04 Ekim
2015
1960’lı
yılların başında toplumsal gerçekçi filmler çeken yönetmenler, ulusal bir
sinema dili oluştururken estetik kaygılar da taşıyorlar ve bunu filmlerine
yansıtmaya çabalıyorlardı. Yapılan toplumsal gerçekçi filmlerle, yalnızca
yaşanan hayatın salt gerçekliğini değil, bu gerçekliğin toplumsal boyutlarını
da yansıtarak hem Yeşilçam sinemasının masal/hayal dünyasının dışına çıkılıyor
hem de ‘devrimci’ bir uyanışın, toplumsal muhalefetin oluşmasına katkı
sağlanıyordu.
Demokrat
Parti-Menderes iktidarıyla başlayan ‘çarpık kapitalistleşme’ sürecinde toplumun
genetiğiyle ve algılarıyla da oynanmaya başlanmıştı. Her mahallede milyoner
yaratma söylemleriyle sınıf atlama düşleri körüklenirken, başarıya giden yolda
her yol mubah anlayışı yaygınlaştırılır. Sonuçta gemisini kurtaran kaptandı ve
her koyun kendi bacağından asılıyordu. 12 Eylül ve sonrasında çok daha bilinçli
toplum mühendislikleriyle gerçekleştirilen durumun ilk tohumları böylece
atılmış oluyordu. Geleceğini Amerika’ya/NATO’ya, küresel egemen güçlere
bağlayan devletin yöneticileri Menderes’ten Demirel’e, Özal’dan Erdoğan’a ve
darbecilere kadar sürekliliği benzer uygulamalarla çoğaltarak, geliştirerek
sürdürdüler.
1950’li
yıllarda ve 1960’ların başında yaşanan toplumsal dönüşümler bunların hayata,
bireye etkileri filmlere böyle aktarılırken, hayat düş şatosu sinemalarda
beyazperdeye yansıyan görüntülerle paralel yürüyor, hayattaki bütün değişimler izlediğimiz
filmlere yansıyordu.
Köklü
değişimlerin, büyük altüst oluşların yaşanacağı 1970’li yıllara yol alırken
50’lerde başlayan dış göç akınına yoğun iç göç de ekleniyordu. Türk sinemasının
önemli filmlerinden olan Gurbet Kuşları’nda Halit Refiğ, yeni bir yaşama
kavuşma hayalleriyle oluşan köyden kente göç sorununu ilk kez kapsamlı bir
biçimde sinemaya aktarır.
Memleketinde işleri bozulan Maraşlı bir aile taşı toprağı altın şehir
İstanbul’a göç eder. Hayalleri, altın şehrin olanaklarından yararlanmak,
zenginliğine ortak olmaktır. Aile, İstanbul’a gelişin kapısı olan Haydarpaşa
Garı’nda trenden indiğinde, baba Tahir Efendi, “Allahın izniyle şah olacağız
İstanbul’a, şah” der. Fakat bu hayalin gerçekleşebilmesi hiç de kolay değildir.
Çünkü “iş bilenin, kılıç kuşananındır.” Maraşlı aile, altın kentin ekonomik
düzenine, farklı yaşam biçimine, ahlak anlayışına ayak uyduramaz, tutunamaz.
İnsan yutan kentin içinde çözülmeye başlar, parçalanır. “Şah olmaya” geldikleri
kente yenik düşer ve Maraş’a dönerler.
Lütfi Akad,
“Gelin” (1973), “Düğün” (1973), “Diyet” (1974) üçlemesinde köyden kente göçün
yarattığı olumsuz sonuçları ustalıkla ortaya koyar. Üçlemesinin ilk filmi olan
Gelin’de göç sorununu, ikinci film olan Düğün’de, göç edenlerin büyük kentte
tutunma çabalarını ele alırken, üçüncü ve son film olan Diyet’te ise göç
edenleri bir fabrika ve çevresinde işçi-işveren ilişkilerine de yer vererek
anlatıyor.
Gelin’de, daha iyi yaşam koşulları için Anadolu’dan İstanbul’a gelen kalabalık bir ailenin, bu büyük kentin yaşam pratiği karşısında eski değerlerini yitirip çözülmesi anlatılır. Hacı İlyas Efendi, eşi, büyük oğlu ve geliniyle Yozgat’ın Sorgun ilçesinden İstanbul’a göç eder. 6 yıl sonra da küçük oğlu Veli, eşi Meryem ve oğlu Osman ile İstanbul’a babasının yanına göç eder. Baba Hacı İlyas, ailenin yerleştiği varoş mahallede küçük bir bakkaliye dükkânı işletmeye başlar. Ama ailenin yaşlı reisi ile onun büyük oğlu Hıdır ticarete atılınca para hırsına kapılırlar, asıl amaçları Şişli’de büyük bir bakkaliye açmaktır.
Bu arada Hacı İlyas’ın ticarete yatkın olmayan küçük oğlu Veli’nin çocuğu Osman
hastalanır. Osman’ın önceleri ciddiye alınmayan hastalığının ciddi olduğu,
ameliyat için de çok para gerektiği ortaya çıkar. Öte yandan büyük dükkân için
de paraya gereksinim vardır. Büyük gelin bu iş için ziynetlerini vermeye
razıdır, ama küçük gelin Meryem ziynetlerini oğlunun ameliyat parası için
ayırmak istemektedir. Yaşlı reisin hasta torununu masraflı olduğu için
hastaneye götürmemekte direnmesine oğlanın annesinin yakarışları bile etki
etmeyince göç trajedisi kaçınılmaz hale gelir.
Osman, Kurban
Bayramı’nın ilk gününde kuzenleriyle birlikte sokaktan geçen at arabasının
peşinden koşarken fenalaşır ve ölür. Oğlunun ölümüyle sarsılan Meryem kocasının
ailesinin yanından ayrılarak bir fabrikada çalışmaya başlar. Bunu duyan
Veli’nin ailesi ondan Meryem’i öldürerek namuslarını temizlemesini ister.
Meryem’in çalıştığı fabrikanın kapısına gelen Veli iş çıkışında Meryem’le
karşılaşır. Ancak onu öldürmek yerine onunla ailesinden ayrı yeni bir yaşam
kurar.
Üçlemenin
1974 yapımı ikinci filmi Düğün’de göç ve başlık parası konuları işlenir.
Ailenin erkekleri köyden getirdikleri gelenekleri devam ettirir. Kızlarını
büyük başlık paraları karşılığında isteyene vererek ekonomik durumlarını
güçlendirmek ister. Fakat ailenin kızlarından Zelha bu tutuma karşı çıkar.
Zelha, başlık parası karşılığı ile bir anlamda satılan kardeşlerini düğün günü
istemedikleri bu durumdan kurtarıyor. Ailenin erkeklerini de karşısına alıyor
ve direnişlerine rağmen kendini ve kardeşini kurtarıyor.
Diyet’te de Afyon’dan İstanbul’a gelen Hasan, köylüsü Bilal Usta’nın yardımıyla
büyük bir imalathanede işe başlar. Bu sırada imalathanede bazı işçiler
sendikaya girmişlerdir. İşveren ve onun en yakın adamı olan Bilal Usta ise buna
karşı çıkmaktadırlar. Hasan bir süre sonra evli olan ama eşi iki yıl önce onu
ve iki çocuğunu terk ederek Almanya’ya giden Hacer’le tanışır. İkisi arasında
duygusal bir bağ oluşur. Bilal Usta’nın yardımıyla Hacer’le evlenir. Bu arada
çalışmakta olduğu makinenin arızalı olduğunu, kendinden önce çalışan adamın iş
kazasına uğrayıp bacağının kesildiğini öğrenir. O sırada sendikayla ilgili bazı
gelişmeler, iki genç arasında sorunlar çıkarır. Hacer sendikaya girer. Hasan
bir yandan kendisine danışmadığı için bir yandan da bu yüzden Bilal Usta’ya
karşı mahcup düştüğü için Hacer’e kızsa da yaşadığı kazayla bedelini ağır öder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder