SIRA DIŞI FİLMLERİN SIRA
DIŞI OYUNCUSU 14 Mayıs 2017
“Çok sıcak bakıyorsunuz, gözlerinizde
pırıltılar var. Çocukluğunuz sevgi ortamı içinde mi geçti?” diye sorar Nuray
Oğuz, Aytaç Arman’a. 1991 yılıdır ve Aytaç Arman o tarihte 21 yıllık
oyunculuğunu doldurmuştur. Gerçekten de gözlerinde pırıltılar vardır ve sıcak
bakıyordur. Aynı zamanda hüzün de vardır bakışlarında. “Ben hüzünlü bir coşku
ya da coşkulu bir hüzünüm diye tanımlarım kendimi. Hayat da öyle değil mi
zaten? İnsanlar genellikle hayatın ya hüznüne kaptırır gider ya coşkusuyla
sürüklenir. Olur mu? O bir bileşkedir ve ikisini birden yaşamak lazım. Çünkü
mutluluk ve mutsuzluk bir med-cezir halinde gelir ve gider.”
1970 yılında bir yarışma sonucu
sinemayla tanışan Aytaç Arman 1949 Adana doğumludur. Köy kökenli ailesinin
kentte doğup büyüyen ilk ferdidir. “İlkokul sonrasında teknik okullarda okudum.
Yapılanmamın temelinde geometri ve matematik, giderek logaritmik, trigonometrik
değerler ve dengeler var. İstanbul’da Elektrik Mühendisliği okudum 3. sınıfa
kadar. Sinemaya başladığım için eğitimi bırakmış değilim. Ekonomik
yetersizlikten dolayı eğitimimi sürdüremediğim için tesadüfen sinemaya
başladım. Aytaç Arman benim gerçek adım değil. Gerçek adım ülkenin bugünkü
durumunu da anlatır; Veys el İnce. Veysel diye geçiyor, Arapça kökenli.”
Sinemanın oyuncu ihtiyacı
yarışmalarla da karşılanıyordur. Kara kaşlı, kara gözlü, uzun boyludur
Aytaç Arman. Arkadaşları resmini bir yarışmaya gönderir. Matematiği ve
matematik hocasını çok seviyordur. Arman da matematik hocasının soyadıdır.
Arkadaşları bu soyada uygun isim ararken Aytaç’ı seçer. “Tesadüfen başlayan bir
yolculuk ama bugün taşıdığım bütün değerleri bu yolculuğa borçluyum. Bu işe
başladığımda, saygıyla izlediğim sinema alanını tanıdığımda bana her şey bir
garip gelmişti. Kırsal kökenli olduğum ve Adana gibi bir yerden geldiğim için
tepkilerim sert oldu. Dayatılan hiçbir şeyi kabul edemedim ve sistemin dışına
itildim. Dolayısıyla daha dikkatli olmam, kendime sahip çıkmam gerekiyordu.
Sistem destekli olsaydım, sistem yıkıldığında, zaafa uğradığında ben de yok
olacaktım. Sistem hangi dönemde, nasıl sallanırsa sallansın hep var oldum.
Herkese bahşedildiği gibi, bahşedilen sanatçı kimliğiyle bugünlere geldik ama
ben sanatçı değilim, ben sinema oyuncusuyum. Yapılanmamı sağlıklı sürdürüp,
yıllarca süren sinema oyunculuğu geçmişime rağmen henüz yolun başındayım,
kişiliğimin sanatçı boyutunu yetkinleştirebildiğim noktada kendime sanatçı
diyebileceğim.”
İhsan Yüce’nin ve Süreyya Duru’nun
çok önemli yeri vardır, Aytaç Arman’ın sinema serüveninde. 1970 yılında İhsan
Yüce bir film çeker. (Hayat Cehennemi - Hiç, 1971. Yönetmen/Senaryo: İhsan
Yüce) “Orada küçük bir rol oynamıştım. Yetersiz koşullarda gerçekleştirilen bir
filmdi. Filmi ben de görmedim. Benim ilk filmim olarak Baba filmi bilinir.
Yılmaz Güney’in oğlunu oynadım. Finalde babasını öldüren bir oğuldu. Ondan
sonra da yıllarca, sistemin dışına itildiğim için, ikinci, üçüncü sınıf
yapımlarda mahallenin namusu, garibin hakkı gibi rollerle dram avantür
filmlerde oynadım. Yılmaz Güney ilk tanıştığımızda bana ‘Aytaç, ne bulursan
oyna, aslolan kameradır. Kamerayla olan meseleni çöz’ demişti. Sistem dışına
itildiğim dönemde çok filmde oynadım ve kamerayla daha çok karşı karşıya
kaldım. Objektifle olan meselemi ve mesafemi, onun özelliklerini ve kendi
özelliklerimi o pratik içinde çözümleyerek geldim. Bunun bana müthiş artıları
oldu. Daha sonra Süreyya Duru’yla karşılaştım. Bu karşılaşmayı yine İhsan Yüce
sağlamıştı. İlk ciddi sorumluluğum Duru’nun Bedrana filmidir. Daha sonra yine
Süreyya Duru’yla Kara Çarşaflı Gelin’i çektik. Güneşli Bataklık, Fıratın
Cinleri ve Yılmaz Güney’in Düşman filminde oynadım.”
Sonra da uzun yıllar ara verir
sinemaya. Kendi iradesiyle çalışmaz. 70’li yıllar bitmiş 12 Eylül gelmiştir.
1986’ya kadar sürer bu ayrılık. “Sinemaya ara verdiğim yıllarda ‘Nereden
geliyorum? Ne yaşadım? Bu ülkede ne yaşandı? Sinema neydi? Sanat neydi? Bunun
içinde ben neydim?’ gibi sorularla kendimle hesaplaşmaya yönelik 5-6 yıllık bir
süreç yaşadım. İyi ki öyle yaşamışım. Kendimi, hayatı, sanatı, sinemayı,
yaşadığım ilk on yıllık oyunculuktaki birinci dönemimi bunların hepsini
harmanlayarak Adı Vasfiye’ye varacak bir süreç içerisinde kendimi daha iyi
tanıdım. Bunun sonuçlarını Atıf Yılmaz’ın Adı Vasfiye filminde ben de gördüm,
bütün sinema da gördü. Ardından hep hoş ve kaliteli filmlerde, seçerek oynadım.
Özel hayatımdan oldukça özverili davranarak direnmeye çalıştım.”
Sinema serüvenini iki döneme ayırır
Aytaç Arman. ‘80 yılına kadar süren 10 yıllık süreç birinci dönemini oluşturur.
86’da Adı Vasfiye ile başlayan süreç de, daha deneyimli bir oyuncu olarak 2.
dönemidir. “Şu ana kadar sürdürdüğüm yolculuktan hoşnudum. Hayat size bir
şeyler dayatıyor ve siz onu göğüsleyebiliyorsanız, sonuçta hayat onun bedelini
size ödüyor, karşılığını alıyorsunuz.”
Ödüllü filmlerin ödülsüz oyuncusudur.
“Oynadığım filmler ödüllü ama benim bir tek ödülüm var. Gece Yolculuğu
filminden aldığım Altın Portakal, En İyi Erkek Oyuncu ödülü. Karakter hakkında
Ömer Kavur’a bir şeyler sorduğumda bana, ‘Aytaç, senin kaygılarını taşıyan bir
adam’ demişti. Onun dışında profesyonel olmayan ödüllerim var tabii. 1980
yılında sinema yazarlarının En İyi Erkek Oyuncu ödülünü verdiler. Fakat 12
Eylül gelmişti, ödülü alma şansım olmadı. Düşman filmindeki oyunumla almıştım
bu ödülü. Benim için çok anlamlı, çok önemli bir film.”
“Nasılsın?” diye soranları son
zamanlarda “Memleket gibiyim” diye yanıtlar. “Memleketin hali ahvali külli
vahimken, bunu en iyi yansıtan ayna sanat alanı oluyor. Çünkü sanat bu ülkede
desteklenmezken, kösteklenmiştir. Sanat kavramının içi boşaltılmıştır, ilgisi
olmayan sanatçı olmuştur. Kokuşmuşluk, çözülmeler, dağılmalar... Genelde sanat
alanında, özel olarak sinema sanatında çözülmeler, dağılmalar ortaya çıkıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder