ÖDÜL NİYETİNE TAŞLANAN AKTÖR: 22 Mayıs 2016
Taş kalpli
kötü adam rollerinin yufka yürekli, iyi kalpli usta oyuncusuydu Erol Taş. Zaman
zaman iyi adam rollerinde oynasa da belleklerde kötü adam olarak yer etti. Türk
sinemasının ‘karakter’ oyuncuları açısından ne kadar şanslı olduğunu kanıtlayan
önemli oyunculardandı. Birçok oyuncu gibi ödülünü her zaman halktan,
izleyicisinden aldı Erol Taş da. Onun ödülleri, benzer rolleri oynayan diğer
arkadaşları gibi, esas kızlardan, esas oğlanlardan farklıydı biraz. Atılan
taşlar, şişeler, sopalar, çekilen yuhlar, edilen hakaretler en büyük ödülüydü
Erol Taş’ın. Çünkü bunlar rolünü ne kadar başarıyla oynadığının göstergesiydi
onun için.
Festivallerde
aldığı ödüllerin yanı sıra, gittiği film galalarında, yürüdüğü sokaklarda,
Cankurtaran’da işlettiği kahvehanede, çekim için gittiği setlerde sıcağı
sıcağına alıyordu ödüllerini ve bu ödüller onun için hep daha sahici oldu.
Televizyon programlarında da anlattığı, birçok oyuncu için ders sayılabilecek
ve belleklerden silinmeyen o unutulmaz konuşmasını da böyle bir ortamda yapar
Erol Taş. Defalarca izlediğim, “İnce Cumali” filminde çok acımasız bir ağayı
canlandırır. Öylesine acımasızdır ki Ağa, baskın yaptığı rakip çiftlikte, “Bu
topraklar ikimize çok, birimize az demiştim” dediği çiftliğin sahibini, yeni
doğum yapan karısını ve yanında çalışan herkesi öldürür. Hızını alamayan ve
arkada hiçbir canlı bırakmamaya kararlı Ağa, ayaklarından ağaca astığı
tavukları bile boğazlarını acımasızca keserek öldürür. Yılmaz Güney’le birlikte
oynadıkları “İnce Cumali” filminin Ağa’sı, kötü adam rolleriyle nam salmış Erol
Taş, filmin galası için diğer oyuncularla birlikte Anadolu’ya gider. Filmi
izlerler. Film bittikten sonra oyuncular sahneye çıkıp konuşma yapıyorlardır.
Sıra Erol Taş’a gelmiştir. Birden ortalık karışır, yer yerinden oynar.
Seyirciler sahnedeki Erol Taş’a şişe, taş, sopa fırlatıp ‘yuh’luyorlardır.
Öylesine başarılı oynamıştır ki Ağa suretindeki kötü adam rolünü, atılan taşlar
onun ödülü olur. O unutulmaz konuşmasını şişe ve taş yağmuru dindiğinde yapar
Erol Taş. Seyircilere “Atın atın, siz bana taş değil ekmek atıyorsunuz” diyerek
meşhur kahkahasını atar ve ışıl ışıl gözlerle seyircisini selamlar. Bu konuşma
üzerine, az önce yuhlayan seyirci bu kez ayakta alkışlar onu. Bu filmdeki
başarılı oyunuyla 5. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı
Erkek Oyuncu ödülünü alır.
Onlarca
filmde hep sevgiyle ve hayranlıkla izlemiştim Erol Taş’ı. “İnce Cumali”nin
ardından, videoda bir kez daha izliyorum Erol Taş’lı “Yılanların Öcü”nü,
“Duvarların Ötesi”ni, “Şehirdeki Yabancı”yı, “Aslan Bey”i, “Yarın Son Gündür”ü,
“Arzu ile Kamber”i, “Diyet”i. Bir yandan da daha önce izlediğim onlarca filmini
anımsamaya çalışıyorum, özellikle de “Susuz Yaz”ı, “Gecelerin Ötesi”ni ve
“Bitmeyen Yol”u.
Cankurtaran’da
işlettiği kahvenin karşısında oturan ve sık sık kahveye uğrayıp, duvardaki
resimlerine bakarak “Sen meşhur bir artist olacaksın” diyen Efkan Efekan, bir
gün resmini alır ve tanıdığı sinemacılara gösterir. Erol Taş’ın ilk filmi 1957
yılında oynadığı ve Mümtaz Alparslan’ın yönettiği “Acı Günler”. Sette yönetmen
Mümtaz Alparslan, Erol Taş’a “Sen asla artist olamazsın” demiştir. Bu sözler
çok ağırına gider. “Belli olmaz, belki günün birinde boynuz kulağı geçer” diye
düşünür ve zaman Mümtaz Alparslan’ı yanıltır.
1928 yılında
doğar Erol Taş. İki yaşındayken ailesi İstanbul’a gelip, Fatih’te eski
konaklardan birinin iki odasına yerleşir. Çok fakirlerdir ve kira ödemekte
zorlanırlar. Erol Taş’ı da sekiz yaşındayken, Zeyrek’teki 54. İlkokul’a
yazdırırlar. Yoksulluktan okuyamaz ve on bir yaşında okuldan ayrılır. Önce bir
bakkalın yanına çırak girer. Kazandığı para yetmez. Savaş yıllarıdır. Ekmek
karneye bağlanmıştır. Evlerine gelen bir misafir ailenin, bütün ekmek
karnelerini çalar. O yaşlarda hamallık yapmaya başlar Erol Taş. Sırtında küfe,
kazanacağı üç beş kuruş için pazardan evlere eşya taşır. Pazarlarda limon,
portakal, elma, ne bulursa satar. Daha sonra, Eminönü’nde Koço adındaki Rum
baharatçının yanında çalışmaya başlar. Koço onu himayesine almış, gece okuluna
bile yazdırmıştır. Kavgacıdır o yaşlarda. Sık sık kavgalarına tanık olan Koço,
onu Beyoğlu Spor Klübü’ne boksör olarak yazdırır. Var gücüyle çalışır Erol Taş
ve 1947 yılında İstanbul ikincisi, ardından da kilosunda Türkiye ikincisi olur.
Aynı yıl Türkiye Ağır Siklet şampiyonu ile yaptığı maçta, çene kemiği kırılınca
boksu bırakır. Sonraki yıllarda Cankurtaran’daki lastik fabrikasına girer işçi
olarak. Eline geçen parayla Cankurtaran’da sonradan çok ünlenen kahveyi açar.
“Acı
günler”de oynar ve ardından filmler arka arkaya gelmeye başlar. İkinci filmi
Metin Erksan’ın yönettiği “Dokuz Dağın Efesi”dir. Fikret Hakan, Serpil Gül ve
Kadir Savun’la birlikte oynar. Bu filmde oynarken hayatının en acı günlerinden
birini yaşar Erol Taş. O günleri şu cümlelerle anlatır: “Beşparmak dağlarındaydık.
İstanbul’dan ayrılırken karım hamileydi. Akşamları işten sonra Aydın’da bir
bahçeli kahvede toplanır, istirahat eder, konuşurduk. Bir akşam telefon geldi,
‘Gözün aydın nur topu gibi bir erkek çocuğun oldu’ dediler. (…) Sabahleyin ilk
uçakla İstanbul’a döndüm. Kapıdan içeriye girdiğimde evim sanki bir mezara
benziyordu. Her taraf sessizdi. Geleceğimden de haberleri yoktu. Karım hasta
yatıyordu. Beni gördü, doğrulmak istedi ve düştü bayıldı. Çocuğum ölmüştü. O
gün, hayatımdaki en üzüntülü günüm oldu. O gün karımı teselli ederken; ‘Üzülme
Tanrı onu bizden fazla sevdi. Bak göreceksin iki tane birden verecek’ dedim.
Ertesi sene de ikiz çocuğum oldu. İkisi de kız. İsimlerini Güler ve Gönül
koydum.”
Bu acı Erol
Taş için ilk değildi, son da olmadı. Hayatının son yıllarını birçoğumuzun tanık
olduğu sıkıntılarla, hastalıklarla geçirdi. 90’lı yılların ikinci yarısında
şeker hastalığı nedeniyle önce kangren olan sol ayağı kesildi, ardından
ailedeki anlaşmazlıklar, çatışmalar nedeniyle sinemadan sonra onu hayata bağlayan
kahvesi kapandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder