09 Ağustos 2015
Adını ilk kez
gençlik yıllarımda Nazım Usta’nın Saman Sarısı şiirinde duymuştum.
Araştırdığımda tek kişilik koca bir dünya çıkmıştı karşıma. Sonraki yıllarda
sinema tarihini araştırmaya, yazılar yazmaya başladığımda sinemayla ilgisini de
öğrenmiştim. Ansiklopedik bilgilerde “Çağdaş Türk resminin öncülerinden,
karikatürist, yazar, senarist, film yönetmeni yazıyordu yaşam öyküsünün
başında. Oysa derya deniz yaşam öyküsüyle bunların çok ötesinde, çok yönlü bir
kültür insanıydı Abidin Dino.
Türk resim
tarihinde D Grubu ve Yeniler Grubu adlarıyla anılan sanat topluluklarının
öncülerinden olan Abidin Dino, Türkiye’nin yanı sıra Fransa, Cezayir, ABD gibi
ülkelerde sergiler açmış; yurt dışında Fransa Plastik Sanatlar Birliği Onur
Başkanlığı, New York Dünya Sanat Sergisi Danışmanlığı gibi görevler
üstlenmiştir. Sosyalist bir aydın olan Dino, siyasi düşünceleri nedeniyle bir
süre Türkiye’de sürgünde yaşamış 1952’den itibaren hayatını Paris’te
sürdürmüştür.
1961 yılıdır.
Dünya tarihine geçecek olan Domuzlar Körfezi çıkarmasının üzerinden henüz
birkaç ay geçmiştir ve esirlerin serbest bırakılması için görüşmeler
sürmektedir. Aynı günlerde Nâzım Hikmet, yaklaşık altı ay önce evlendiği Vera
Tulyakova ile Paris’tedir. Bu yolculuk bir balayı niteliğindedir. Paris’te kırk
gün kalırlar. Nâzım Hikmet Mayıs’ta oradan Dünya Barış Komitesi adına, Fidel
Castro’ya Barış Ödülü vermek üzere, Havana’ya gider. Küba’da devrimci coşkunun
doruğunda bulmuştur kendini.
Abidin Dino,
Nazım Hikmet ve eşi Vera Paris’te aynı otel odasındadırlar. Nazım Hikmet, bir
gece yarısı Varşova, Krakof, Prag, Moskova, Paris, Havana olmak üzere altı
kentte Vera Tulyakova’ya ithafen yazdığı Saman Sarısı şiirinin bir bölümünü
yazar.
“meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin’le tavan arasındaki otel odamda
“meydanlarla yapılardan konuşuyoruz Abidin’le tavan arasındaki otel odamda
Sen ırmağı da akıyor Notr Dam’ın iki
yanından
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen
ırmağını rıhtımında yıldızların
bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının
bacalarına karışmış
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin’le
meydanda fır dönen Celâlettin’den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.”
ben geceleyin penceremden bir ay dilimiymiş gibi görüyorum Sen
ırmağını rıhtımında yıldızların
bir de genç bir kadın uyuyor tavan arasındaki odamda Paris damlarının
bacalarına karışmış
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saman sarısı saçları bigudili mavi kirpikleriyse yüzünde bulut
çekirdekteki meydanla çekirdekteki yapıdan konuşuyoruz Abidin’le
meydanda fır dönen Celâlettin’den konuşuyoruz
Abidin uçsuz bucaksız hızın renklerini döktürüyor.”
SEN
MUTLULUĞUN RESMİNİ YAPABİLİR MİSİN ABİDİN?
Uzun şiirin bir bölümünde, Küba’da
yaşadığı coşkunun etkisiyle Abidin Dino’ya o tarihi soruyu sorar:
“Küba’dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat.”
“Küba’dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı bir
çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının
resmini yapabilir misin üstat.”
Resimlerine
duyduğu hayranlığı, dizelerine yansıtan Nazım’ın yol arkadaşından istediği
mutluluğun resmini yapması değildir elbette. Abidin de Nazım da, bilir
mutluluğun resminin tuvale sığmayacağını; “mutluluğu resmetmeye “ne tuval
yeterdi ne boya.” Lakin bir yandan Nazım bilirdi de Abidin’in elleriyle koca
bir dünya yaratabileceğini.
Zeynep Oral, Abidin Dino ile yaptığı söyleşide şunları söyler: “Abidin Bey, resimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, sanatında ve yaşamında, sizin için bir dünya yaratır. (Burada yalnız sanatsal yaratıcılık değil söz konusu olan). Siz o dünyada değişirsiniz, değiştirirsiniz. Evet, sizin için bir dünya yaratır, güzellik, doğruluk, umut yaratır, ilişkiler, yaşamlar, gelecekler yaratır ve size avuçlarıyla sunar.”
Zeynep Oral, Abidin Dino ile yaptığı söyleşide şunları söyler: “Abidin Bey, resimlerinde, yazılarında, konuşmalarında, sanatında ve yaşamında, sizin için bir dünya yaratır. (Burada yalnız sanatsal yaratıcılık değil söz konusu olan). Siz o dünyada değişirsiniz, değiştirirsiniz. Evet, sizin için bir dünya yaratır, güzellik, doğruluk, umut yaratır, ilişkiler, yaşamlar, gelecekler yaratır ve size avuçlarıyla sunar.”
MUTLULUĞUN
RESMİ
Abidin Dino,
Nazım’ın sorusunu bilindiği gibi resimle değil de şiirle yanıtlar:
“Kokusu buram buram tüten/ Limanda simit satan çocuklar/ Martıların telaşı
bambaşka/ işçiler gözler yolunu./ inebilseydin o vapurdan/ Ayağında Varna’nın
tozu/ Yüreğinde ince bir sızı./ Mavi gözlerinde yanıp tutuşan/ hasretle
kucaklayabilseydim/ seninle, bir daha./ Davullar/ çalsa, zurnalar söyleseydi/
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,/ Yapardım mutluluğun resmini/ Başında delikanlı
şapkan,/ kolların sıvalı, kavgaya hazır/ Bahriyeli adımlarla düşüp yola/
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,/ ilk karşılaştığımız yere/ Ve bir acı kahvemi
içseydin./ Anlatsaydık/ o günlerden, geçmişten, gelecekten,/ Ne günler
biterdi,/ Ne geceler.../ Dinerdi tüm acılar seninle/ Bir düş olurdu
ayrılığımız,/ anılarda kalan./ Ve dolaşsaydık Türkiye’yi/ bir baştan bir başa./
Yattığımız yerler müze olmuş,/ Sürgün şehirler cennet.// işte o zaman Nazım,/
Yapardım mutluluğun resmini/ Buna da ne tuval yeterdi;/ ne boya...”
Abidin Dino,
yaşam öyküsünü “1913’te İstanbul’da doğdum. Ben altı aylıkken, ailem
İsviçre’ye, Cenevre şehrine yerleşti. Birinci Dünya Savaşı koptu. Altı yıl
İsviçre’de kalındı. Arkasından aile Paris’e yerleşti. Üç, dört yıl Paris’te
kalındıktan sonra, Korfu adasından geçerek yurda dönüldü.” cümleleriyle
başlıyor anlatmaya…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder