25 Mart 2020 Çarşamba

ENGİN ÇAĞLAR


SALON FİLMLERİNİN ROMANTİK JÖNÜ 05 Mart 2017
Yıldız dergisinin 1951 yılında sinemaya yeni oyuncular kazandırmak amacıyla düzenlediği yarışmadan sonraki yıllarda da başka sinema, magazin dergileri bu tarz yarışmalar düzenlerler. Bu yarışmalarla yeni yüzler, yeni yetenekler gelir sinemaya. 60’lı yıllarda yayın hayatına başlayan Ses dergisi de ilk kez 1962 yılında “Sinema Artisti Yarışması” düzenler ve bunu sürdürür. 
Hülya Koçyiğit, Tamer Yiğit, Ediz Hun, Kadir İnanır, Ajda Pekkan, Engin Çağlar, Tarık Akan gibi birçok oyuncu Ses’in düzenlediği yarışmayla sinemayla tanışmıştır.
Engin Çağlar da 1968 yılında Ses dergisinin yarışmasını kazanarak sinemaya gelir. Gerçek adı Çağlan Övet olan Engin Çağlar 1940 yılında Fatih’te doğar. Çocukluğu ve gençliği Şişli’de geçer. Robert Kolej’den sonra Şişli Terakki Lisesi’nden mezun olur ve iç mimari okumak için Almanya’ya gider.
“Sinemayı çok seviyordum. 1950’lerden itibaren takip ediyordum filmleri. Yarışmaya severek ve isteyerek girdim. İlk filmim Fatma Girik’le birlikte oynadığımız Öksüz’dü. Sonra Türkan Şoray’la Bana Derler Fosforlu, Günah Bende mi? ve Kadın Değil Başbelası filmlerinde oynadım. Aynı yıl Hülya Koçyiğit’le Kınalı Yapıncak filminde, Filiz Akın’la da Hüzünlü Aşk’da oynadım. O dönemde sinemaya yeni giren bir erkek oyuncu dört büyük kadın oyuncuyla mutlaka karşılıklı oynamalıydı. Ben salon filmlerinde romantik jönü oynadım. Ama benim siyah beyaz döneme giren filmlerim de var. Bunların çoğu avantür filmlerdi. Kılıçlı kavgalı kostüme filmlerde de oynadım. Ben başladığımda Ayhan (Işık) ağabey vardı. Orhan Günşiray, Fikret Hakan, Göksel Arsoy, Ekrem Bora gibi dev bir kadro vardı sinemada. Onların arasında kendimize bir yer bulduk. Bizden sonra da kimse bizi alttan itip zorlamadı. Bir mankenler dönemi geldi geçti, isimleri bile kalmadı. Çünkü onlar sinemayı başka amaçlarla kullandılar. Bizim gibi sinemaya sevgiyle gelmediler. Gidenin yerine kimse gelmedi. Şener Şen var son yılların en iyi oyuncusu olarak. ”
Engin Çağlar’la Cağaloğlu Yokuşu’ndaki baba yadigârı işyerinde, Öğretmen Yayınları’nda görüşmüştük. Türkiye haritaları, Atatürk köşesi, mevsimler tablosu gibi okul malzemelerinin imalatını yapıyordu o yıllarda. 
“1969’da 10 film, 70’te 13 film, 71’de 13 film gibi yoğun bir tempoyla 60 kadar filmde oynadım. O zamanlar yılda 200-250 film çekiliyordu. Oyuncunun devamlılığı için, arandığını göstermesi için her ay bir filmde oynaması gerekiyordu. 75 yılına kadar dolu dolu çalıştım. Sinemanın güzel dönemidir. Benim için 1955’le 1975 arasıdır sinemanın altın devri. Sonra televizyon girdi insanların evine. Ekonomik ve sosyal problemler başladı. Yavaş yavaş insanlar sinemalardan çekildi. Seks filmleri dönemi başladı. Bu dönemde ben sinemadan uzaklaştım. Ticaret yaptım. Sahneye çıkmadım, sinemadan kazandığım şöhreti başka bir alanda kullanmak istemedim. Konfeksiyon işi yaptım, mağazalarım vardı. Akademiden resim, renk ve ofset matbaacılığını iyi bildiğim için 1980 yılında babamın işyerinin başına geldim.”
“Sinemadan çok uzak kalmadım aslında. Tabii alışılmış bir tempo ve yoğunluk vardı o yıllarda. Gazeteler hepimizi gündemde tutardı. Eski yoğunlukta olmasa da 80’lerden bu yana sürdürüyorum film çalışmalarımı. 90’larda televizyon dizileri başladı. Ben ilk Orhan Kemal’den uyarlanan El Kızı’nda oynadım Perihan Savaş’la. Sonra Akif Bey, Varsayalım Böyleyiz ve Yasemin dizilerinde oynadım. 
Biz Saner Film’e Emel Sayın’la birlikte beş tane film yaptık. O filmler, o yılların hâsılat rekorları kıran filmleriydi. Metin Erksan gibi usta bir yönetmenin çektiği, beğenilen filmlerdi. Emel Sayın-Engin Çağlar ikilisi oluşmuştu. Öyle ikililer vardır sinemada. Emel de çok güzel bir kadın ve zamanın en güzel şarkılarını söylüyor. Ben de iyi bir yerdeydim sinemada.”
Engin Çağlar sinemanın tekrar eski güzel günlerine dönemeyeceğini söylüyor. “O günün insanıyla, bu günün insanı arasında çok büyük değişiklik oldu. İnsanlarımız sinemanın gerisindeyken bugün aklı, bilgisi, estetiği filmlerin önüne geçti. Bir de ekonomik olarak evden çıkmak, sinemaya gitmek bir aile için epey külfet getiriyor. İnsanlar ekonomik olarak ancak kendilerine yeter durumdalar. Filmlerde de onları çekecek, seyredecek bir şey bulamaz hale geldiler. Televizyonlarda kanallar çoğaldı. Elbette İstanbul Kanatlarımın Altında gibi, Eşkıya gibi örnekler var. Yılda böyle 3-4 film olacak tabii. Ama bu filmciliği eskisi gibi sürdürmek, oyunculuğu sürdürmek, teknik ekibi tutmak için yeterli değil. Ekonomik olarak yaşayamazsınız. İnsanları tekrar Türk filmlerine, kapalı salonlara çekmek zor bir durum gibi gözüküyor. Sinemanın var olması gerekiyor. Bunun için Kültür Bakanlığı’nın, devletin yapacakları, sinemadaki şartların düzelmesi, çalışan insanların sosyal güvencelerinin olması hepimizi memnun eder.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder