11 Aralık 2016
“Artist, her zaman kazanacağını sanır. Oysa
bilmez ki ömrü gece kelebeği kadar kısadır. Aynı gün doğar, yaşar ve ölür. O,
hep hayal dünyasında yaşar. Cenazesinde bile espri yapılır. Ona yapılan her şey
göstermeliktir. Cenaze dönüşü, daha yolda aleyhinde atılıp tutulmaya
başlanmıştır bile.”
“Yeşilçam’ı Benden Sorun” adını
verdiği anılarında bunları söylüyordu Öztürk Serengil, kendi deyimiyle “Artist Takımı”
için. Kendisine yapılan acımasızlıkları, dedikoduları, vefasızlıkları,
kırgınlıkları da bütün ayrıntılarıyla ve kendi üslubuyla anlatır anılarında.
Yıllar önce Feridun Karakaya’yı
Cilalı İbo, Sezer Sezin’i Şoför Nebahat, Neriman Köksal’ı Fosforlu Cevriye,
Sadri Alışık’ı Turist Ömer, Belgin Doruk’u Küçük Hanımefendi olarak tanıdıysa
içimdeki sinema sevdalısı o hiç büyümeyen çocuk, yine o yıllarda Adanalı Tayfur
olarak tanımıştı Öztürk Serengil’i de.
KÖTÜ
DEĞİL ‘TATLI SERSERİ’
Hayatını adadığı, anılar biriktirip
acılar biçtiği 68 adımlık Yeşilçam Sokağı’nda, “tutunamayan” dönemini atlatıp
‘dikiş tutturduğunda’ kötü adam olarak ünlenir Öztürk Serengil. İlk zamanlar
birçok insana “işte kötü bir adam böyle olur” dedirtse de beni hiçbir zaman
korkutan bir kötü adam olmadı. Hep matrak bir adam olarak algıladım onu. En
“kötü”yü oynadığında bile... “Yeşşeee”, “temem bilekis”, “kelaj”, “abidik
gubidik” gibi eğlenceli “Öztürk Serengil Edebiyatı” olan ve komik hareketler
yapan gerçekten de “kel”aj, şapkalı, aşağı sarkık bıyıklarıyla ve Feridun
Karakaya’nın Osman Seden’e önerisiyle “tatlı serseri rolleri” oynayan komik bir
adam.
Öncesinde ve sonrasında iki kötü adam
tanıdım acımasız mı acımasız, yaptıkları kötülüklere salondan da anında sert
tepkiler alan fakat yine de çok sevdiğim; Ahmet Tarık Tekçe ve Önder Somer.
Ahmet Tarık Tekçe iri cüssesiyle, filmlerinde çocuk kaçıran, kötülük yapmaktan
kaçınmayan efsane bir kötü adamdı. Önder Somer de salon filmlerinin en tepki
çeken kötü adamıydı. Genç kızların içkilerine ilaç koyup, onları ‘kötü
emellerine alet etmekten’ kaçınmazdı. Ne masum kız kötü yola düşmüştü onun
yüzünden. Öztürk Serengil ikisinin ortasında bir kötü adamdı; -açlıkla,
yoksullukla, didinmeyle geçen ilk on yıllık sinema serüveninde-“Ne Şeker Şey”
ve “Badem Şekeri” filmleriyle başlayıp “Adanalı Tayfur”la doruğa ulaşan tatlı
serseri ve komik adam rollerine kadar. Henüz Adanalı Tayfur olmadığı, küçük rol
büyük rol ayrımı yapmadan her teklifi kabul ettiği ve kötü adam olarak nam
saldığı günlerdeki inandırıcılığını şu cümlelerle açıklıyordu Öztürk Serengil,
“Bir insanı kandırmaktan, ünlü deyimle ‘kazıklamaktan’ çok zevk alırdım.
Aldatmak, yalan söylemek beni aç, yoksul bırakan cemiyetten intikam almak
hoşuma gidiyordu. O kadar fakirdim ki tek pantolonum vardı. Acı, acıklı, hazin
şeyler bunlar. Menfi bir tip olmuştum. Gerçekten fena insandım. İlk filmlerimde
bu fena adam rolünü o kadar içten, o kadar candan oynadım ki herkes beğendi ve
bugünkü şöhretimi kazandım.”
HAYLAZLIKTAN ARTİSTLİĞE
2 Mayıs 1930’da Artvin’de doğan
Öztürk Serengil başarıyı ve başarısızlığı, yoksulluğu ve zenginliği, şöhreti ve
yalnızlığı iç içe yaşar. Annesi ve babası öğretmendir. Çocuk yaşlarda düşer
aklına, artist olma sevdası. Bu tutkusunu bilenler “Artist Öz” diye çağırırlar
onu. Okulda derslere de aldırdığı yoktur. Lise çağlarında yerli yabancı bütün
artist adlarını ezbere biliyordur. Derslerde dalıp, kafasında filmler çevirir.
Bir de okulun en haylaz öğrencisidir ve bütün öğretmenlere çok çektirmiştir.
Aynı okulda öğretmen olan babası da, gelen şikâyetlerden bunalmış, diğer
hocalara karşı itibarı zedelenmiştir. Sonunda Haydarpaşa Lisesi’nde yatılı
okuması için İstanbul’a gönderilir. Orada da hemen yaramaz öğrencilerden oluşan
bir grup oluşturur ve ‘eylemlerine’ devam eder. Okuldan kovulup sürgün gittiği
Trabzon’da da dikiş tutturamayınca okulu bırakır. Tutkuyla bağlı olduğu
sinemada şansını denemek için İstanbul’a, Yeşilçam’a gelir.
1950’li yıllar başlamıştır ve bütün
ideali filmlerde rol bulabilmektir. Artist kahvelerinden çıkmaz günlerce,
gelebilecek teklifleri bekler aç karnına. Kahvede ya da orada burada kalır
aylarca ama umudunu yitirmez. O günlerde tanır setlerde çalışan Suphi Kaner’i.
Suphi Kaner de onu, o günlerde adı Gaffar Bumin Çıtanak olan Fikret Hakan’la
tanıştırır. Uzun süre kader birliği yapacak üçlü kurulur böylece. Üçünün de
tutkusu sinema, düşleri büyük oyuncular olmaktır. Filmlerde oynayan, içlerinde
evi ve biraz parası olan bir tek Fikret Hakan’dır. Öztürk Serengil’in ve Suphi
Kaner’in kahvede yatmalarını istemez. Kahve arkadaşlarıyla, Sami Hazinses ve
Danyal Topatan’la vedalaşıp Fikret Hakan’ın evine yerleşirler. 1953 yılında
Fikret Hakan’la birlikte, Avni Dilligil’in “Saat 6” ve “Çığır Sahne”
tiyatrolarında oyunculuk yaparlar. O yıllarda içlerindeki en ünlü oyuncudur
Fikret Hakan. “Üç Arkadaş” (1958) filmiyle doruğa çıkar ünü. 1954 yılında
oynadığı “Üçüncü Kat Cinayeti” filminden sonra Öztürk Serengil de ufak tefek
rollerde oynamaya başlamış, küçük rollerin değişmez oyuncusu olmuştur. Oynadığı
filmlerde başarı kazanan Suphi Kaner ise, birden ünlü ve paralı bir oyuncu
olmuş, eve uğramamaya başlamıştır. Aynı evde birbirlerini göremezler
günlerce. İçlerinde durumu en perişan olan, en parasızları Öztürk Serengil’dir.
Ayrılmaz üçlünün arasına ün ve para girmiştir, grup dağılır. Askere gitmeye
karar verir Öztürk Serengil, evden yıldırım hızıyla ayrılır.
Asker dönüşü yine Yeşilçam’a döner.
Kadrosunda Lale Oraloğlu, Altan Karındaş, Pekcan Koşar gibi oyuncuların olduğu
“Mücap Ofluoğlu Oda Tiyatrosu”na girer. Vestiyere bakacak, müşteriye yer
gösterecektir, ufak tefek rollerde de oynar. Tiyatroda yatıp kalkıyordur.
Fakat hayatı yavaş yavaş değişmeye başlar. O günlerde tanıştığı Mevhibe
Hanım’la evlenir.
Amerikan, Türk, Alman ortak yapımı
bir film çekilecektir ve filmin çekimini And Film üstlenmiştir. Lale Oraloğlu
da ikinci başkadın rolünü oynayacaktır, ayrıca ekibe tercümanlık yapıyordur.
Büyük rollerden birini oynayacak olan Turan Seyfioğlu ile parada anlaşamayan
ekip, fuayede Öztürk Serengil’in fotoğrafını görür ve oynamasını ister. Başına
‘devlet kuşu’ konmuştur. Görüşmek için gittiği, filmin Türk yapımcısı ve
yönetmeni Turgut Demirağ, “Filmin adı Karasu”der; “Rolünüz büyük ve önemli.
Badman (kötü adam) oynayacaksınız. Sizi ben de beğendim. Ne istiyorsunuz?”
Şansı dönmüştür Öztürk Serengil’in. Filmin çekimleri bitmiş, yönetmenlerin,
yapımcıların ve ünlü oyuncuların da davetli olduğu gala gecesine gelinmiştir.
Afişlere soyadı yanlışlıkla Öztüç olarak yazılmıştır. Verilen arada Kemal
Film’in sahibi, yönetmen Osman F. Seden locaya gelerek tebrik eder ve kartını
verir. “Film bittiğinde meçhul “Öztüç”, omuzlara alınarak, kapıya kadar
taşınıyor, Öztürk Serengil’liğini ilân ediyordu.” Kemal Film’in kadrosuna girer
on beş bin lira aylıkla.
YÜKSELİŞİ VE
DÜŞÜŞÜ
Artık şeytanın bacağını kırmıştır
Öztürk Serengil. Ardından film teklifleri arka arkaya gelmeye başlar; şöhret ve
para da. Büyük bir hızla yükselir. Kendi yapım şirketini kurar. Fikret Hakan ve
Ekrem Bora ile çıktıkları bir yurt dışı gezisinde gördükleri twist dansını,
Türkiye’de ilk kez yapması da ayrı bir kapı açar önünde. Adı Twist
Kralı’na çıkar. Filmciler ilgili ilgisiz sahnelere twist dansı koyarak ek ücret
öderler. Twist dansı sayesinde de büyük para ve sükse kazanır. Öztürk Serengil
şapkaları satılıyor, sokaklarda insanlar “yeşşeee”, “temem bilekis”, “kelaj”,
“abidik gubidik” edebiyatıyla, hareketleriyle ve kılık kıyafetiyle onu taklit
eder.
“Abidik Gubidik Twist” plağı kapış
kapış satılır. Plağın arka yüzünü henüz tanınmayan Ajda Pekkan’a doldurtur.
Serengil Plak olarak film oyuncularına plaklar yapar. Ayhan Işık’ın önerisiyle
“Kulüp Abidik Gubidik”i açar. Tülay German, Gönül Yazar gibi o dönemin büyük
sanatçılarına büyük paralar ödeyerek sahneye çıkartır. Birçok yeniliğe imza
atıyor, çuvallarla para kazanıyordur. Fakat bu arada film şirketi zarar etmeye
başlamış, filmlerde kullandığı sözcüklerden dolayı da “dilimizi bozuyor” diyen
eleştiriler yoğunlaşmış, dahası “Bu adamı durduracak bir merci yok mu?” diyerek
gittikçe sertleşmiştir. Bütün bunların üstüne, Öztürk Serengil’in yaşamını
mahveden alışkanlığı kumar da eklenince, hayatı altüst olur. Kazanç Vergisi’yle
mallarına da “re’sen takdir yoluyla haciz” konup 26 dairesi satışa çıkarılınca
iflasını açıklar. Sinemaya veda edip yurt dışına çıkar.
Küllerinden defalarca yeniden doğsa
da kumar alışkanlığı yakasını bırakmaz Öztürk Serengil’in. Yurtdışından
döndüğünde, hayata yeniden tutunabilmek için Şehzadebaşı’ndaki Kulüp
Sineması’nda başlattığı şovlarını, 70’li yıllarda Gar Gazinosu’nda sürdürür.
Sinema oyuncularının gazino sahnelerine çıkmalarının müsebbibi de Öztürk
Serengil’dir. Osman Kavran’ın yeni açacağı gazinosuna, krize giren Yeşilçam’dan
ünlü oyuncuları transfer etme fikrini geliştirir ve hayata geçirir. Ayhan Işık,
İzzet Günay gibi isimlerin olduğu furyada kimler yoktur ki…
11 Ocak 1999’da aramızdan ayrılarak,
özlediği eski arkadaşlarına kavuşan ve biz göremesek de onlarla birlikte yeni
filmler çeken Öztürk Serengil, anılarını şu cümlelerle bitiriyordu:
“Yeşilçam sokağında Yeşilçam’ı aradım geçen
gün. Ne zaman sıkılsam ve gençliğimi hatırlasam oraya giderim. Köşede erketeye
yatmış pezevenk Stavro… Papyonunu düzeltip selam verirken, Nevzat Pesen’le
Ayhan Işık kol kola gülümserler hep. Muammer Karaca, Salih Tozan, Vahi Öz ve
Suphi Kaner, Necdet Tosun’u ayartarak beni kızdırmaya çalışıyorlar. Ahmet Tarık
Tekçe, Süavi Tedü, Cahide Sonku, tam Pıtpıt’ın kahvesi önünde iskemleye oturup
yolumu kesiyorlar… Bakıyorum herkes kahvede uyumak için yer seçiyor kendine.
Atıf Kaptan’ın işaretiyle kalkıyorum, Danyal Topatan’ın uzattığı çayı alarak
Suphi Kaner’in yanına gidip oturuyorum. Hasan Tual’in bütün sokağı yırtan
sesine karşılık Hasan Ceylan ve Süha Doğan elle kolla konuşuyorlar… Hepsinde
smokinler, beyaz gömlekler ve papyonlar… Konuşamıyorum.
Ne güzel, ne güzel, bütün dostlarım
burada… Bir sessizlik, huzur, alışılmamış bir huzur var. Semih Sezerli ve hocam
Avni Dilligil’i görünce şaşırıyorum bir an. Semih’i kenara çekerek, ‘Nedir bu
olanlar? Düğün sahnesi mi çekilecek?’ diyorum. ‘E, tabii. Çabuk ol. Neden
giyinmiyorsun? Seni bekliyor herkes…’ diyor.
Hızla çıkıyorum Yeşilçam’dan. Cadde
boyunca, insanlara çarpa çarpa yürüyorum. Herkes beni gösteriyor parmağıyla.
‘Gördün mü, Öztürk film çekiyor yollarda…’ Evet, daha hızlanıyorum. Yetişmem
gerek biliyorum, smokinleri giymem gerek, herkes bekliyor beni… Smokinlerimle…
Eliya Pardo kapanmadan…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder