UMUDA YOLCULUK13
Eylül 2015
İnsan
kaçakçıları, göçmen kaçırma çeteleri, batan tekneler, sulara gömülen insan
bedenleri, kıyıya vuran insan cesetleri, bebekler… İnsan kaçakçılarının
yarattığı trajedi toplu katliamlara dönüştü.
Filmlerde
daha çok traji-komik öykülerde izlediğimiz mülteci/göçmen/insan kaçakçılığı
sorunu, bölgede yaşanan savaşlar sonrası vicdanların, yüreklerin
kaldıramayacağı kadar ağır bir trajediye dönüştü.
Umut olmazsa hayat olmaz, yaşam sürüyorsa umut var demektir. Bu durumda Umuda Yolculuk kaçınılmaz. Yabancı Dilde En İyi Oscar Ödülünü (1990) kazanan, başrollerinde Necmettin Çobanoğlu, Nur Sürer, Yaman Okay ve Emin Sivas’ın yer aldığı İngiltere, İsviçre ve Türkiye ortak yapımı Umuda Yolculuk filminin yönetmeni Xavier Koller.
Senaryosu
Feride Çiçekoğlu’na ait filmde Maraşlı yoksul aile yalnızca kartpostallarda
gördüğü ve Haydar’ın “Orada umut var” dediği İsviçre’ye gitmek ister. Haydar
umuda yolculuk için ellerinde avuçlarında ne varsa yok pahasına satar. Dağların
ardındaki bilmediği o düş ülkesini umut bellemiş, yoksulluktan kurtuluşun,
insan gibi yaşamanın tek yolu olacağına inanmıştır. Fakat önlerindeki
seçenek yasa dışı yollardır. Babasının tüm itirazlarına, nasihatlerine rağmen
bu yolculuğa çıkmakta kararlıdır Haydar.
Haydar: Cemal’in işini yapan Şeref dedi
ki, seni de götürürsem daha iyi olurmuş.
Meryem: Şimdiden mi?
Haydar: Şimdiden ya, aile olunca daha rahat alıyorlarmış.
Meryem: İyi ya, hepimiz gideriz.
Haydar: Deli misin sen, nasıl kalkarız altından? Hangi parayla?
Meryem: Çocukları başıboş mu koycaz burada?
Haydar: Niye başıboş olsunlar. Bak Mustafa koskoca adam oldu. Fatma gelinlik çağında. Hem annemle babam var.
Meryem: İyi ya; onları ne zaman alırız oraya?
Haydar: Nerden bileyim. Belki hemen, belki bir zaman sonra. Ne bileyim Allah aşkına.
Meryem: Yok öyle bilmeden bırakmam çocukları. Hem kuru başıma ne yaparım orda?
Haydar: Çalışırsın. Bak Müslüm’ün karısı çalışıyormuş
Meryem: Çocuklar burada, ben orda. Olmaz, gelmem ben.
Haydar: Sen de işi büsbütün yokuşa sürmesen olmaz sanki.
Meryem: Şimdiden mi?
Haydar: Şimdiden ya, aile olunca daha rahat alıyorlarmış.
Meryem: İyi ya, hepimiz gideriz.
Haydar: Deli misin sen, nasıl kalkarız altından? Hangi parayla?
Meryem: Çocukları başıboş mu koycaz burada?
Haydar: Niye başıboş olsunlar. Bak Mustafa koskoca adam oldu. Fatma gelinlik çağında. Hem annemle babam var.
Meryem: İyi ya; onları ne zaman alırız oraya?
Haydar: Nerden bileyim. Belki hemen, belki bir zaman sonra. Ne bileyim Allah aşkına.
Meryem: Yok öyle bilmeden bırakmam çocukları. Hem kuru başıma ne yaparım orda?
Haydar: Çalışırsın. Bak Müslüm’ün karısı çalışıyormuş
Meryem: Çocuklar burada, ben orda. Olmaz, gelmem ben.
Haydar: Sen de işi büsbütün yokuşa sürmesen olmaz sanki.
Çaresizlik ve
umutsuzluk Haydar’ı iyiden iyiye boğuyordur. Kararlıdır umudun peşinden
gidecektir. Dağların ardındaki umut ışığı, düşler ülkesi onu çağırıyordur.
Fakat babası da hoşnut değildir bundan. Hele haydar para eden her şeyi yok
pahasına sattıkça kederlenir, içlenir.
Baba: Sen çocukların da kafasına
sokuyorsun bu gitme işini. Hiç hoşuma gitmiyor.
Haydar: Ben niye sokacağım, kendileri görüyorlar.
Baba: Neyimiz eksik?
Haydar: Orda hiç değilse bir umut var.
Baba: Kimse bir yere gitmiyor. Herkes otursun oturduğu yerde. Hem hangi parayla gideceksin?
Haydar: Atlan, inekleri satsam diyorum.
Baba: Oğlanları mı süreceksin düvene?
Haydar: Orada işimiz olursa düvene ne hacet.
Baba: Sen bu aklınla kolay sanıyorsun bu işi?
Haydar: Bizim gibilere nerede kolay ki?
Baba biraz sakinleştikten sonra bu kez öfkeyle değil de şefkatle yaklaşır oğluna; nasihatte bulunur, hayat dersi gibi cümleler kurar.
Baba: Gördün mü şu ot bile köküyle çıkıyor. Malını sattın mı ot kadar hükmün kalmaz. Köksüz öyle kalakalırsın ortalıkta.
Haydar: Ben niye sokacağım, kendileri görüyorlar.
Baba: Neyimiz eksik?
Haydar: Orda hiç değilse bir umut var.
Baba: Kimse bir yere gitmiyor. Herkes otursun oturduğu yerde. Hem hangi parayla gideceksin?
Haydar: Atlan, inekleri satsam diyorum.
Baba: Oğlanları mı süreceksin düvene?
Haydar: Orada işimiz olursa düvene ne hacet.
Baba: Sen bu aklınla kolay sanıyorsun bu işi?
Haydar: Bizim gibilere nerede kolay ki?
Baba biraz sakinleştikten sonra bu kez öfkeyle değil de şefkatle yaklaşır oğluna; nasihatte bulunur, hayat dersi gibi cümleler kurar.
Baba: Gördün mü şu ot bile köküyle çıkıyor. Malını sattın mı ot kadar hükmün kalmaz. Köksüz öyle kalakalırsın ortalıkta.
Haydar
kararından dönmez. Parayı denkleştirir, Meryem’in ısrarıyla küçük çocukları
Mehmet Ali’yi de yanlarına alarak yola çıkarlar. Zorlu bir yolculuk onları
bekliyordur. İnsan kaçakçılarının elinde trenler, minibüsler, gemiler, tırlar,
otobüslerle çıkılan riskli bir yolculuk. Ailenin umut yolundaki trajedisi de
başlamıştır. Mehmet Ali’nin küçük bedeni dayanamaz zorlu yolculuğa.
MÜLTECİ
Reis Çelik’in
yaşanmış bir olaydan uyarladığı 2007 yapımı anlatısı Mülteci’nin başlıca
rollerinde Luk Piyes, Derya Durmaz, Numan Acar, Numan Çakır, Yüksel Arıcı,
Necmettin Çobanoğlu yer alır.
Şivan’ın
Türkiye’nin doğusundan Almanya’ya uzanan zorunlu yolculuğu masalsı bir üslupla
anlatılır filmde. Şivan, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayan, 20 yaşında bir
gençtir. Şivan’ın dedesi Şaho, varlığını sürdürebilmek için hem devlet
güçlerine hem de bölgede güçlü olan örgüte mesafeli duran Givdanlı aşiretinin
ağasıdır. Şivan, sevdiği kız Berfin ile tarlada buluştuğu bir gün, tarlaya
sabotaj düzenlenir ve köyün tüm harmanı yakılır. Olay üzerine başlayan polis
sorgusu, olay anında tarlada olduğu kanıtlanan Şivan’ın hayatını geri dönülmez
bir şekilde değiştirir.
Şivan’ın
köyündekiler, filmde adı hiç anılmayan “örgüt” ile devlet arasında bir seçim
yapmaya zorlanır. Köyün ağası, Şivan kullanılarak bu seçimi yapmaya zorlanır.
Her iki tarafın baskısından da kurtulmak isteyen ağa, tek çareyi Şivan’ı
yurtdışına yollamakta bulur. İnsan kaçakçıları ile anlaşılır ve Şivan kendini
Almanya’nın Nürnberg kenti yakınında tellerle etrafı örülmüş bir mülteci
kampının kapısında bulur...
Mülteci
filminin büyük bir bölümü bu kampta geçiyor. Filmde, Şivan’ın kampta tanıştığı
mültecilerin hikâyelerini, ülkelerini terk etme sebeplerini dinliyoruz;
anlamadıkları bir sisteme anlam verme, yordamlarını bulma çabalarına şahit
oluyoruz. Ama Şivan bir çeşit hapis hayatı yaşadığı bu sisteme ayak
uyduramıyor... Dilini bilmediği bu ülkede Şivan’ın önünde Türkiye’de yaşadığı
deneyime farklı boyutlar ekleyecek bir sınav vardır.
Zeytin
toplayıcısı Bilo ve arkadaşları Almanya’ya gitmek için Maho ile anlaşmışlardır.
Maho bir kamyonun arkasında onları götürecektir. Ancak Maho usta bir
dolandırıcıdır. Köylüleri Almanya diye İstanbul’a götürür. Bilo ve arkadaşları
İstanbul’da olduklarını öğrendiklerinde büyük bir şok geçirirler. Bu arada Maho
zengin bir aile kızı olan Necla ile evlenmiş ve işlerin başına geçmiştir. Bilo
Maho’yu bulmaya kararlıdır. Hayat onları birçok kez karşı karşıya getirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder