19 Nisan 2015
Sinema,
bilimsel bir buluş olarak icadından sonra insanların ve toplumların yaşamını
anlatan, yeni ve en etkili araçlardan biri olarak girmişti hayatımıza. Sinema
sosyal, kültürel tarihimizin önemli bir unsuru oldu hep. Sinema “Gelişip
büyüdüğü toprakların bir aynası olarak görülmeye başlamış, bununla ilişkili
olarak artık ‘bir yönetmenin baş ödevi, içinden çıktığı toplumun yaşayışını,
gerçeklerini, sorunlarını, büyük bir dürüstlükle yansıtmak’ olarak tarif
edilmiştir.”
“Gettikce
kötülüyor torpak, doyurmaz gayrı köyü.” Duygu Sağıroğlu senaryosunu da yazıp
yönettiği Bitmeyen Yol’da (1965) göçün yarattığı sorunların, işsizliğin,
yoksulluğun filmini çeker. Ekmek aslanın ağzındadır. Toprağın doyuramadığı altı
arkadaş ekmek parası kazanabilmek için daha önce köylülerinin de göçtüğü
İstanbul’a gelirler. İş bulabilmek için taşı toprağı altın kentin sokaklarına
dağılırlar. Amele pazarında hayvandan sayılırlar.
Köylüleri Güllü Bacı (Aliye Rona), tek göz gecekondu evinde iki kızı ve
torunlarıyla yaşamaktadır. Tek göz odada üst üste yatarlar. Kocası hapiste olan
büyük kız Fatma (Ayfer Feray), temizliğe gittiği evin hanımına özenir, sınıf
atlama düşleri kurar. Hanım evden çıktığında onun elbiselerini giyer, ayna
karşısında süslenir, makyaj yapar. Küçük kız Cemile (Selma Güneri) konfeksiyon
atölyesinde işçidir, kocası da Almanya’dadır. Evlerinin yanındaki küçük odayı
arkadaşlarıyla iş bulmaya İstanbul’a gelen Ahmet’e (Fikret Hakan) verir Güllü
Bacı. Ahmet Cemile’ye sevdalıdır, Fatma’nın gözü de Ahmet’tedir. Fatma Ahmet’i
baştan çıkarır, ‘yatağına girer’.
Kocası
Almanya’da olan Cemile, kentin tuzaklarına düşmemek için direnirken yaşadığı
bir olay yüzünden işinden olur. Ahmet, Cemile’ye dikiş makinesi alıp iş kurmak,
birlikte güzel bir gelecek oluşturmak için para bulmaya çabalarken elini kana
bular.
Ahmet ve arkadaşları iş bulmak umuduyla geldikleri kentte, ekmek parası uğruna girdikleri yaşam mücadelesinde acımasız çarkın dişlileri arasında ezilirler. Paylarına düşen, kentin sokaklarında açlığa, sefalete mahkûm olmak ya da suça itilmek olur. ‘Memleketimden insan manzaraları’nı çarpıcı görüntülerle, bütün gerçekliğiyle aktarır film. Gerçekçi insan manzaraları görürüz.
Ahmet ve arkadaşları iş bulmak umuduyla geldikleri kentte, ekmek parası uğruna girdikleri yaşam mücadelesinde acımasız çarkın dişlileri arasında ezilirler. Paylarına düşen, kentin sokaklarında açlığa, sefalete mahkûm olmak ya da suça itilmek olur. ‘Memleketimden insan manzaraları’nı çarpıcı görüntülerle, bütün gerçekliğiyle aktarır film. Gerçekçi insan manzaraları görürüz.
Halit
Refiğ’in Gurbet Kuşları filminde, şah olmaya geldikleri taşı toprağı altın
kentte perişan olan Maraşlı aile kente yenik düşmüş, dağılmış, fire vererek
köylerine geri dönmüştü. Bitmeyen Yol’un ekmek parası için kente gelen kır
yoksulları da kentin acımasız çarkları arasında ezilir, darmadağın olur,
yenilirler.
Cumhuriyet
tarihi boyunca köyden kente göç aralıksız sürer. Kır yoksulları karınlarını
doyurabilmek, iş-güç sahibi olabilmek için göçtükleri büyük kentlerde kent
yoksullarına dönüşürler.
50’li, 60’lı
yıllar Türkiye’de siyasal-ekonomik ve kültürel alanlarda köklü değişimlerin,
gelişmelerin yaşandığı yıllardır. 1950’li yıllarda ve 1960’ların başında
yaşanan toplumsal dönüşümler bunların hayata, bireye etkileri filmlere böyle
aktarılırken, hayat düş şatosu sinemalarda beyazperdeye yansıyan görüntülerle
paralel yürüyor, hayattaki bütün değişimler izlediğimiz filmlere yansıyordu.
TOPRAĞIN KANI
Konusu Doğu
Anadolu Bölgesi’nde Hasankeyf ve Batman’da geçen Toprağın Kanı (Atıf Yılmaz,
1966. Senaryo Ayşe Şasa, Recep Bilginer) Millî Petrol Davası’na hizmet eden bir
film olarak karşımıza çıkar. Bu film de, Kızgın Delikanlı gibi, dönemin önemli
tartışmalarından birinin doğrudan sinemaya yansımasına bir örnektir.
Hasankeyf’te başlayan filmin, başta tamamen köylü olan çehresi en kısa sürede
Batman’a taşınır ve hızlı bir değişime uğrar. Filmin kalbi yaralı delikanlısı
Hüseyin Hasankeyf’ten ayrılır, Batman’da rafineride çalışmaya başlar. Kişilerin
kendilerini petrole adadıkları bu yeni çevrede o da bir petrol tutkunu olur.
Verilen petrol mücadelesinin nihayetinde Batman kentleşir, beş altı yıl içinde
binaların yükseldiği, işçi lojmanları, okulu, hatta yüzme havuzu olan bir
yerleşime dönüşür. Hüseyin kendi köyünden rafineriye işçi toplar. Filmde, yakın
zamana kadar yol iz bilmeyen “cahil köylüler” işçi olur, sendika kurar, greve
gider, toplu sözleşme imzalar...
İlk Sinemaskop
Film olma özelliği de taşıyan Toprağın Kanı, 3. Antalya Film Şenliği’nde (1966)
En İyi 2. Film ödülü alır. Fikret Hakan ve Belgin Doruk’un başrolünü paylaştığı
filmin diğer oyuncuları da Erol Taş, Feyzi Tuna, Nuran Aksoy ve Tuncer
Necmioğlu’dur.
Film 3. Antalya film şenliğinde önce en iyi film seçilmiş, sonra ikinciliğe
düşürülmüştür. Recep Bilginer, 1 Aralık 1973 tarihli İstanbul Gazetesi’nde
Apaçık köşesindeki “Petrol, Amerika ve ötesi” başlıklı makalesinde şöyle
anlatır yaşananı:
“Orada en son
elemeye kalan 10 film arasında en çok puanı Toprağın Kanı topladı. Gerek film
hikâyesini yazan ve gerekse filmin yapımcılarından biri olarak Antalya’da jüri
üyeleri tarafından özel biçimde kutlandım. Toprağın Kanı birinci seçilmişti.
Geç vakit öğrendiğimiz bu haber üzerine memnun uyudum. Sabah uyandığımda durum
değişmişti. Festival jüri üyeleri arasında, Amerikan elçiliğinde, galiba kültür
ofisinde görevli bir de Amerikalı vardı. Toprağın Kanı gibi bir petrol filminin
festivalde birinci seçilmesinden, bu Amerikalı dostumuz hoşlanmamış, ‘Bu filmi
birinci ilan ederseniz, bu taa Türk-Amerikan ilişkilerinin bozulmasına kadar
gider’ demiş. Son seçiminde Belediye Başkanlığını kaybeden o zamanki başkan
(Dr. Avni Tolunay) da gece saat 3’te jüriyi tekrar toplamış. O ana kadar hiçbir
derece alamayan bir başka filmi (Haldun Dormen’in Bozuk Düzen’ini) birinci
seçmişler. Bizim Toprağın Kanı filmimizi de ikinci yapmışlar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder