08 Ocak 2017
50’li, 60’lı,
70’li yıllarda askerlik için ya da öğrenim görmek için büyük kente gelenler
geldikleri büyük kentlerde kök salma umuduyla ‘yerleşmeyi’ seçti. O yıllarda
başka bir göç dalgası daha yaşanmıştı büyük düşlerin kenti, taşı toprağı altın
bellenen İstanbul’a.
Yeşilçam
filmlerinin büyülü dünyaları tüm ülkeyi sarmış, “gişe rekorları kıran”, büyük
işler yapan filmler salonları doldurmuştur. Olanaksızlıklar içinde ortaya çıkan
filmler halk tarafından beğeniyle izleniyordur. Bu filmlerin unutulmaz
oyuncuları, starları da o yılların en gözde, şöhretli ve özenilesi insanları
olur.
İnsanlar
şöhret olmak, “artist” olmak için evden kaçıp, soluğu İstanbul’da alıyordur. O
yıllarda İstanbul, Beyoğlu biraz da Yeşilçam demektir. Sınıf atlama düşleriyle,
artist olma umuduyla evlerinden, ailelerinden uzaklaşanlar soluğu Beyoğlu’nda
alır. Yeşilçam’ın büyülü dünyası onları da etkilemiştir fakat gerçek hayatla
filmlerde gördüklerinin aynı hayatlar olmadığını anlamaları uzun sürmez.
Yeşilçam’ın melodramlarında gördüklerini yaşamak isteyenler için asıl dram işte
o zaman başlar. Çoğu umduğunu bulamaz, düş kırıklıkları ve büyük acılar yaşanır.
Kimi o fırsatı yakalamış, isimleri, yüzleri ve hayatları unutulmazlar arasına
girmiştir fakat çoğu mutsuz yaşamış, mutsuz ayrılmışlardır aramızdan.
Sınıf atlama,
şöhret olma düşleri ve artist olmak için evden kaçan insanlar birçok Yeşilçam
filmine de konu olur. Bunların en etkileyicisi, iz bırakanı kuşkusuz “Ah Güzel
İstanbul”dur. Atıf Yılmaz’ın yönettiği filmde Haşmet Bey suretinde dev gibi bir
Sadri Alışık yansır beyazperdeye. Karşısında Ayşe suretinde, genç ve başarılı
oyuncu Ayla Algan vardır şöhret olmak için çabalayan. Biri tüm servetini
yitirmiş, düşmüş eski İstanbul beyefendisi Haşmet İbriktâroğlu, diğeri de
artist olma düşleriyle İzmir’deki gecekondularından kaçıp İstanbul’a gelen Ayşe
Goncagül’dür.
Zengin ve
köklü aileden gelen İstanbul beyefendisi Haşmet İbriktâroğlu, seyyar
fotoğrafçılık yapmaktadır. Dedesinin dedesi Osmanlı sarayında ibrikçi başı,
dedesi paşa, babası da zengin bir hovarda ve tüccardır. Haşmet Bey de,
Beylerbeyi’nde bir yalıda dünyaya gelir. Bir yaşındayken annesi yakışıklı bir
zabitle kaçar, babası da içkide iki hanı bir koca köşkü kaybeder. Servetin
kalan kısmını da Haşmet Bey batırır. Kendi başına buyruk olabilmek için seyyar
fotoğrafçılık yapmaktadır. İki üç kuruş için hürriyetini satmak istemez.
Paralar suyunu çekince varlıklı dostları da arayıp sormaz olur. İnsancıldır,
kalenderdir Haşmet Bey. Çorbasını da rakısını da “Sabah Çorbacı Gece Meyhaneci”
tabelası olan Rıfkı’nın yerinde içer.
Körüklü
fotoğraf makinesiyle ‘İstanbul Hatırası’ yazan bezin önünde fotoğrafını
çekerken tanır Ayşe’yi Haşmet Bey. İlk karşılaşmada aralarında geçen konuşma
çarpıcıdır.
Ayşe: Film yıldızı olucam da… Kendim geldim. Sinema mecmuasının artist yarışması için. Oğuz Baranlı Bey var, tanırsınız herhalde. Sirkeci’de bir pansiyon var canım, Medeniyet Pansiyonu…
Haşmet Bey: Oğuz Bey de medeni olmalı!.
Ayşe: Film yıldızı olucam da… Kendim geldim. Sinema mecmuasının artist yarışması için. Oğuz Baranlı Bey var, tanırsınız herhalde. Sirkeci’de bir pansiyon var canım, Medeniyet Pansiyonu…
Haşmet Bey: Oğuz Bey de medeni olmalı!.
Ayşe: Kibar
adam, beni görmüş beğenmiş. ‘Yarışmaya boşuna girme’ dedi. ‘85 kız var, senin
pistonun yoksa kazanamazsın’ dedi. ‘Ben seni hemen yükseltirim’ dedi.
Haşmet Bey: Hemen artist yapacak sizi.
Haşmet Bey: Hemen artist yapacak sizi.
Bu konuşmalar
sürerken düzenin nasıl işlediğini, artist olma ve sınıf atlama düşleri içinde
bu yollara başvuranların başlarına neler gelebileceğini bilen Haşmet Bey’in
canı sıkılır, içi burkulur. Ayşe önce kendini sinemacı olarak tanıtan, kadın
tüccarı Oğuz Baranlı’nın tuzağına düşer. Haşmet Bey’in eski yalısının yanındaki
köhne kulübede kalmaya başlar. Ayşe’nin “bildiğimiz gecekondu ayol” dediği yalı
müştemilatı köhne kulübede Haşmet Bey, geçmiş yaşantısının, geldiği sınıfın
simgeleri olan piyanosunu, ailesinin fotoğraflarını ve antika aynasını,
kitaplarını korumaktadır.
Film, yaşanan
yeni dönüşümler üzerinden, geleneksel değerler ve modern değerler çatışması
ekseninde kurar dramatik yapısını. Medeniyet sözcüğü olumsuz dönüşümü,
kirlenmeyi ve yenidünyayı simgeler biçimde kullanılır. Filmin en etkili
konuşmasını Ayşe’nin artist olma hayallerindeki ısrarcılığına karşı Haşmet Bey,
kulübeyi ısıtmak için çalı çırpı toplamaya çıktığında kendi kendineyken yapar:
“Zavallı çocuk, cahil kafacığını çürük ümitlerle doldurmuşlar. Eee naparsın,
aşağılık mecmualar, kötü filmler, pis efsaneler… Ben şimdi sana hakikati nasıl
anlatacağım. Ahh ihtiyar medeniyet, çocuklarına sağlam, yepyeni bir dünya
kurmaktan bunca aciz misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin süslü
yalanlarla mı besleyeceksin?” Batı özentisi dönüşümlere, “medeniyet denilen tek
dişi kalmış canavar”ın süslü yalanlarına bir hayıflanmadır bu.
Haşmet: Sus
konuşma bari. Büsbütün öldürme insanı. Seni sevdim ulan, sevdim be. Esiri aşkın
oldum. Ne istedinse yaptım, hatalar işledim. Muradın olsun, yüzün gülsün diye
olmayacak işlere karıştım. Kendime bile ihanet ettim. Haşmeti harcadım,
haşmeti. Bas hadi, defol. Defol, bir daha da görünme bana. Sana ağladığımı
sanma. Bir Ayşe vardı, saftı, fakirdi, güzeldi; onu kaybettim, ona ağlıyorum.
Ayşe intihar
girişiminde bulunur, bu görüşmeden sonra. Haberi alan Haşmet, hastaneye koşar.
Ölümden dönen ve hastanede basına açıklama yapan Ayşe, gazino patronunun da
isteğiyle, durumu bir şova dönüştürmekte, magazinel açıklamalar yapmaktadır.
“Hüviyetinizi niçin değiştirdiniz?” diye soran gazeteciyi, eline yazılı olarak verilen metni gizlice okuyarak yanıtlar: “Kendi burjuva çevremden kopmak, halka inebilmek, halkın dertlerini dile getirebilmek için.”
“Hüviyetinizi niçin değiştirdiniz?” diye soran gazeteciyi, eline yazılı olarak verilen metni gizlice okuyarak yanıtlar: “Kendi burjuva çevremden kopmak, halka inebilmek, halkın dertlerini dile getirebilmek için.”
Açıklamaları
yaparken gelen Haşmet’i karşısında gören Ayşe birden kendine gelir, ‘aslına’
döner.
“Yalan söyledim, hepsini uydurdum. Beni zorladılar, yalan söylemeye zorladılar. Yalancının, şaşkının biriyim ben. Ne zenginim, ne de kolejde okudum. Ayşe’yim ben Ayşe. O Aylin ismi de sahte, Ayşe de sahte ya, her şey yalan. Bu saçlar, bu kirpikler, bu boyalar… Dışımız, içimiz hepsi sahte. Babam işsiz, ağabeylerim fabrika işçisi. Sekiz nüfus bir odada. İstanbul’a kaçtım geldim, zengin olmak, meşhur olmak için. Yalanla dolanla yürütemedim işimi, gene işsiz, parasız kaldım, yalnız kaldım. O zaman ölmek istedim, her şey gibi ölüme bile hile kattım.
“Yalan söyledim, hepsini uydurdum. Beni zorladılar, yalan söylemeye zorladılar. Yalancının, şaşkının biriyim ben. Ne zenginim, ne de kolejde okudum. Ayşe’yim ben Ayşe. O Aylin ismi de sahte, Ayşe de sahte ya, her şey yalan. Bu saçlar, bu kirpikler, bu boyalar… Dışımız, içimiz hepsi sahte. Babam işsiz, ağabeylerim fabrika işçisi. Sekiz nüfus bir odada. İstanbul’a kaçtım geldim, zengin olmak, meşhur olmak için. Yalanla dolanla yürütemedim işimi, gene işsiz, parasız kaldım, yalnız kaldım. O zaman ölmek istedim, her şey gibi ölüme bile hile kattım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder