25 Mart 2020 Çarşamba

ÖZTÜRK SERENGİL: YEŞŞEE..


11 Aralık 2016

 “Artist, her zaman kazanacağını sanır. Oysa bilmez ki ömrü gece kelebeği kadar kısadır. Aynı gün doğar, yaşar ve ölür. O, hep hayal dünyasında yaşar. Cenazesinde bile espri yapılır. Ona yapılan her şey göstermeliktir. Cenaze dönüşü, daha yolda aleyhinde atılıp tutulmaya başlanmıştır bile.”
“Yeşilçam’ı Benden Sorun” adını verdiği anılarında bunları söylüyordu Öztürk Serengil, kendi deyimiyle “Artist Takımı” için. Kendisine yapılan acımasızlıkları, dedikoduları, vefasızlıkları, kırgınlıkları da bütün ayrıntılarıyla ve kendi üslubuyla anlatır anılarında.  
Yıllar önce Feridun Karakaya’yı Cilalı İbo, Sezer Sezin’i Şoför Nebahat, Neriman Köksal’ı Fosforlu Cevriye, Sadri Alışık’ı Turist Ömer, Belgin Doruk’u Küçük Hanımefendi olarak tanıdıysa içimdeki sinema sevdalısı o hiç büyümeyen çocuk, yine o yıllarda Adanalı Tayfur olarak tanımıştı Öztürk Serengil’i de.

KÖTÜ DEĞİL ‘TATLI SERSERİ’

Hayatını adadığı, anılar biriktirip acılar biçtiği 68 adımlık Yeşilçam Sokağı’nda, “tutunamayan” dönemini atlatıp ‘dikiş tutturduğunda’ kötü adam olarak ünlenir Öztürk Serengil. İlk zamanlar birçok insana “işte kötü bir adam böyle olur” dedirtse de beni hiçbir zaman korkutan bir kötü adam olmadı. Hep matrak bir adam olarak algıladım onu. En “kötü”yü oynadığında bile... “Yeşşeee”, “temem bilekis”, “kelaj”, “abidik gubidik” gibi eğlenceli “Öztürk Serengil Edebiyatı” olan ve komik hareketler yapan gerçekten de “kel”aj, şapkalı, aşağı sarkık bıyıklarıyla ve Feridun Karakaya’nın Osman Seden’e önerisiyle “tatlı serseri rolleri” oynayan komik bir adam.
Öncesinde ve sonrasında iki kötü adam tanıdım acımasız mı acımasız, yaptıkları kötülüklere salondan da anında sert tepkiler alan fakat yine de çok sevdiğim; Ahmet Tarık Tekçe ve Önder Somer. Ahmet Tarık Tekçe iri cüssesiyle, filmlerinde çocuk kaçıran, kötülük yapmaktan kaçınmayan efsane bir kötü adamdı. Önder Somer de salon filmlerinin en tepki çeken kötü adamıydı. Genç kızların içkilerine ilaç koyup, onları ‘kötü emellerine alet etmekten’ kaçınmazdı. Ne masum kız kötü yola düşmüştü onun yüzünden. Öztürk Serengil ikisinin ortasında bir kötü adamdı; -açlıkla, yoksullukla, didinmeyle geçen ilk on yıllık sinema serüveninde-“Ne Şeker Şey” ve “Badem Şekeri” filmleriyle başlayıp “Adanalı Tayfur”la doruğa ulaşan tatlı serseri ve komik adam rollerine kadar. Henüz Adanalı Tayfur olmadığı, küçük rol büyük rol ayrımı yapmadan her teklifi kabul ettiği ve kötü adam olarak nam saldığı günlerdeki inandırıcılığını şu cümlelerle açıklıyordu Öztürk Serengil, “Bir insanı kandırmaktan, ünlü deyimle ‘kazıklamaktan’ çok zevk alırdım. Aldatmak, yalan söylemek beni aç, yoksul bırakan cemiyetten intikam almak hoşuma gidiyordu. O kadar fakirdim ki tek pantolonum vardı. Acı, acıklı, hazin şeyler bunlar. Menfi bir tip olmuştum. Gerçekten fena insandım. İlk filmlerimde bu fena adam rolünü o kadar içten, o kadar candan oynadım ki herkes beğendi ve bugünkü şöhretimi kazandım.”

HAYLAZLIKTAN ARTİSTLİĞE

2 Mayıs 1930’da Artvin’de doğan Öztürk Serengil başarıyı ve başarısızlığı, yoksulluğu ve zenginliği, şöhreti ve yalnızlığı iç içe yaşar. Annesi ve babası öğretmendir. Çocuk yaşlarda düşer aklına, artist olma sevdası. Bu tutkusunu bilenler “Artist Öz” diye çağırırlar onu. Okulda derslere de aldırdığı yoktur. Lise çağlarında yerli yabancı bütün artist adlarını ezbere biliyordur. Derslerde dalıp, kafasında filmler çevirir. Bir de okulun en haylaz öğrencisidir ve bütün öğretmenlere çok çektirmiştir. Aynı okulda öğretmen olan babası da, gelen şikâyetlerden bunalmış, diğer hocalara karşı itibarı zedelenmiştir. Sonunda Haydarpaşa Lisesi’nde yatılı okuması için İstanbul’a gönderilir. Orada da hemen yaramaz öğrencilerden oluşan bir grup oluşturur ve ‘eylemlerine’ devam eder. Okuldan kovulup sürgün gittiği Trabzon’da da dikiş tutturamayınca okulu bırakır. Tutkuyla bağlı olduğu sinemada şansını denemek için İstanbul’a, Yeşilçam’a gelir. 
1950’li yıllar başlamıştır ve bütün ideali filmlerde rol bulabilmektir. Artist kahvelerinden çıkmaz günlerce, gelebilecek teklifleri bekler aç karnına. Kahvede ya da orada burada kalır aylarca ama umudunu yitirmez. O günlerde tanır setlerde çalışan Suphi Kaner’i. Suphi Kaner de onu, o günlerde adı Gaffar Bumin Çıtanak olan Fikret Hakan’la tanıştırır. Uzun süre kader birliği yapacak üçlü kurulur böylece. Üçünün de tutkusu sinema, düşleri büyük oyuncular olmaktır. Filmlerde oynayan, içlerinde evi ve biraz parası olan bir tek Fikret Hakan’dır. Öztürk Serengil’in ve Suphi Kaner’in kahvede yatmalarını istemez. Kahve arkadaşlarıyla, Sami Hazinses ve Danyal Topatan’la vedalaşıp Fikret Hakan’ın evine yerleşirler. 1953 yılında Fikret Hakan’la birlikte, Avni Dilligil’in “Saat 6” ve “Çığır Sahne” tiyatrolarında oyunculuk yaparlar. O yıllarda içlerindeki en ünlü oyuncudur Fikret Hakan. “Üç Arkadaş” (1958) filmiyle doruğa çıkar ünü. 1954 yılında oynadığı “Üçüncü Kat Cinayeti” filminden sonra Öztürk Serengil de ufak tefek rollerde oynamaya başlamış, küçük rollerin değişmez oyuncusu olmuştur. Oynadığı filmlerde başarı kazanan Suphi Kaner ise, birden ünlü ve paralı bir oyuncu olmuş, eve uğramamaya başlamıştır. Aynı evde birbirlerini göremezler günlerce. İçlerinde durumu en perişan olan, en parasızları Öztürk Serengil’dir. Ayrılmaz üçlünün arasına ün ve para girmiştir, grup dağılır. Askere gitmeye karar verir Öztürk Serengil, evden yıldırım hızıyla ayrılır.
Asker dönüşü yine Yeşilçam’a döner. Kadrosunda Lale Oraloğlu, Altan Karındaş, Pekcan Koşar gibi oyuncuların olduğu “Mücap Ofluoğlu Oda Tiyatrosu”na girer. Vestiyere bakacak, müşteriye yer gösterecektir, ufak tefek rollerde de oynar. Tiyatroda yatıp kalkıyordur.  Fakat hayatı yavaş yavaş değişmeye başlar. O günlerde tanıştığı Mevhibe Hanım’la evlenir. 
Amerikan, Türk, Alman ortak yapımı bir film çekilecektir ve filmin çekimini And Film üstlenmiştir. Lale Oraloğlu da ikinci başkadın rolünü oynayacaktır, ayrıca ekibe tercümanlık yapıyordur. Büyük rollerden birini oynayacak olan Turan Seyfioğlu ile parada anlaşamayan ekip, fuayede Öztürk Serengil’in fotoğrafını görür ve oynamasını ister. Başına ‘devlet kuşu’ konmuştur. Görüşmek için gittiği, filmin Türk yapımcısı ve yönetmeni Turgut Demirağ, “Filmin adı Karasu”der; “Rolünüz büyük ve önemli. Badman (kötü adam) oynayacaksınız. Sizi ben de beğendim. Ne istiyorsunuz?” Şansı dönmüştür Öztürk Serengil’in. Filmin çekimleri bitmiş, yönetmenlerin, yapımcıların ve ünlü oyuncuların da davetli olduğu gala gecesine gelinmiştir. Afişlere soyadı yanlışlıkla Öztüç olarak yazılmıştır. Verilen arada Kemal Film’in sahibi, yönetmen Osman F. Seden locaya gelerek tebrik eder ve kartını verir. “Film bittiğinde meçhul “Öztüç”, omuzlara alınarak, kapıya kadar taşınıyor, Öztürk Serengil’liğini ilân ediyordu.” Kemal Film’in kadrosuna girer on beş bin lira aylıkla.  

YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ

Artık şeytanın bacağını kırmıştır Öztürk Serengil. Ardından film teklifleri arka arkaya gelmeye başlar; şöhret ve para da. Büyük bir hızla yükselir. Kendi yapım şirketini kurar. Fikret Hakan ve Ekrem Bora ile çıktıkları bir yurt dışı gezisinde gördükleri twist dansını, Türkiye’de ilk kez yapması da ayrı bir kapı açar önünde.  Adı Twist Kralı’na çıkar. Filmciler ilgili ilgisiz sahnelere twist dansı koyarak ek ücret öderler. Twist dansı sayesinde de büyük para ve sükse kazanır. Öztürk Serengil şapkaları satılıyor, sokaklarda insanlar “yeşşeee”, “temem bilekis”, “kelaj”, “abidik gubidik” edebiyatıyla, hareketleriyle ve kılık kıyafetiyle onu taklit eder. 
“Abidik Gubidik Twist” plağı kapış kapış satılır. Plağın arka yüzünü henüz tanınmayan Ajda Pekkan’a doldurtur. Serengil Plak olarak film oyuncularına plaklar yapar. Ayhan Işık’ın önerisiyle “Kulüp Abidik Gubidik”i açar. Tülay German, Gönül Yazar gibi o dönemin büyük sanatçılarına büyük paralar ödeyerek sahneye çıkartır. Birçok yeniliğe imza atıyor, çuvallarla para kazanıyordur. Fakat bu arada film şirketi zarar etmeye başlamış, filmlerde kullandığı sözcüklerden dolayı da “dilimizi bozuyor” diyen eleştiriler yoğunlaşmış, dahası “Bu adamı durduracak bir merci yok mu?” diyerek gittikçe sertleşmiştir. Bütün bunların üstüne, Öztürk Serengil’in yaşamını mahveden alışkanlığı kumar da eklenince, hayatı altüst olur. Kazanç Vergisi’yle mallarına da “re’sen takdir yoluyla haciz” konup 26 dairesi satışa çıkarılınca iflasını açıklar. Sinemaya veda edip yurt dışına çıkar. 
Küllerinden defalarca yeniden doğsa da kumar alışkanlığı yakasını bırakmaz Öztürk Serengil’in. Yurtdışından döndüğünde, hayata yeniden tutunabilmek için Şehzadebaşı’ndaki Kulüp Sineması’nda başlattığı şovlarını, 70’li yıllarda Gar Gazinosu’nda sürdürür. Sinema oyuncularının gazino sahnelerine çıkmalarının müsebbibi de Öztürk Serengil’dir. Osman Kavran’ın yeni açacağı gazinosuna, krize giren Yeşilçam’dan ünlü oyuncuları transfer etme fikrini geliştirir ve hayata geçirir. Ayhan Işık, İzzet Günay gibi isimlerin olduğu furyada kimler yoktur ki… 
11 Ocak 1999’da aramızdan ayrılarak, özlediği eski arkadaşlarına kavuşan ve biz göremesek de onlarla birlikte yeni filmler çeken Öztürk Serengil, anılarını şu cümlelerle bitiriyordu: 
 “Yeşilçam sokağında Yeşilçam’ı aradım geçen gün. Ne zaman sıkılsam ve gençliğimi hatırlasam oraya giderim. Köşede erketeye yatmış pezevenk Stavro… Papyonunu düzeltip selam verirken, Nevzat Pesen’le Ayhan Işık kol kola gülümserler hep. Muammer Karaca, Salih Tozan, Vahi Öz ve Suphi Kaner, Necdet Tosun’u ayartarak beni kızdırmaya çalışıyorlar. Ahmet Tarık Tekçe, Süavi Tedü, Cahide Sonku, tam Pıtpıt’ın kahvesi önünde iskemleye oturup yolumu kesiyorlar… Bakıyorum herkes kahvede uyumak için yer seçiyor kendine. Atıf Kaptan’ın işaretiyle kalkıyorum, Danyal Topatan’ın uzattığı çayı alarak Suphi Kaner’in yanına gidip oturuyorum. Hasan Tual’in bütün sokağı yırtan sesine karşılık Hasan Ceylan ve Süha Doğan elle kolla konuşuyorlar… Hepsinde smokinler, beyaz gömlekler ve papyonlar… Konuşamıyorum.
Ne güzel, ne güzel, bütün dostlarım burada… Bir sessizlik, huzur, alışılmamış bir huzur var. Semih Sezerli ve hocam Avni Dilligil’i görünce şaşırıyorum bir an. Semih’i kenara çekerek, ‘Nedir bu olanlar? Düğün sahnesi mi çekilecek?’ diyorum. ‘E, tabii. Çabuk ol. Neden giyinmiyorsun? Seni bekliyor herkes…’ diyor.
Hızla çıkıyorum Yeşilçam’dan. Cadde boyunca, insanlara çarpa çarpa yürüyorum. Herkes beni gösteriyor parmağıyla. ‘Gördün mü, Öztürk film çekiyor yollarda…’ Evet, daha hızlanıyorum. Yetişmem gerek biliyorum, smokinleri giymem gerek, herkes bekliyor beni… Smokinlerimle… Eliya Pardo kapanmadan…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder