31 Ocak 2016
Yanılmıyorsam
2011 yılının 13 Ekim’iydi. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Suriye
doğumlu Yönetmen Shiar Abdi’nin Meş (Yürüyüş) filmini izlemiştik. Film
Türkiye/Almanya ortak yapımıydı. Türkçe, İngilizce alt yazıyla izlediğimiz film
Kürtçeydi. Filmin senaryosunu da yazan yapımcı Selamo’nun (Abdulselam Kılgı),
12 Eylül darbesinden sonra Almanya’ya ‘kaçmak’ zorunda kaldığını film
sonrasında yapılan söyleşide öğreniyorduk.
Toplumsal bir altüste yol açan, egemenler adına toplumun yeniden şekillenmesini
sağlamak amacıyla gerçekleştirilen Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbesi 12
Eylül 1980, toplumun her kesiminde onarılması zor yaralar açmıştı. Bu gün de
etkisi altında olduğumuz 80 darbesi Kürt coğrafyasında daha zorlu yaşanmıştı.
Meş, 1980 12 Eylül’ünün öncesinde ve sonrasında Mardin’in Nusaybin ilçesinde Halilo adlı “deli” ve onun çevresinde yaşananları aktarıyordu. Halilo’nun arkadaşlarının kimi babasız kalır, kiminin ailesi ilçeyi terk eder, kiminin yakınları gözaltına alınıp bilinmeyen yerlere götürülür. Halilo, ağzında rast gele birilerinden aldığı sigarası, omzunda paltosu ile sürekli yürüyerek sessiz protestosunu sürdürür. Ailesiyle de, dünyasına girip onu anlamaya çalışan küçük çocuk Cengo’yla da, Cengo’nun arkadaşlarıyla da konuşmayan Halilo’nun suskunluğu aynı zamanda kimlik ve dil üzerine yoğunlaşan baskılara yönelik bir protestodur.
Halilo, yerden izmarit topladığı gibi, insanların ağzındaki sigarayı da kapıp
içmeyi sürdürür. Suskun protesto yürüyüşünü ‘askeriye’nin önünde sürdürürken
aracına binmek için çıkan rütbeli subayın ağzındaki sigarayı da kaptığında
subay Halilo’ya tokat atar. Halilo da aynı sertlikte bir tokatla subaya
karşılık verir.
Subaya
(otoriteye) atılan bu tokat salonda sınırlı da olsa alkışla karşılanırken, film
sonrası yapılan basın toplantısında linç kültürünün yansıması tartışmalara yol
açar.
Tartışmalara geçmeden bir kaç not düşmek isterim.
Tartışmalara geçmeden bir kaç not düşmek isterim.
Aynı subay
bir 12 Eylül uygulaması olarak köyleri, evleri basıyor baskı ve zulüm
uyguluyordu. Bu zulüm darbe koşullarında tüm ülkede yaşansa da, dağlarında
“gerilla” olan Kürt coğrafyasında daha acımasızdı. Darbe sonrasında Halilo’nun
çevresindeki birçok Kürt de bundan payına düşeni almıştı. “Kürt sorunu”nu
çözümü zor, acılı bir yola, savaş sürecine sürükleyen bu uygulamalar,
sonrasında yakını baskı, işkence gören Cengo dâhil birçok Kürt gencinin dağa
çıkmasına yol açmıştı.
Meş,
Selamo’nun (Abdulselam Kılgı) yakından tanık olduğu bu gerçekliği sade bir
dille aktarıyordu. Darbe koşullarının sokağa çıkma yasaklı, dur ihtarlı zorlu
günlerinde “teslim ol, dur ihtarı”na uymayan suskun ve “deli” Halilo da
öldürülür.
BİR HALKIN
KALBİNİ KIRDIYSAN…
Film sonrası,
basın toplantısına geçildiğinde söz alan bir izleyici film üzerine konuşmak
yenine saldırgan ve ırkçı bir söylemle siyasi tartışma yapmayı seçiyordu.
Konuşmasıyla linç kültüründen can alan ateşi alevlendiren kıvılcımı da harekete
geçirmiş, salonda tahammülsüzlüğün beslediği gerilimi yükseltmişti.
İzleyici,
“Filminizi Kürtçe çekmişsiniz, niye Türkçe konuşuyorsunuz? (Aynı salonda daha
önce Press filminin oyuncusu Kürtçe konuştuğunda “anlamıyoruz” diye sözü
kesilmiş, tepki gösterilmişti) Bir askeri, deli birisine tokatlattınız.
Salondakiler de alkışladı. Nasıl alkışladılar şaştım. Ben Hakkâri’de
öğretmenlik yaptım, hiç böyle şeyler yaşanmıyor. Siz bölücülük yapıyorsunuz.”
gibi cümleler kurunca, salonda uğultuyu ve saldırgan üslubu yükseltenler,
filmin iki küçük oyuncusunun şaşkın ve korkuyla bakan gözlerine yansıyan ruh
hallerini anlamaya çalışabilselerdi keşke.
Filmde
aktarılan yaşanmış bir öyküydü. Halilo da bölgedeki birçok Kürt gibi asker
tarafından tokatlanmış, sonrasında öldürülmüştü. Ortada yok edilen bir hayat
varken, ön yargılı ve tahammülü yok edilen Türk seyirci, bu hayatı değil,
atılan tokadı görüyordu yalnızca. Benzer sorular üzerine Selamo da buna vurgu
yaparak şunları söyledi: “Size gücenmiyorum. Fikrinize saygı gösteriyorum.
Beraber yaşamak bir aşk gibidir. Birilerinin kalbini kırdıysanız defalarca özür
dilersiniz. Ama benim kalbimi kırarak zorla birlikte yaşayalım diyemezsiniz.
Özgür insanlar olarak, barış içinde yaşayalım. Halilo’nun hayatını
göremiyorsunuz, tokadı görüyorsunuz, ona yanıyorum. O insan vardı, öldürüldü.”
“İnsan hakları sorunu var derseniz sizinleyim” diyen bir seyirciye de, “İnsan
haklarıyla Kürt haklarını mı ayırıyorsunuz” karşılığını verdi. Filmin kahramanı
Halilo’yu deli gözüyle görmediğini belirterek, “Sisteme uyum sağlayamayanlardan
biriydi. Politik bir insandı. Politik bir kişiliğe sahipti” dedi.
Tartışılan
film Meş, Gıyasettin Şehir ile En İyi Sanat Yönetmeni, Abdullah Ado, Nujîyan
Kılgı ile en iyi çocuk oyuncu ve Frank Schreiber, Hemin Derya ile En İyi Müzik
ödüllerini alarak festivalden 4 ödülle ayrılıyordu.
Selemo
(Abdulselam Kılgı), ödül gecesi yaptığı konuşmada da, “Bu festivalin önemi 12
Eylül’de sansürlenen, yasaklanan filmler geç kalmış portakalla ödüllendirildi.
Bizi çok mutlu etti. Ama aynı zamanda biz burada bir Kürtçe film yaptığımız
için kendimizi öteki gibi hissettik. Ve basın tarafından sansürlendik. Bunu
kamuoyuna duyurmak istiyorum.
Siz burada 12 Eylül sistemine bir cevap verdiniz. Sansürlenen bir filme ödül
verdiniz. Biz de 12 Eylül sistemine bir tokat vurmak istedik ama bize sansür
uygulandı, öyle olsun. 30 yıldır bu ülkede bir savaş var. Bunu herkes kabul
ediyor. Ve şimdi tartışıyor. Yıllardır bu ülkede Kürtler’in dili yasaklandı.
Filmler zaten hiç olmadı. Müzikleri yasaklandı. Asimile edildi. Şimdi bunlar
yavaş yavaş kabul ediliyor. Biz beraber yaşamayı seviyoruz. Ama beraber yaşamak
da bir aşk gibidir. Aşkının kalbini kırarsan ondan defalarca özür diliyorsun
ama bir halkın kalbini kırdıysan, yani zorla dayatmayla da olmuyor. Birbirimizi
severek ötekileştirmeden kardeşçe yaşamak istiyoruz.
Sanatın gücü
büyüktür. Büyük olmasaydı 30 yıl sonra 12 Eylül döneminde yasaklanan filmlere
ödül verilmeyecekti. Tek bir insanın ölmemesi için kardeşçe, barış içinde
yaşayabilmek için sanatçı arkadaşlarımızın bu güçlerini kullanmalarını
istiyorum.” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder