SALON FİLMLERİNİN ROMANTİK JÖNÜ 05 Mart 2017
Yıldız
dergisinin 1951 yılında sinemaya yeni oyuncular kazandırmak amacıyla
düzenlediği yarışmadan sonraki yıllarda da başka sinema, magazin dergileri bu
tarz yarışmalar düzenlerler. Bu yarışmalarla yeni yüzler, yeni yetenekler gelir
sinemaya. 60’lı yıllarda yayın hayatına başlayan Ses dergisi de ilk kez 1962
yılında “Sinema Artisti Yarışması” düzenler ve bunu sürdürür.
Hülya
Koçyiğit, Tamer Yiğit, Ediz Hun, Kadir İnanır, Ajda Pekkan, Engin Çağlar, Tarık
Akan gibi birçok oyuncu Ses’in düzenlediği yarışmayla sinemayla tanışmıştır.
Engin Çağlar
da 1968 yılında Ses dergisinin yarışmasını kazanarak sinemaya gelir. Gerçek adı
Çağlan Övet olan Engin Çağlar 1940 yılında Fatih’te doğar. Çocukluğu ve
gençliği Şişli’de geçer. Robert Kolej’den sonra Şişli Terakki Lisesi’nden mezun
olur ve iç mimari okumak için Almanya’ya gider.
“Sinemayı çok
seviyordum. 1950’lerden itibaren takip ediyordum filmleri. Yarışmaya severek ve
isteyerek girdim. İlk filmim Fatma Girik’le birlikte oynadığımız Öksüz’dü.
Sonra Türkan Şoray’la Bana Derler Fosforlu, Günah Bende mi? ve Kadın Değil
Başbelası filmlerinde oynadım. Aynı yıl Hülya Koçyiğit’le Kınalı Yapıncak
filminde, Filiz Akın’la da Hüzünlü Aşk’da oynadım. O dönemde sinemaya yeni
giren bir erkek oyuncu dört büyük kadın oyuncuyla mutlaka karşılıklı
oynamalıydı. Ben salon filmlerinde romantik jönü oynadım. Ama benim siyah beyaz
döneme giren filmlerim de var. Bunların çoğu avantür filmlerdi. Kılıçlı kavgalı
kostüme filmlerde de oynadım. Ben başladığımda Ayhan (Işık) ağabey vardı. Orhan
Günşiray, Fikret Hakan, Göksel Arsoy, Ekrem Bora gibi dev bir kadro vardı
sinemada. Onların arasında kendimize bir yer bulduk. Bizden sonra da kimse bizi
alttan itip zorlamadı. Bir mankenler dönemi geldi geçti, isimleri bile kalmadı.
Çünkü onlar sinemayı başka amaçlarla kullandılar. Bizim gibi sinemaya sevgiyle
gelmediler. Gidenin yerine kimse gelmedi. Şener Şen var son yılların en iyi
oyuncusu olarak. ”
Engin
Çağlar’la Cağaloğlu Yokuşu’ndaki baba yadigârı işyerinde, Öğretmen
Yayınları’nda görüşmüştük. Türkiye haritaları, Atatürk köşesi, mevsimler
tablosu gibi okul malzemelerinin imalatını yapıyordu o yıllarda.
“1969’da 10
film, 70’te 13 film, 71’de 13 film gibi yoğun bir tempoyla 60 kadar filmde
oynadım. O zamanlar yılda 200-250 film çekiliyordu. Oyuncunun devamlılığı için,
arandığını göstermesi için her ay bir filmde oynaması gerekiyordu. 75 yılına
kadar dolu dolu çalıştım. Sinemanın güzel dönemidir. Benim için 1955’le 1975
arasıdır sinemanın altın devri. Sonra televizyon girdi insanların evine.
Ekonomik ve sosyal problemler başladı. Yavaş yavaş insanlar sinemalardan
çekildi. Seks filmleri dönemi başladı. Bu dönemde ben sinemadan uzaklaştım.
Ticaret yaptım. Sahneye çıkmadım, sinemadan kazandığım şöhreti başka bir alanda
kullanmak istemedim. Konfeksiyon işi yaptım, mağazalarım vardı. Akademiden
resim, renk ve ofset matbaacılığını iyi bildiğim için 1980 yılında babamın
işyerinin başına geldim.”
“Sinemadan
çok uzak kalmadım aslında. Tabii alışılmış bir tempo ve yoğunluk vardı o
yıllarda. Gazeteler hepimizi gündemde tutardı. Eski yoğunlukta olmasa da
80’lerden bu yana sürdürüyorum film çalışmalarımı. 90’larda televizyon dizileri
başladı. Ben ilk Orhan Kemal’den uyarlanan El Kızı’nda oynadım Perihan
Savaş’la. Sonra Akif Bey, Varsayalım Böyleyiz ve Yasemin dizilerinde
oynadım.
Biz Saner
Film’e Emel Sayın’la birlikte beş tane film yaptık. O filmler, o yılların
hâsılat rekorları kıran filmleriydi. Metin Erksan gibi usta bir yönetmenin
çektiği, beğenilen filmlerdi. Emel Sayın-Engin Çağlar ikilisi oluşmuştu. Öyle
ikililer vardır sinemada. Emel de çok güzel bir kadın ve zamanın en güzel
şarkılarını söylüyor. Ben de iyi bir yerdeydim sinemada.”
Engin Çağlar
sinemanın tekrar eski güzel günlerine dönemeyeceğini söylüyor. “O günün
insanıyla, bu günün insanı arasında çok büyük değişiklik oldu. İnsanlarımız
sinemanın gerisindeyken bugün aklı, bilgisi, estetiği filmlerin önüne geçti.
Bir de ekonomik olarak evden çıkmak, sinemaya gitmek bir aile için epey külfet
getiriyor. İnsanlar ekonomik olarak ancak kendilerine yeter durumdalar.
Filmlerde de onları çekecek, seyredecek bir şey bulamaz hale geldiler.
Televizyonlarda kanallar çoğaldı. Elbette İstanbul Kanatlarımın Altında gibi,
Eşkıya gibi örnekler var. Yılda böyle 3-4 film olacak tabii. Ama bu filmciliği
eskisi gibi sürdürmek, oyunculuğu sürdürmek, teknik ekibi tutmak için yeterli
değil. Ekonomik olarak yaşayamazsınız. İnsanları tekrar Türk filmlerine, kapalı
salonlara çekmek zor bir durum gibi gözüküyor. Sinemanın var olması gerekiyor.
Bunun için Kültür Bakanlığı’nın, devletin yapacakları, sinemadaki şartların
düzelmesi, çalışan insanların sosyal güvencelerinin olması hepimizi memnun
eder.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder