19
Şubat 2017
Çocukluğumun Yeşilçam’ı en çok Ahmet
Tarık Tekçe, Suphi Kaner, Yıldırım Önal ve Yılmaz Güney’di fakat sadece bu
kadar değildi. Orhan Günşiray’dı, Cüneyt Arkın’dı, Sami Hazinses’di, Vahi
Öz’dü, Hüseyin Baradan’dı, Necdet Tosun’du, Mürüvvet Sim’di, Mualla Sürer’di...
70’li yılların başında şimdiki adı Gazeteci Erol Dernek Sokak olan sokaktaki
“Ata’nın Kahvesi”nin önünden geçtiğimde en çok Arap Celal’i görürdüm. Sokağın
öbür ucunda Hayati Hamzaoğlu görünürdü. Havva Sokak’ta Renan Fosforoğlu’na,
Anadolu Pasajı’nın önünde Cevat Kurtuluş’a, Yeşilçam Sokak’ta “Tecavüzcü
Coşkun”a rastlardım. O yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar,
soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’da alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul
sinema demekti. Yeşilçam’ın o büyülü dünyası her zaman insanları içine
çekmişti.
60’lı yıllarda Sadri Alışık Turist
Ömer, Göksel Arsoy Altın Çocuk, Yılmaz Güney Eşref Paşalı filminde ve daha
birçok filmde “gangster”di. Bol yıldızlı, geniş kadrolu filmler vardı en çok.
Bir dönem Turgut Özatay’sız film yok gibiydi. Ahmet Tarık Tekçe o kadar çok
filmde oynuyordu ki kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe’siz film olmaz deniyordu.
Killing filmlerinin yanı sıra o yıllarda Hüseyin Baradan Çekilin Aradan ya da
Her Yol Helal Zımbala Bilal gibi filmler de vardı. İrfan Atasoy “uçan adamdı”
ve “kendi taklalarını kendi atar” denirdi. Yılmaz Köksal “komik kovboy”, Danyal
Topatan Camoka, Dursune Şirin de çocukluğumuzun “Arap bacı”sıydı.
Sadri Alışık’lı Red Kit filminin
çiftlik sahibi “iyi kalpli moruk amcası” Ali Şen’di, avukat Karasakal da gerçek
haydut. Atını Seven Kovboyda Red Kit Daltonlar’a karşı mücadele eder. Dalton
Kardeşler’in Sami Hazinses’i, posta arabasını soyarlarken “leydiler,
centilmenler sakın kımıldamasın eller, inin aşağıya beyler” diye seslenir
arabadakilere. Filmin kötü adamları tabii ki Kudret Karadağ ve Süheyl
Eğriboz’dur. Sevimli Şerif Cevat Kurtuluş, filmin güzel kadını Bayan Mercedes
de Figen Han’dır. Filmin yönetmeni Aram Gülyüz 1974 yılında çektiği bu filmden
4 yıl önce de İzzet Günay’lı bir Red Kit çekmişti.
‘VARSIN FAKİR OLAYIM’
Yılmaz Güney’li, Cüneyt Arkın’lı
filmler kadar Ayşecik’li, Ömercik’li, Yumurcak’lı, filmler de büyük ilgi
görüyor, mutlu sona hep birlikte seviniliyordu. Ezilen, horlanan, hep ağlayan
Ayşecik’in, sevimli Ömercik’in, Afacan’ın, Yumurcak’ın, Sezercik’in yanı sıra o
filmlerin iyi, sevimli ve babacan insanları Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Necdet
Tosun, Sami Hazinses, Suna Pekuysal, Hüseyin Baradan, Cevat Kurtuluş’la da
bütünleşirdik. “Bana annemi versin, bütün servet onun olsun. Ben para pul
istemiyorum, annemi istiyorum” diyordu Yavrum filminde Ayşecik. Ayşecik Fakir
Prenses filminde de babası o doğmadan ölmüş, mahallede herkesin prenses dediği
biridir. Günün birinde prenses olur. O filmde de “ben sevdiğim insanlar
arasında yaşayayım da varsın fakir olayım” der.
ENTELEKTÜEL GANGSTER
Yarın Son Gündür filminde Yılmaz
Güney entelektüel bir gangsterdir. Lakabı ‘kara çocuk”tur, rol arkadaşı Fatma
Girik’in de “mavi çocuk”. Bilal İnci “kemikkıran”, Süleyman Turan “komser
Sülüman”, Feridun Çölgeçen de “aslan avcısı Yakup Bey”dir. Yılmaz Güney,
senaryosunu kendi yazdığı ve yönettiği filmde, kendisini tehdit eden Yakup
Bey’e “belki artist olurum, beni Yılmaz Güney’e benzetirler” der. Aldığı yanıt
“yok canım sen o kadar çirkin değilsin”dir. Filmin bir başka sahnesinde Mavi
Çocuk’a “biz usturanın her zaman keskin tarafında yürüyoruz. Önümüzde
mezarlıklar ve hapishaneler var” der. Yılmaz Güney’in gerçek yaşamında da hep
hapishaneler oldu. Güzel, sıcak insan bakışlarıyla, boynunu yana eğmesi,
oynadığı her rolün ona yakışması ve kendine özgü çizgisiyle kendi kuşağını
olduğu kadar kendinden sonra gelen kuşakları da etkilemiş bir sinemacıydı
Yılmaz Güney.
Yeşilçam’da filmler bin bir zorlukla,
yokluklar içinde, insan emeğine ve “yaratıcılığına” dayanarak yapılıyordu. Bir
avuç inançlı sinemacının, yönetmenin ve her biri doğal yetenek olan
oyuncuların, sinema emekçilerinin olanaksızlıklar içinde ortaya çıkardıkları
filmler, halk tarafından beğeniyle izleniyordu. 70’li yılların ortalarına kadar
sürdü bu durum. Sonra büyü bozuldu. Gittikçe daha az film çekilir oldu. Seyirci
salonlardan uzaklaştı(rıldı). Arkasından çok kanallı televizyonlar ve videonun
etkisiyle kriz derinleşti, sinema salonları arka arkaya kapanmaya başladı.
Birçok yapımcı sinemadan kazandığı parayı sinemaya aktarmadı. “Han hamam”
sahibi kimi yapımcılar, işletmeciler, sinemacılar salonlar kapanırken, pazarı
Amerikan sinemasına kaptırırken sessiz kalmayı seçti. Birçok sinemacı para yok
gerekçesinin arkasına saklandı.
Geldik bugünlere. Popüler Yeşilçam
filmleri dönemi bitmiş, yeni bir dönem başlamıştı. Popüler Yeşilçam filmleri
diziler olarak televizyonda sürüyordu. Artık yönetmen sineması iyi oyuncu, kötü
oyuncu vardı... Sinemadaki kriz henüz aşılamamıştı fakat yeni bir “kuşak” da
yetişmişti oyuncusuyla, yönetmeniyle, birçok “eski” usta yönetmenimizin ve
oyuncularımızın yanı sıra. Yeniden iyi filmler yapılıyor, seyirci salonlara
dönüyor ve “yerli filmleri” izliyordu.
Ne mutlu... Çok yaşasın sinema…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder