23 Mart 2020 Pazartesi

ERDAL EREN


 13 Aralık 2015
SON BAKIŞTAKİ O GÖZLER KALDI AKLIMIZDA  

Erdal benden 3 yaş küçüktü. Farklı şehirlerde benzer düşlerin peşine düşmüştük o yıllarda. Birbirimizi tanımıyorduk. Hepimiz için başka ve daha güzel bir dünya mümkündü. Gerçekçiydik ve imkânsızı istiyorduk. Dev gibi düşleri olan gençleri seviyor, açtıkları yoldan yürüyor, dev gibi düşler ve düşlediğimiz başka bir dünya için kök salacak çınarlar büyütüyorduk içimizde. Henüz yarattığımız aşklar dağlar, asırlık çınarlar gibi devrilmiyordu üzerimize. En yakınımızdan ihanetler görmemiştik; düşlerimizin, umutlarımızın üzerinden postallar, tank paletleri geçmemişti. Yükselen değerlerimiz, erdemlerimiz farklıydı. Düşündüğümüz ve söylediklerimiz gibi yaşıyor, kabul görmek için piyasa maymunluğuna soyunup gördüğümüz her objektifin önüne atlamıyorduk. Sahici düşlerimiz vardı. O sahici düşlerin, başka bir dünyanın izini sürmeye başlamıştık o günlerde.
YÜKSELEN TOPLUMSAL MUHALEFET VE DEVLET TERÖRÜ
Toplumsal muhalefet yükselmiş, işçiler fabrikalarda grev, köylüler toprak işgalleri, öğrenciler okullarında boykotlar yapıyor, bağımsız ve demokratik bir ülke için sokağa çıkıyordu. Diğer yanda ise 1977 1 Mayıs’ında düğmeye basan egemenlerin, kontrgerillanın toplumu terörize eden devlet terörü tüm acımasızlığıyla sürüyordu.
Kontrgerillanın izini süren savcı Doğan Öz öldürülüyor, Maraş’ta, Çorum’da katliamlar yapılıyor, okullarda, meydanlarda bombalar patlatılıyor, öğrenciler saldırıya uğruyor, öldürülüyordu. 16 Mart 1978 tarihinde, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinin önünde solcu öğrencilerin olduğu gruba bombalı ve silahlı saldırı düzenlenerek bir katliam gerçekleştirilir. Bu katliamda 7 öğrenci hayatını kaybeder, 41 öğrenci de yaralanır. İstanbul Üniversitesinde ülkücü öğrencilerin içinde faaliyet gösteren bir istihbaratçı, İstanbul Emniyetine ülkücülerin İstanbul Üniversitesi çıkışında solcu öğrencilerin üzerine dinamit atıp, silahlı tarama yapacaklarını bildirmesine karşın önlem alınmadığı gibi polis şefleri saldırı anında kayıtsızlığını sürdürürken bazı polisler de saldırıya uğrayan öğrencileri tekmeler.
8 Ekim 1978 günü Ankara Bahçelievler’de, başlarında Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın olduğu bir gurup ülkücü katil Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 öğrenciyi evlerinde katlediyordu. Bu kanlı ortamda 1980’e gelinir.
OĞLUNUZ ERDAL
5 Ocak 1980 tarihinde ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, duvarlara yazı yazdığı gerekçesiyle Sağlık Bakanı Cengiz Gökcek’in sarkık bıyıklı, ülkücü koruması Süleyman Ezendemir tarafından arkadan vurularak ve eziyet edilerek öldürülür. Mahkeme yaptığı keşifte olay yerinde herhangi bir duvar bulamaz.
Tüm bu cinayetler ve katliamlar sonrasında sessiz kalmıyor, okullarımızda boykotlar, yürüyüşler, protesto eylemleri düzenliyor, sokağa çıkıyorduk. Ankara’da Erdal Eren’in de aralarında olduğu öğrenciler Sinan Suner’in öldürülmesini protesto etmek için protesto eylemleri düzenler. Erdal Eren’in de katıldığı eyleme jandarma müdahale eder, silahlar patlar, çıkan çatışmada bir jandarma eri hayatını kaybeder. Erdal’la birlikte bir grup gösterici gözaltına alınır. Askeri öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal, ‘yargılanır, idama mahkûm edilir.
12 Eylül’den sonra kurulan sıkıyönetim mahkemeleri üst üste idam kararları veriyordu. Yıllarca uygulanmayan idam cezaları da hızla infaz edilmeye başlanır. Yaşanan acıların sözcüklerle anlatılmasının imkânsız olduğu ve darbe liderinin “asmayıp da besleyelim mi” dediği günlerde idama mahkûm edilen ve henüz 17 yaşında olan Erdal Eren, yaşı bir günde 18 yapılarak idam edilir.
Erdal, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyler.
12 Mart’ta da Deniz Gezmiş ve arkadaşları gözdağı vermek ve ibret olsun diye asılır, Meclis bu idamların önüne geçemez. 12 Eylül’de Erdal Eren’i kurtarma çabaları, uluslararası kampanyalar da sonuç vermez. Darbe koşullarıdır Meclisin, toplumsal muhalefetin hükmü yoktur o dönemlerde.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevinde infaz edilir. 1964 doğumlu olan Erdal, öldürüldüğünde 17 yaşındadır, hep 17 yaşında ve başı dik kalır. Darbeciler karşısında boynunu eğmez. Son bakıştaki o gözler kalır aklımızda.

Erdal, örnek aldığı Deniz Gezmişlerin yarım kalan düşlerinin izini sürüyordu. Yaşasaydı belki Metin Göktepe gibi, diğer yoldaşları gibi Evrensel gazetesinin gazetecileri arasında olacak, arkadaşlarıyla gerçeğin peşinden koşacaktı.
Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe de gerçeğin, haberin peşinde koşarken 8 Ocak 1996’da gözaltında uygulanan insanlık suçu işkenceler sonrası aramızdan ayrılmıştı. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder