SANATÇI AİLENİN SANATÇI
KIZI, İYİ FİLMLERİN OYUNCUSU 11 Haziran 2017
Benden önceki döneme ben çok daha
fazla titizleniyor, saygı duyuyorum. Ben çok ucundan yakaladım, sonuna doğru
diyebilirim. 50’li yıllara bakıyorum, 60’lı yılların başına bakıyorum Sezer
Sezin’lerin, Belgin Doruk’ların, Ayhan Işık’ların dönemi müthiş bir şey. Büyük
bir aşkla yapıldığını gördüm. Ben ilk filmimde heyecanımdan ve üzüntümden düşüp
bayıldım. İnanılmaz yokluklara rağmen sinema yapılıyordu. Öyle sarıyor ki sizi,
o zor şartlarda her şeye rağmen sinema yapıyorsunuz. Çok büyük saygı duyuyorum
o dönemin insanlarına. Şimdi olacak şey değil, mümkün değil yapılamaz. O bir
dönemmiş her şeye rağmen, bütün ‘yok’lara rağmen sinema yapmış insanlar.
Yürekle, aşkla yapılmış. Zaten öyle yapılır bu iş. Şartlarınız konforlaşsa da,
çok elverişli şartlarda da çalışsanız yine de sevmek zorundasınız. Gerçekten de
oyunculuk çok zor bir iş. Yüreğinizle yoruluyorsunuz, beyninizle
yoruluyorsunuz. Her oynadığınız tipleme, her çizdiğiniz karakter sizden bir
şeyler koparıp götürüyor. Hissedenler için konuşuyorum tabii yoksa rol yapanlar
için değil.”
Yeşilçam’ın iyi filmlerinin iyi
oyuncusu Selma Güneri, çocuk yaşta tesadüfen kendini içinde bulduğu Yeşilçam
için söylüyordu bunları. Bugün sinemamızın içinde bulunduğu zor koşullarında
sinema yapmaya çalışanlara da çok büyük saygı duyduğunu, sinema adına teşekkür
ettiğini söylüyor. “Gerçekten kişisel çabalarla çok büyük bir risk altına
giriyorlar. Kendi paralarıyla, beyinleriyle, emekleriyle sinema yapmaya
çalışıyorlar. Ama bu ‘tamam sinema oldu, Türkiye’de sinema var’ demek değil. Salon
durumları malum, ne kazanacakları belli değil, insanlar büyük bir cesaretle
giriyorlar bu işe. Nereye kadar gidecek, ne zaman toparlanır, bu hepimizin
meselesi tabii, bu ülkenin meselesi.”
Selma Güneri sanatçı bir aileden
geliyor. Babası Lütfi Güneri bir dönemin ünlü ses sanatçısı, yorumcusudur. Yine
bir dönemin çok ünlü ses sanatçılarından Ahmet Üstün dayısı. Bizim kuşağın ilk
gençlik dönemi idollerinden olan Selma Güneri farklı fiziği ve içimizin
derinliklerine işleyen bakışlarıyla, izlediğimiz iyi filmlerindeki oyunuyla
ayrı bir yeri vardı bizler için. Kendisinin de çok sevdiğini, filmografisinde
ayrı bir yeri olduğunu söylediği Son Kuşlar, Bitmeyen Yol, Ben Öldükçe Yaşarım,
Nikâhsızlar gibi filmleriyle bu özel yeri edinmiş, Yeşilçam’ın unutulmayan yüzleri
arasındaki haklı yerini almıştı.
Selma Güneri’nin sinemaya
başlamasının ilginç bir hikâyesi var. Çocuk yaşlarda Amerika’da olan babasının
yanına gider, ilkokul dönemini orada geçirir. Daha sonra İstanbul’a döner ve
öğrenimine Kandilli Kız Lisesi’nde devam eder. O günlerde bir akrabası Perde
dergisinin açtığı yarışmaya katılacaktır. “Bana geldi, benim yardımcı olmamı,
kendisine moral vermek için yanında bulunmamı istedi. Biz de annemle birlikte
ona destek vermek üzere yarışmanın yapıldığı Dormen Tiyatrosu’na gittik.
Kulisteydik, Perde dergisinin sahibi Lütfi Gökmen Bey babamdan dolayı annemi
tanıdı. Beni de görünce müthiş bir reaksiyon gösterdi, ‘büyümüş, ne kadar güzel
bir genç kız olmuş’ diye. Türk sinemasının yeni yüzlere ihtiyacı olduğunu neden
bizim yarışmaya katılmadığımızı sordu, üstelik sanatçı bir aileden de
geliyordum. Büyük bir ısrar vardı o gün. Henüz çok küçüktüm, 13 yaşındayım ve
ortaokula gidiyorum. Gerek yok, olacak iş değil gibi olumsuz tepkiler
gösterdik. Fakat çok ısrar olunca kıramadık ve ben sahnede buldum kendimi.
Erkan Yolaç sunuyordu. Ayıp olmasın hatırları kırılmasın diye çıktım sahneye.
Nasıl olsa böyle bir şey olmayacak, ben bu işi yapmayacağım diye düşünüyorum.
Zaten oraya şoset çorap ve örgülü saçlarla gitmişim. Kandilli Kız Lisesi’nde
yatılı okuyorum o zaman. Bir hoşluk olsun diye çıktım sahneye. Sonuçlar
açıklandı, ben birinci seçildim.”
“1964 yılının başında birinci
seçilmiştim, 1964 yılının sonunda ilk filmimi çekiyorum. Sevgili Nilüfer
Aydan’la ilkokul yıllarından tanışıyorduk. Nilüfer de Amerika’dan dönmüş Halit
Refiğ’le evlenmişti. Halit Refiğ İstanbul’un Kızları filmini çekecek. Gençlik
filmi, kalabalık bir kadrosu var. Nilüfer, Halit’e ‘bizim Selma genç kız olmuş,
Perde dergisinin yarışmasında da birinci seçilmiş. Sinemacı olacak herhalde,
ona da bir rol verelim’ diyor. Bana geliyorlar ve ben yine hatıra binaen, en
azından birinci seçildim bir anı olur diye kabul ediyorum. O filmin sonunda çok
olumlu eleştiriler alıyor benim oyunum. Dolayısıyla devam ediyor filmler o tarihten
itibaren. Filmler gelmeye başladı, Son Kuşlar (1965) geldi. Son Kuşlar’dan da
bir Altın Portakal geldi. 1966, 3. Antalya Film Festivali, en iyi kadın oyuncu.
Bu defa olaya daha ciddi bakmaya başladım ve ‘bu benim mesleğim olacak’ dedim o
zaman. Çünkü âşık olmuştum sinemaya. Genlerde de var, ailede çok sanatçı var.
Babam, dayım, ağabeyim müzisyen, şarkıcı. Neden olmasın dedik ve devam ettim.
Sonra iddialı filmler peş peşe geldi.”
En büyük şansının hep çok iyi
ekiplerle çalışma olanağı bulmak olduğunu düşünüyor Selma Güneri. Bir de çok
seçici olmasının sinemada yaptığı kariyerinde önemli bir payı olduğunu
söylüyor. “Eğer sinemada birkaç iyi filmle kariyer yaptıysam bunu benim
seçiciliğime bağlamak lazım. Senaryoyu mutlaka okurdum, çok ciddi çalışmalar
yapardım üstünde. Gelen her teklifi kabul etmezdim. İyi ki de öyle yapmışım.
Çünkü benim kariyerimi belirleyen o yıllarda çekilen ve hâlâ unutulmayan
filmler oldu. Duygu Sağıroğlu’yla tanışmıştım. Bitmeyen Yol filmini çektik.
Tunç Başaran’la On Korkusuz Kadın filmini yaptık arkasından. Sonra Ben Öldükçe
Yaşarım filmi geldi. Yılmaz Güney’le çalışmalarım oldu. Malum o zamanlar sinema
okulları yoktu ama benim için Yılmaz Güney iyi bir okul oldu. Yılmaz Güney’den
ben gerçekten oyunculuğun ne demek olduğunu, nasıl olması gerektiğini, bir
oyuncunun nasıl davranması, nasıl düşünmesi gerektiğini öğrendim. Daha sonra da
böyle sürdü gitti filmler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder