11
Eylül 2016
“Yıllardır ben hiç basında gözükmedim, filmde
oynamadım. Bunca sene geçmesine rağmen eşimle bir yere gittiğimiz zaman hoş
bakışlarla karşılaşıyordum. Bu benim hoşuma gidiyordu. Basında görünmediğim
halde bu kadar sene sonra bana hoşlukla bakmaları, tanımaları güzel bir şey.
Demek ki bir iz bırakmışız.”
Bu sözler bir
dönem güzelliği dillere destan olan Türk sinemasının “Kara Boncuk”u Devlet
Devrim’e ait. Güzelliğinden hiçbir şey yitirmemişti Devlet Devrim. Çok cana
yakın, çok içtendi. Yeşilçam filmleriyle yetişmiş kuşaklar o dönemin
filmlerini, o filmlerin oyuncularını unutamazdı elbette. O yıllarda bir saflık,
bir iyi niyet ve doğallık vardı. Bugünün dünyasında pek karşılığını
bulamadığımız incelikler, dürüstlükler yaşanıyordu dostluklarda ve hayatın
birçok alanında. Bugün özlemini çektiğimiz birçok duygu Yeşilçam filmlerine de
yansıyordu doğal olarak. Bugün bize abartılı gelen filmler, tek seçeneği ve
“eğlencesi” sinema olan halk tarafından beğeniyle izleniyordu. Filmlerin o
büyülü dünyası, anlatılan ‘çağdaş masallar’, insanları içine alıyordu.
1944 yılında
İskenderiye’de doğar Devlet Devrim. Dedesi oraya, saraya mütercim olarak
gitmiştir. “Annem orada okuyor, büyüyor ve orada evleniyor. Annem İstanbullu,
babam Mısırlıydı. Ben yarı Mısırlı yarı Türk’üm, melez oluyorum herhalde.”
diyor gülerek. Devlet Devrim doğduktan birkaç yıl sonra annesi ve babası
ayrılır. Annesinin ailesi İstanbul’a döner. Asıl soyadı Muhsin’dir, Devlet
Muhsin. Önce Beylerbeyi’ye yerleşir aile, çocukluğu Beylerbeyi’de geçer. Sonra
Moda’ya taşınırlar.
O yıllarda
Ses dergisi çok popülerdir ve sinemaya yeni yüzler kazandırmak için yarışmalar
düzenler. Devlet Devrim’in bu yarışmalardan haberi yoktur o sıralar. “Hep
derler ya tesadüfler diye, hakikaten de tesadüf oldu. Yeşilçam’la ilgili bir
arkadaşım vardı, gelip giderdi. Oyuncu değildi ama çok arkadaşı vardı. ‘Gel
İstanbul yakasına geçelim’ dedi. O zaman benim için İstanbul’a geçmek büyük bir
olay tabii. Baleye hevesim vardı, bale ayakkabısı alırım diye geçiyoruz
İstanbul’a. Annem Beyoğlu Ziraat Bankası’nda çalışıyor. Beyoğlu’ya geçmek büyük
bir olay, korkuyoruz da. Neticede biz korkarak da olsa geçtik. Be-Ya Film’e
gittik, sahibi Nusret İkbal. Orada bana ‘a, bu ne cici kız’ falan dediler.
Nusret Bey, ‘biz Ses mecmuasında bir müsabaka hazırlıyoruz, seni o müsabakaya
sokalım’ dedi. ‘Yok’ dedim. Mümkün değil, ailem çok kızar. Buralara geldiğimi
de bilmiyorlar. ‘Biz ikna ederiz’ dediler. ‘Asla olamaz’ dedim. Orada ağzımdan
laf aldılar herhalde, annemin Ziraat Bankası’nda çalıştığını öğrendiler. Birkaç
gün sonra annemi aramışlar. Akşam annem eve geldi, korkunç olaylar tabii. Neyse
olurdu olmazdı derken, ‘peki’ dendi. Fotoğraflar çekildi, müsabakaya girdim.
1962 yılında Tamer Yiğit’le birlikte müsabakayı kazandık. Ama ben bir sene
boyunca film çekemedim. Nasıl üzülüyorum, ikinciler, üçüncüler çalışıyor ben
hüzünler içinde ağlıyorum. ‘O kadar zayıfsın ki’ diyorlar, ‘Ayhan Işık’la
oynatsak, sevgilisi olamazsın ancak kızı olursun’. ‘Kızını oynatın o zaman’
diyorum. 45 kiloyum, çok zayıfım. Ben böyle bir sene evde bekledim, üzüntü
içinde.”
Bir gün Ümit
Utku görür Devlet Devrim’i ve o gün mukavele yaparlar. Sonunda filmde
oynayabilecektir. İlk filmi Orhan Günşiray ve Nebahat Çehre’yle oynadığı
Çiçeksiz Bahçe’dir. “Ondan sonra tut tutabilirsen. Arka arkaya çalışmalar
geldi.
Yeşilçam’ın o yoğun döneminde Devlet Devrim de arka arkaya filmlerde oynamaya
başlamıştır. Devlet Muhsin olan adı, Devlet Devrim olur. O yıllarda dünyada
Brigitte Bardot’lar yani B.B.’ler, C.C.’ler vardır, Turgut Demirağ da ‘seni
Türkiye’nin D.D.’si yapalım’ der ve isim babası olur. “Babalarım çok benim Türk
sinemasında. Hepsi beni çok severdi, çocukları gibi severlerdi. Turgut Demirağ
da saygıdeğer bir yapımcımızdı. Hep büyük şirketlerle çalıştım, şanslıydım. Ben
onların kızı gibiydim. Her filmlerinde oynatırlardı beni. Rol ayrımı da
yapmıyordum. En sevdiğim filmim Mor Defter’dir, Yılmaz Güney’le oynamıştık.
Bağdat Yolu, İstanbul’un Kızları, Sözde Kızlar, Haremde Dört Kadın iyi
filmlerdi. Halit Refiğ ve Memduh Ün’ün çektiği filmlerdi. Ben zaten onların
kızlarıydım. Nilüfer Aydan’la da iyi arkadaştık. En sonunda ‘sen benim kızım
ol’ dedi Halit Bey. Benim ismimi ‘Kara Boncuk’ taktı, lakabım olarak kaldı
sonra. Önce ‘Kara Boncuk’ yazılırdı, sonra Devlet Devrim. Çok kısa bir dönemde
çok fazla filmde oynadım ama ben yine de tatmin olamadım. Daha farklı şeyler
yapmak isterdim, oyunculuk adına. Daha iyi filmlerde daha çok başrol, iyi
roller oynamak isterdim.” Sinemaya ara vermiştir fakat sinema çevresinden,
arkadaşlarından kopmamıştır Devlet Devrim. Yıllardır sık sık görüşür
onlarla.
Ben Yılmaz Güney’le çok filmde oynadım. Mor Defter’de Yılmaz’ın çok ilginç,
trajik bir rolü vardı. Bakırköy’de, hastanede çalışıyoruz. Bunda deli gömleği
falan var. Kamera da ağacın üstünde, kimse görmüyor. O böyle çılgın bir
vaziyette rolünü yapıyor. Doktorlar geldi, Yılmaz’ı hemen yakaladılar ‘niye
bunu saldınız’ diye. Sonra film çekildiğini anladılar. Böyle çok anı var tabii.
Böyle hoşluklar, oluyordu, hep neşe içinde geçiyordu zamanımız. Yılmaz Güney
çok sevecendi. O sert yapısının arkasında çok duygusal, çok sevecen biriydi.
Set işçilerine kadar çok başka davranırdı, sevgi doluydu. Sinemaya yönelik çok
hoş düşünceleri vardı.”
1968 yılına
kadar aralıksız çalışır Devlet Devrim. O yıllarda sinema oyuncuları sahneye
çıkmaya başlamıştır. Gazinocu Osman Kavran’ın ısrarıyla o da sahneye çıkar. Hiç
şarkı bilmiyordur. ‘Öğretiriz’ derler. On günde on şarkı öğrenerek sahneye atar
kendini. Ondan sonra sinema biraz ikinci planda kalmaya başlar. İki yıl sürer
sahne çalışmaları. “Hiç boş oturmadım ne sinemada ne de sahnede. Sonra 1970
yılında tanıştıkları Agâh Selçuk Bey’le, 71 yılında evlenirler. “Ya evlilik ya
mesleğin” demiştir eşi. Sahneyi de sinemayı da bırakır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder