23 Mart 2020 Pazartesi

İSYAN


06 Eylül 2015
21. yüzyılın ilk yıllarında üçüncü dünya savaşı çıktı. Bu savaştan kurtulanlarımız, insanoğlunun dördüncü bir savaştan kurtulamayacağını biliyordu. Her an patlamaya hazır doğamız, insanlığın içindeki vahşet duygusuyla daha fazla yaşaması riskini alamazdı.
Bu yüzden yeni bir güvenlik gücü yarattık; “Gramaton Rahibi”. Tek görevi gerçek kaynağı bulup yok etmekti; insanın insana kötü davranmasının kaynağı... Yeteneği ise hissetmekti.
2002 yılında, Kurt Wimmer’in yazıp yönettiği bilimkurgu-distopik filmi İsyan, bu cümlelerle başlar. Ardından polisin, özel (Gramaton) kuvvetlerin baskınına tanık oluruz. Baskında orijinal Mona Lisa heykeli ‘ele geçirilir’.
SANATA DÜŞMAN
Üçüncü Dünya Savaşı sona ermiş, Libria şehrinde faşistler yönetime hâkim olup baskıcı bir sistem kurmuştur. “Barışı korumak adına” insanların duygularını baskı altına almaktadır. Sanatsal nesneler bulundurmak ve güzel sanatlarla ilgilenmek yasaktır. Duygu ve heyecan uyandıracak şeylerle ilgilenmek, ölüm cezasına bile yol açabilmektedir.
Savaş travmasını üzerinden atamayan rejim, barışı korumak adına insan duygularını Prozium adlı bir ilaç vesilesiyle kontrol altında tutmaktadır. Bu ilacın denetiminden John Preston adlı bir ajan sorumludur. Rejim duygularla birlikte sanatın da düşmanıdır. Savaş öncesinden kalma tüm sanat eserleri yok edilmektedir. Duygular gibi sanat da yasaktır.  John Preston, bir gün ilacı kullanmayı unutur ve duygularının farkına varır. Geçmişte yaşadığı anılar tazelenince, kimliğinden sıyrılır; hizmetinde olduğu rejime karşı isyan başlatır.
Fahrenheit 451’e benzerlik gösteren filmin başrollerinde Christian Bale ve Sean Bean, yan rollerde ise Taye Diggs, Angus MacFadyen, Sean Pertwee, Emily Watson ve David Hemmings yer alır.
KURGU GİBİ GERÇEK
İçinde yaşadığımız son 35 yıl, bir distopya filminden (ya da romanından) farksız. Kurgusal/distopik bir dünyadayız sanki. Kurgu dünyasının sıkça söz ettiğimiz, örneklediğimiz filmlerinde öngörülen, varsayılan, olanaksız gibi gözüken distopik durumu yaşadık, yaşıyoruz. “Büyük ağabey” görev başında. İktidarı boyunca bilimi, kitabı, sanatı “bombadan tehlikeli” gördü; basılmamış kitaplar toplatıldı. Roboski’de gencecik insanlardan sonra katırlar da “ölü ele geçirildi”.
Belleklerimizi tazeleyelim ve unutmayalım; ülke (bugün de süren) koca bir tele kulak merkezine, dinleme/dinlenme arenasına dönmüştü, yakın geçmişte. 12 Eylül ve sonrasında ‘Yeni Ortaçağ’ kurulmuş, bu iktidar döneminde tüm kurumlarıyla ele geçirilerek pekiştirilmişti bir kez. Sonrası geldi...
Kurgu dünyasında distopik bir toplum otoriter/totaliter bir devlet modeli ya da benzer bir başka baskıcı sistem altında anlatılır. Distopya, (dystopia) çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır; anti-ütopya... Karşı ütopya da denebilir. Ütopya olumluluk içeren, aranan istenen, olması için mücadele edilen ‘yok ülke’ ise, distopya da karşıtı olarak “kötü bir yer” anlamında kullanılır.
Roman ya da sinemada kurgulanan distopyaların ortak niteliği, “toplumları gelecekte bekleyen tehlikeleri göstermektir. Bu tehlike, bir yandan makineleşen bir toplumda insanın duygu, düşünce ve değer sistemleri ile yok olup gitmesidir. Öte yandan, insan özgürlüklerinin, demokratik hakların kurulacak bir despotik devlet tarafından yok edilmesidir. Bu distopyaların amacı, insanları bu türden tehlikeler için önceden uyarmaktadır.”
OTOMATİK PORTAKAL
Film Britanya’da endüstri sonrası bir şehirdeki, ahlaki değerlerin birbirine karıştığı, iyi ve kötünün ayırt edilemez hale geldiği toplumda, gençlerden oluşan bir çetenin insanlara uyguladıkları şiddet ve Alex üzerinden toplumsal değerlerin çatışması aktarılır.
Bir holigan olan Alex’in zaman geçirmek için üyesi olduğu sokak çetesi ile beraber işledikleri birçok suçtan sonra çete ile ayrılığa düşünce, onlar tarafından ihbar edilmesini ve polis tarafından beyninin yıkanarak topluma kazandırılma metodu ve sonrası anlatılır.
Anthony Burgess’in aynı adlı yapıtından uyarlanan 1971 yapımı filmde, yönetmen Stanley Kubrick olayları büyük bir ifade gücü ile o günlerden bugüne değişen dünya düzeni ve bu değişimin insanların üzerindeki farklı etkilerini, suça ve şiddete eğilimi ustaca yansıtmıştır.
PSİKOPATİ DÜNYASI
Başlıca distopik roman örnekleri olarak; Biz (Yevgeniy İvanoviç Zamyatin), Bin Dokuz Yüz Seksen Dört (George Orwell), Hayvanlar Çiftliği (George Orwell), Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley), Fahrenheit 451’i (Ray Bradbury) sayabiliriz.

Başlıca distopik filmleri de şöyle sıralayabiliriz: 
Metropolis (1927)Alphaville (1965)Fahrenheit 451 / Değişen Dünyanın İnsanları (1966)Planet of the Apes / Maymunlar Cehennemi (1968)
A Clockwork Orange / Otomatik Portakal (1971)
Blade Runner / Bıçak Sırtı (1982)
Nineteen Eighty-Four / 1984 (1984)
Brazil (1985)
Twelve Monkeys / 12 Maymun (1995)
The City of Lost Children / Kayıp Çocuklar Şehri (1995)
Strange Days / Tuhaf Günler (1995)
Gattaca (1997)
exiStenZ / Varoluş (1999)
The Matrix (1999)
Equilibrium / İsyan (2002)
Minority Report / Azınlık Raporu(2002)
The Road / Yol (2009)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder