel
başlıklı bir mektup alır. “Değerli çalışmalarınızdan oluşan eserinizi şahsıma
gönderme inceliğinize teşekkür ederim. Sorunlarınıza yardımcı olmak, sizi
olduğu kadar beni de mutlu etti. Kültür yaşantımıza katkılarınızın süreceği
inancı ile sağlık ve mutluluk dolu günlerin sizinle olmasını dilerim.
Saygılarımla, Dr. Fikri Sağlar. Kültür Bakanı”
İstanbul’a
döndükten sonra anı kitaplarını satarak yaşamaya çalışır. Emekli maaşı sadece
ev kirasını ödemeye yetiyordur. Ferda Ferdağ mektup yazmayı da çok seviyordur.
İlk başrolünü oynadığı yıllarda Ayhan Işık’a ve Muzaffer Tema’ya mektuplar
yazar. Ayhan Işık’a yazdığı mektupta “Benim Tyren Pover’im, beni Kabataş’ta
saatin altında bekle, geleceğim” der. Buluşma günü heyecanla yola çıkar. Ayhan
Işık saatin altında onu bekliyordur: “Ayy! Nasıl heyecanlandım. Bir restorana
gittik. ‘Mektubun çok hoşuma gitti’ dedi. ‘Sen de Elizabeth Taylor’sun.’ Bana
bir de resim imzaladı. ‘Ferda’ya bütün kalbimle’ diye yazmıştı. Çok dolu ve hep
hayal dünyasında yaşadım.”
Çok acemi,
hatta çocuktur. Hiçbir şeyin farkında değildir. Eski Yıldız Sineması’nda üçüncü
başrolü oynadığı film Beyaz Şehir’i bilet alıp izler. Gençliği sanatçıların
sohbet masalarında geçmiştir. Park Otel’in, Divan’ın, Tokatlıyan’ın barında,
Degüstasyon’da buluşurlar. Kimler yoktur ki... Sait Faik, Özdemir Asaf, Cahide
Sonku, Cahit Irgat, Salih Tozan, Oğuz Aral, Bedri Koraman...
Mahallesinden
arkadaşlarıyla buluşmak için Büyükada’ya gidecektir. Kadıköy İskelesi’nden ada
vapuruna biner: “Tam karşımda oturan anlamlı erkeğe baktım, çünkü o da bana
bakıyordu. İkimiz de birbirimize gülümsedik. ‘Senin adın ne?’, ‘Ferda.’ ‘Benim
adım Sait Faik. Nereye gidiyorsun?’ ‘Büyükada’ya, arkadaşlarımla randevum var.’
‘Büyükada’ya gitme, benimle Burgaz Ada’ya gel.’ ‘Olur’ dedim. Burgaz Adası’nda
çamların altında yürümek, topuklu ayakkabılarımla pek kolay olmadı. Sait Faik
Abasıyanık, bana ne güzel hikâyeler anlattı, ne güzel şiirler söyledi. Ben de
ezberlediğim bir şiiri söyleyiverdim ona. ‘Kim o deme boşuna,/ Benim, ben/ Öyle
bir Ben ki/ Gelen kapına/ Baştan başa sen”
Yine bir gün Park Otel’de, barın bir ucunda oturur. Diğer ucunda da Özdemir
Asaf vardır. Aralarında da başka müşteriler: “Selamlaştık. O konyak içiyordu.
Konyak kadehini avucunun içinde kırmaya başladı. Kadeh kırılınca eli kan içinde
kalmıştı. Aramızdaki müşteriler terk etti Park Otel’i. Özdemir Asaf, bana doğru
yürümeye başladı. ‘Gelme, beni korkutuyorsun’ dedim. ‘Ama zenginleri kaçırdım’
dedi. Tarlabaşı’nda Adnan’ın fuayesi vardı. Bir gece Bedri Koraman’la
oturuyorum. Bir kâğıt geldi. ‘O yanındaki çirkin adamı nerden buldun. Oğuz
Aral’ yazıyordu kâğıtta. Ben de hemen cevap verdim. ‘Akşama kadar seni aradım,
bulamadım. Onun için buradayım.’ Tekin Aral hiç kimseyle konuşmazdı. Kedisiyle
gelirdi. Kediden de korkarım, yanına gidemiyorum; soracağım ‘neden kimseyle
konuşmuyorsun’ diye. Meğer o da çok ünlü olacakmış, kimseyi takmıyormuş.”
60’lı yıllarda, Yeşilçam’da işsiz kaldığı zamanlar, Cahide Sonku, Salih Tozan,
Suphi Kaner, Cahit Irgat hemen her gece zemin katlarda aynı masalardadırlar:
“Düşünüyorum da Cahide Hanım yaşlılığı taşıyamadı. Hep genç, hep güzel kalmak
istiyordu. Alkolik lafı çok gücüme gidiyor. Bizlere çok haksızlık yapıyorlar.
Ne acılar, ne dramlar yaşanıyor. Ben 13 yaşında Şehir Tiyatroları’ndan içeri,
elimde rakı şişesiyle mi girdim?” Ferda Ferdağ ilk anı kitabını yayımlayan Ara
Yayınları’nın sahibi Vedat Çorlu’ya yazdığı yazısında “Bizlerin sonu kiralık
evler, bulamazsak otel köşeleri, hastaneler, darülacezeler ve tımarhaneler mi?”
diye sorar.
Çok kısa sürede çok iyi ‘arkadaş’ olduğum insanlardandı Ferda Ferdağ. Evet, oğlu Beklan’ın dediği gibi onun arkadaşları bizdik. Bendim, Cezmi Ersöz’dü, oğluydu... Onun Yeşilçam’dan çok fazla arkadaşı yoktu. Hemen her gün telefonlaşıyorduk. Yine 25 Haziran Salı günü Taksim’den jetonlu telefonla aramıştı beni. Jetonu bitene kadar konuştuk. Ertesi gün iş çıkışı Beklan’a rastladığımda beyin kanaması geçirdiğini, hastaneye kaldırıldığını öğrendim. Paparazzi programı evinde çekim yaparken fenalaşmış. Nedense program ekibi onu hemen hastaneye kaldırmak yerine Beklan’ı bulmaya çalışmış. 1 saate yakın evde baygın kalan Ferda Ferdağ’ı Beklan hemen ilkyardıma kaldırmış. Akşam hastaneye gittiğimizde komadaydı. Sevda Ferdağ’ın, Beklan’ın, Beklan’ın eşi Nesrin’in, Ece hanımın, Devlet Devrim’in, Nazan Adalı’nın, benim başında beklememiz boşunaydı artık. O, 26 Haziran Çarşamba günü, sabaha karşı 3’te bizleri orda acılı bırakıp gitti.
40 yıl var
olma, ayakta kalabilme savaşı verir Ferda Ferdağ. Yeşilçam onu çok çabuk
hırpalamış, oynadığı üç başrolden sonra figüranlığa indirmişti. “25 yaşından
sonra anne, teyze, nine, hala” rollerini uygun görmüşlerdi. Ferda Ferdağ,
kırgın ve öfkeliydi. On üç yaşında Tepebaşı Şehir Tiyatroları’na Kül Kedisi
Sindrella’nın provalarına kadrolu girmiş, on dört yaşında Yeşilçam’ı
keşfetmişti. Ne umutlarla, fakat hep hayal kırıklıklarıyla, acılarla ve yalnızlıklarla
geçen otuz beş-kırk yıl... Sonunda annesinin altın bileziği, oğlunun yardımları
ve yan oyunculukla beş yıllık borç farkını tamamlayarak emekli olur. Emekli
olduktan sonra yapımcı ve yönetmenlere kendini hatırlatmak amacıyla bir gece
düzenler. “35 yıl 109 gün Türk Sinema ve Tiyatrosu’na gönül verip emekli oldum.
Onurlandırmanızı rica ediyorum. 19 Haziran 1987 Cuma günü saat 17.00-19.00
Perapalas Oryent Ekspres barda.” yazılı bir davetiye dağıtır. Nerede ve ne
zaman davet ettiğini hatırlayamadığı bir avukat ve Gazanfer Özcan ailesinin
“STR adına nefis çiçekleri” gelir yalnızca. “Haram olsun İstanbul... Bütün
paralarım zemin katlarına, o akmayan sularına, jeton yutan telefonlarına,
yanmayan kaloriferlerine, ikide bir kesilen elektriklerine, ayakta duracak yer
bulamadığım otobüslerine, kolibasilli denizlerine gitti. Bir kere daha haram
olsun İstanbul...”
Sinema, tiyatro, müzik... 1971 yılında sahneye de çıkar
Ferda Ferdağ, iki yıl sürdürür şarkıcılığı. Altın Kalemler dergisinde Ergun
Arpaçay şunları yazar: “Yeşilçam’da bir yorgun savaşçı var. Kameraların önünden
kırgın ayrılan bu yorgun savaşçı Ferda Ferdağ’dır. Çevirdiği son filminin bir
planlık sahnesini tamamlayarak setten ayrılan Ferda Ferdağ buruktur, üzgündür,
kırgındır. Ferda Yeşilçam’daki mücadelesini kaybetmiştir, ama sanat gücünü,
sanat aşkını yitirmemiştir. Zira yıldızlar gökyüzünden düşse bile onların
unutulmayacaklarını bilmektedir. (...) Mağluplar da alkışlanır. Ferda
Yeşilçam’da yenilmiştir, ama yıkılmamıştır.”Seni seviyoruz, çok özlüyoruz ama
hiç unutmuyoruz Ferda Ferdağ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder