14 Haziran 2015
İnsan Hakları
Derneği (İHD), 7 Haziran 2015 seçimleri sürecinde partilerin seçim bürolarına,
araçlarına, adaylarına, çalışanlarına yönelik baskın, saldırı, tehdit ve polis
baskınları sonucu 196 saldırı gerçekleştiğini, bunun 176’sının HDP’ye yönelik
olduğunu açıkladı. Yeni ve şaşırtıcı bir durum değildi bu. Cumhuriyet tarihi
boyunca saldırıya uğramış, yok sayılmış, horlanmış bir halktan, Kürtlerden ve
destek verdiği siyasal partiden söz ediyoruz. 80’li, 90’lı yılların karanlığı
ve acıları hepimizin belleğinde. On yıllardır süren her türden saldırı çözümün,
barışın konuşulduğu, bunun için çeşitli adımların atıldığı son yıllarda da
azalmadı. Bir yanda devletin eski sahipleri, diğer yanda yeni sahipleri ve iki
kanadın da her türden ırkçı-milliyetçi ittifak güçleri kendilerinden olmayan
herkesi, her kesimi düşman sayıyordu. 35-40 yıldır bu ülkenin en önemli
meselesi sayılan çatışmalı ortamın çözümü için, atılacak adımlar ve barış
konuşulurken de kandan, acıdan, gözyaşından beslenenler savaş çığlıkları
atıyordu. Halklar barış istiyordu, vampirler kan.
Seçime hazırlık sürecinde yaşanan saldırılar, seçim günü yaklaştıkça, seçim
sonucuna yönelik tahminler belirginleştikçe gözü dönmüşlük boyutuna ulaştı;
insanlık dışı kışkırtmalara dönüştü. Silahlar konuştu, bombalar patladı, kan
döküldü. Çok sayıda ölümün, iç çatışmanın istendiği açık çatışma ortamları
yaratılmak istendi. Yenilenin, “benden sonra tufan” tavrını çağrıştıran bir
durum oluştu. Erzurum, Adana ve Mersin saldırıları, Ağrı’da yapılan kışkırtma,
Diyarbakır’daki son bombalı saldırılarla kirli bir tezgâh sahnelenmek
isteniyordu. (Bu yazıya başladığım saatlerde böyle kirli bir oyunun çok örgütlü
planlandığını gösteren çok sayıda can kaybının olduğu saldırılar yaşanıyordu
Diyarbakır’da)
SAVAŞ DEĞİL
BARIŞ
Halklar barış
dedikçe, savaş baltalarını, silahlarını hiçbir zaman gömmeyen malum güçler
çatışmayı, savaşı kışkırtan kirli planlarını hayata geçiriyor, kan döküyordu.
Kendi aralarındaki iktidar kavgasında birbirine giren, birbirini yiyen devlet
güçleri arasında da dengeler, ittifaklar değişiyordu. Dün aynı yolda birlikte
yürüyen, aynı yağmurda ıslanan, devletten birlikte nemalanan iktidar ortakları
düşman kardeşlere dönüşmüş, dün düşmanlaşan iktidarın AKP kanadıyla kendini
ulusalcı olarak tanımlayanların Silivri-“Ergenekon” kanadının (eski devletin)
ırkçı-milliyetçi (nasyonal sosyalist) unsurları birçok alanda uzlaşır
olmuşlardır. Savaşı-çatışmayı kışkırtan da bu kesim diyebiliriz. Savaş
baltalarını gömmek, silahları bırakmak, okları kırmak gündeme gelip barış konuşuldukça
kendilerini eski/yeni devletin sahibi sayanlar (sananlar) savaşı kışkırtıyor.
Oysa sonuçlar gösterdi ki seçim sürecinde yalnızca devletin/darbecilerin barajı
yıkılmamıştı; on yıllardır her türlü kirli yol kullanılarak oluşturulan
kafalardaki, vicdanlardaki barajlar, önyargılar da yıkılmıştı. Şimdi sıra
baltaları gömmekte, okları kırmakta, kalıcı barışı sağlamaktaydı. Gücü elinde
tutanlar savaşı kışkırtsa da halklar barış istiyordu. Bütün olumsuz koşullara
rağmen yıkılan önyargı, kalıcı barışı sağlayabilirdi.
KIRIK OK
Delmer
Daves’in yönettiği, başlıca rollerinde James Stewart, Debra Paget, Will Geer,
Jeff Chandler’in olduğu 1950 yapımı Kırık Ok filmi de Çirikava Apaçi’leriyle
“Beyazlar” arasında yaşanan çatışma ve barış sürecini anlatır. Aslında anlatılan
bir ülkenin hikâyesidir. Orada 1870’te yaşayan insanların ve adı Cochise olan
bir adamın hikâyesi. O bir Kızılderili’dir. Çirikava Apaçi kavminin lideri.
Hikâyenin geçtiği yer Arizona’nın ortası.
Tom Jeffords, beyazlarla Apaçiler arasındaki savaşın bitmesini, iki kültürün
kendi topraklarında özgürce yaşamasını istemektedir. Yerlilerle duygudaşlık
kuruyor ve eşitlik temelinde bir barışın olabileceğine inanıyordu. Ama nerden
nasıl başlanacağına bir türlü karar veremiyordu. Gökyüzünde dönen birkaç akbabayı
görmesiyle başlar hikâye.
“Akbabalar akıllı kuşlardır. Birisi ya da bir şey ölmeye hazırlanıyordu. Ben
bunun yaralı bir geyik, tavşan ya da yılan olduğunu düşündüm. Tavşan değildi,
geyik de değildi. Bir yılandan biraz daha zararlı bir şey, bir Apaçi’ydi.”
Ordudan ayrılan Tom jeffords altın aramak için geldiği bölgede yaralı bir Apaçi
gencinin hayatını kurtarır.
Genç Apaçi’yle geçirdiği birkaç gün, bazı önyargıların kırılmasına neden olur.
İyileşen genç Apaçi “annem ağlıyordur” diyerek evine dönmesi gerektiğini
söyler. Jeffords yıllarca kendisine vahşi diye anlatılan bu insanların da
annelerinin ağladığını, ağlayabileceğini hisseder. Bir Apaçi kadınının diğer
kadınlar gibi oğulları için ağlayacağını hiç düşünmemiştir. “Bizlere hep
‘Apaçiler vahşi hayvanlardır’ denmişti” der. Apaçiler Jeffords’ı yakalayıp genç
Apaçi’yi iyileştirdiği için serbest bıraktığında Apaçi erkeklerinin adalet
duygusu olduğunu görür.
Bu tanıma ve yakınlaşmayla ön yargıları yıkılan Jeffords, yalnızca
savaşmalarına izin verilen iki halk arasında süren savaşı sorgular. Orduya
dönmesi ve yeni görevler önerildiğinde reddeder. Apaçilerin kendi topraklarında
özgürce yaşamak istediklerini ve buna hakları olduğunu söyler. Apaçi dili ve
kültürünü öğrenir, barışın gerçekleşmesi için çalışır.
Tüm olumsuz yaklaşımlara rağmen risk alarak Apaçilerin reisi Cochise ile
görüşmeye karar verir. Başlangıçta karşılıklı bir güven sorunu yaşansa da
konuştukça birbirilerini anlamaya başlarlar. Apaçilere olan saygısı, kendi
kültürlerini ve dillerini öğrenme çabası, Cochise’in ona güven duymasını
sağlar.
Jeffords için adil barışın sağlanması eşitlikle olur. Başta Geronimo olmak
üzere bazı kabilelerin karşı çıkmasına rağmen Cochise “Üç ay boyunca barışı
deneyeceğim” der. Ateşkes süreci başlar. Barış süreci başladığında her iki
taraftan da provokasyonlar olur. Buna rağmen taraflar barıştan vazgeçmezler.
Bir Apaçi kadınla evlenir. Beyazlar tarafından pusuya düşürüldüğünde Jeffords
yaralanır, eşi Sonseeahray ise ölür.
Jeffords, bu süreçte de kayıpsız ve ödünsüz barış olmayacağını fark eder.
Umutsuzluğa kapılan Jeffords, barışın bir yalan olduğunu, beyazların barış
istemediğini haykırdığında Cochise, barışın kolay gelmeyeceğini, bir yalan
haline getirilmesine izin vermeyeceğini söyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder