23 Mart 2020 Pazartesi

YAŞAMA CESARETİ YA DA YER ÜSTÜNDEN NOTLAR - 1


 17 Mayıs 2015
 “Toplumsal cesaret, kişinin anlamlı bir yakınlık kurma umuduyla tehlikeye atılabilme yetisidir.” diyordu yazar. “Yakınlık cesaret gerektirir, çünkü risk kaçınılmazdır. İlişkinin bize nasıl etki edeceğini daha baştan bilemeyiz. Kimyasal bir değişim gibi birimiz değişirse, ikimiz de değişeceğiz. 
Gelişecek mi yoksa tüketecek miyiz? Emin olabildiğimiz tek şey, eğer kendimizi ilişkiye tüm varlığımızla bırakırsak bundan etkilenmeksizin çıkamayacağımızdır.” (Yaratma Cesareti-Rollo May)
Dev gibi düşler, dünyayı, hayatı güzelleştirmek için kök salacak çınarlar büyütüyorduk içimizde. Başka bir dünya mümkündü çünkü. Henüz ‘yarattığımız, yaşadığımız aşklar’ dağlar, asırlık çınarlar gibi devrilmiyordu üzerimize. En yakınımızdan ihanetler görmemiştik; düşlerimizin, umutlarımızın üzerinden tank paletleri geçmemişti. Yükselen değerlerimiz, erdemlerimiz farklıydı.
Düşündüğümüz ve söylediklerimiz gibi yaşıyor, kabul görmek için piyasa maymunluğuna soyunup gördüğümüz her objektifin önüne atlamıyorduk. Sahici düşlerimiz vardı. O sahici düşlerin, ütopyaların, başka bir dünyanın izini sürüyorduk. 
RAST MAKAMINDAN RANT MAKAMINA
Rast gele yaşamıyorduk ama dilimizde rast makamı şarkılar: benzerlerimize rast gelmek için yollara düşmüştük. Rast makamında bestelenmiş ‘Bir gece ansızın gelebilirim’i dinlerken, kimimiz içindeki çocuğa uyup bir gece ansızın gerçekleşebilecek devrimi düşlüyordu. Gerçekleşmesi imkânsız gibi görünen gerçekçi düşler kurarken, bir gece sabaha karşı tarihimizin en kanlı, en acımasız darbesini gerçekleştirenlerin distopik görüntüleriyle, uygulamalarıyla uyandık güne.
Eylülist çözülmelerde başka bir hayata kanat açmanın, rast makamından rant makamlarına geçmenin yolları, kapıları sonuna kadar açılıyordu sonrasında.  Hayat yaşanan darbelerle kesintiye uğruyor, her defasında ağır yenilgilerle, onmaz yaralarla çıkılıyordu yıkıntılardan. Yeni bir kültür, yeni bir insan tipi oluşturulmuştu, uzun süreli toplum mühendisliklerinde. Yıllar önce yazdığımız gibi; “Kıskanç, hırslı, bencil, faydacı olan bu yeni insan tipi en yakın dostlarına bile bürokrat ve hoyrat davranmayı erdem sayıyordu. O, diyelim dün, bir ajansta metin yazarı ya da grafikerdir; bir gazetede muhabir, bir dergide editör, bir fabrikada işçidir. Kendisine yapılan haksızlıkların sıkıntısını en çok o yaşamıştır. Yine diyelim bugün, o bölümün yöneticisi olduğunda ise, artık durum değişmiştir. Kıskançlığı, hırsı, bencilliği ona dün yaşadıklarını unutturacak, birlikte çalıştığı arkadaşlarına haksızlık ve kötülük yapmak ‘yeni durumun gereği’ haline dönüşecektir. ”
‘An’ın coşkusu bir sonraki ‘an’a yoldaş olamıyor, kimse bir başkasının çığlığını duymuyordu. İhanetlerle dolu bir tarihin içinden yürüyerek, arıyorduk yolumuzu. İhanetler, ikiyüzlülükler en yakınımızdaydı. Aşk çekiliyordu hayattan ve hayat daha çekilmez oluyordu. Romantizmin bir ‘arıza hali’ sayıldığı günlerde sahici dostluklara ve sahici aşklara gerçekleşmesi imkânsız gibi görünse de dünyayı dönüştürecek düşlere daha çok ihtiyacımız vardı.
Yıllardır izini sürdüğümüz düşlerimiz bu ilişkilerde, ‘alışkanlıklarda’ gerçekleşemiyordu, gerçekleşemezdi. Bu nedenle yeni insanı, yeni cümleleri, yeni bir dili yaratmak, arkadaşlıkları, dostlukları yeniden kurmak, çoğalmak, güzellikleri çoğaltmak için de gerekliydi. 
DARBECİ ÖLDÜ ZİHNİYETİ, UYGULAMALARI SÜRÜYOR
Yaşam akıp geçiyordu, bir kez daha elde edilemeyecek ‘an’ları ve fırsatlarıyla. Kimsenin buna aldırdığı yoktu. Hoyrat, özensiz ve acımasızdı ilişkiler. Olumsuzluklar ve kötülükler çoğaldıkça bilimkurgu ya da distopya romanlarında, filmlerinde anlatılanlara benzer otoriter - totaliter devlet modellerinin, yönetimlerin yolu açılıyordu. Tıpkı 12 Eylül Türkiye’si gibi.
Distopya romanlarında, uyarlanan filmlerde toplumları gelecekte bekleyen tehlikeler anlatılır. Bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, düşünce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesi, diğer yanda, insan özgürlüklerinin, demokratik hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesi bir öngörü olarak yansıtılır.
Değİşen DünyanIn  insanları
1984 gibi, Cesur Yeni Dünya gibi en bilindik önemli ve etkileyici distopya kurgularından biri de filme de aktarılan, Ray Bradbury’nin 1951’de basılan baskıcı bir gelecek toplumunun anlatıldığı Fahrenheit 451’di. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder