25 Ekim 2015
1970’te
çalışma hayatını ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen tasarı, Adalet
Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin işbirliğiyle önce Millet Meclisi,
ardından Senato’dan geçirilir. Yapılan değişiklik, işçilerin sendika seçme
özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekteydi.
Yasa taslağı 11 Haziran 1970’te cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın onaylamasıyla
yürürlüğe girer.
Kanunlaşan
tasarı esas olarak Türk-İş’ten DİSK’e işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı.
DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterirler. Türkiye İşçi Partisi
ise söz konusu yasa değişikliklerini Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini açıklar
ve iptal davası açar.
DİSK’li sendikacılar, yöneticiler ve sendikaya bağlı işçiler, 15 Haziran 1970 sabahı tepkilerini göstermek için fabrikalarından sokağa çıkarak İstanbul’un
belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçerler. Gösterilere pek çok
fabrikadan 75 bin dolaylarında işçi katılır. Gösterilen tepki esas olarak DİSK
üyesi işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda Türk-İş işçisi de toplu
halde katılır. Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir
sıkıyönetim ilan eder. DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu
sıkıyönetim mahkemelerince tutuklanır ve yargılanırlar. Kadıköy’de meydana gelen
olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf hayatını yitirmiştir. 16 Haziran’da
Ankara, Adana, Bursa ve İzmir’de de küçük çaplı olaylar yaşanır.
Uyguladıkları
ekonomik politikalarda da başarısız olan devleti yönetenler homurdanmaya, bu
anayasa bize bol demeye başlamışlardır. Durumdan vazife çıkaran ordu, 12 Mart1971’de bir muhtıra verir. Parlamento ve partiler kapatılmamış, anayasa askıya
alınmamıştır. Askerler bir teknokrat hükümeti kurulması için, meclis içinden
‘tarafsız’ bir başbakanın çıkmasını ve güvenoyu almasını isterler.
Parlamentodakiler, CHP Kocaeli milletvekili Nihat Erim ismi üzerinde anlaşır.
26 Mart günü CHP’den istifa ederek bağımsız Başbakan olan Erim’e, ‘partiler
üstü reform hükümeti’ kurdurulur.
THKO, THKP-C
gibi örgütlerin eylemleri sürüyordur. İstanbul’da ilan edilen sokağa çıkma
yasaklarında çok sayıda muhalif bu örgütlerle ilişiği olduğu gerekçesiyle
tutuklanır. TİP ve DİSK kapatılır. 12 Mart askeri darbesinden sonra THKO
örgütlenmesi içinde yer alan Deniz Gezmiş ve arkadaşları asılır, THKPC
örgütlenmesini oluşturan Mahir Çayan ve arkadaşları, TKPML-TİKKO lideri İbrahim
Kaypakkaya öldürülür; onlarca gençlik ve işçi önderi devrimci, muhalif aydın
tutuklanır işkenceli sorgulardan geçirilir, hapishanelere doldurulur. 1968
baharının ardından sancılı yıllar yaşanır. Devleti yönetenler yükselen
muhalefeti bastırmak için kan dökmüşler, can yakmışlardır.
70’LER VE 78
KUŞAĞI
12 Mart
faşist darbesi topluma, sol muhalif güçlere ağır bedeller ödetse de egemenler
açısından başarılamamış bir darbedir. Toplumsal muhalefeti, demokrasi güçlerini
bastırsalar da yok edememişlerdir. Öldürülen, hapishanelere doldurulan
devrimcilerin ektikleri tohumlar filizlenir, takipçileri bayrağı devralmakta
gecikmez. Afla cezaevlerinden çıkan devrimciler yeniden düşlerinin izinde
dünyayı güzelleştirebilmek için muhalif yapılanmalarda saflara katılır.
12 Mart
darbesiyle bastırılan toplumsal muhalefet yeniden yükselir. Halkçı muhalif
aydınların ve 1968 kuşağının ışığı sonraki kuşağın da yolunu aydınlatır. Bugün
1978 kuşağı diye adlandırılan 1955-1965 doğumlu birçok genç devrimci, sosyalist
düşüncelerle tanışır, sol yapılanmalarda yer alır.
Saldırgan
egemen gücün karşısında naif ve romantiktirler. Soğuk Savaş yıllarıdır, dünyada
yeni bir paylaşım savaşına yol açabilecek gelişmeler yaşanırken, içeride de
yeni bir dünya düzeninin hazırlıklarını yapan Amerika’nın güdümünde
gelişiyordur yaşananlar.
Amerika, oluşturmaya çalıştığı yeşil kuşakla Sovyetler Birliği’ni ve diğer
‘sosyalist’ devletleri kuşatıyor, bugün sonuçlarını çok açık gördüğümüz,
1980’lerde başlayan ‘yenidünya düzeni’nin temellerini atıyordu.
Denetleyemedikleri ülkelerde darbeler yapıyor, iç karışıklıklar çıkartıyordu.
Darbeleri de o ülkelerin NATO’ya bağlı ordularını ve sivil militarist güçlerini
kullanarak gerçekleştiriyordu. Komünizme ve sol örgütlenmeye karşı gayri-nizamı
harp amacıyla oluşturdukları özel harp daireleri; CIA bağlantılı Kontrgerilla
yapılanmaları da diğer sivil militarist güçleri kullanarak, kışkırtarak darbe
koşullarının oluşmasını sağlıyordu.
Henüz 12 Mart
karanlığından çıkılamamış, yaralar sarılamamış ve geçmişin değerlendirmesi
yapılamamışken yeni ve sonu belirsiz bir sürece girilmişti. Devrim
rüzgârlarının estiği dünyada, sol örgütlerin sayıları da etki alanına aldığı
insan sayısı da hızla çoğalıyor, seslerini sokakta duyurmaya çalışıyordu.
Sosyalistlerin, devrimcilerin etkilediği geniş halk yığınlarının, emekçilerin,
sendikaların ve üniversite gençliğinin yükselttiği toplumsal muhalefete karşı
devlet de, resmi-gayrı resmi militarist güçlerini, silahlı antikomünist sivil
örgütleri sokağa sürmüştü.
SUİKASTLAR VE
KİTLESEL KATLİAMLAR
Kontrgerilla
ve kullandığı derin/karanlık yapılar bütün güçleriyle halkın, emekçilerin ve
sosyalist üniversite gençliğinin karşısına çıkarılmıştı. Devleti yönetenlerin
yarattığı siyasal ve ekonomik istikrarsızlık da gerginliği körüklüyordu.
Ülke en küçük
hücresine kadar iki kampa bölünmüştü. Bir yanda ‘başka bir dünya mümkün’ diyen
sosyalistler ve etkilediği geniş halk yığınları, emekçiler, gençler; diğer
yanda devletin asker/polis silahlı militarist güçleri ve CIA güdümündeki
kontrgerillanın yönlendirdiği silahlı sivil güçler, örgütler.
Sayısı
1970’lerin sonunda her gün 30’u bulan ‘faili malum’ kaynaktan beslenen siyasal
cinayetler, kitlesel katliamlar yaşanır. Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi Cevat
Yurdakul, Ümit Doğançay, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Türkler
gibi toplumu, toplumsal olayları etkileyecek isimler öldürülür.
Kahramanmaraş’ta Çorum’da, 1 Mayıs 1977’de onlarca insanın hayatını kaybettiği
kitlesel katliamlar yapılır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder