ZENGİN VE YOKSUL
YA DA ZÜĞÜRT AĞA 01 Şubat
2015
Kaldığımız
yerden sürdürüyoruz yazmayı. Önceki haftalarda söz ettiğimiz filmlerde ve
hayatın kendisinde en önemli çelişki/çatışma emek sermaye çelişkisi, çatışması.
Sistem, üretim ilişkileri insanları emek sermaye temelinde zenginler (mutlu
azınlık) ve yoksullar (mutsuz çoğunluk) olarak ikiye ayırıyor. Hayatın birçok
gerçeği gibi bu da kurgu dünyasına, filmlere yansıyor.
Bir yanda
sınıf atlamaya, lüks tüketime özendirilen, yönlendirilen yoksulluğa mahkum
çoğunluk, diğer yanda lüks içinde yaşayan, emek hırsızlığıyla zenginliğine
zenginlik katan bir avuç asalak. Bir yanda umut fakirin ekmeği ye Memed ye
avuntusu, bir yanda fakirin çenesini yoran zenginin parası, bir yanda çalış
senin de olur aldatmacası, bir yanda bal tutan parmağını yalar durumu. Bir
yanda başka bir dünyanın vaat edilen cennetiyle avutulan yoksul çoğunluk diğer
yanda yaşadığı hayatı dünya nimetleriyle cennete çeviren hırsız azınlık.
‘PEHLİVAN’IN
UMUDU
12 Eylül
sonrasının yeni dünya düzenine uyumlu darbecilerinin ve takipçisi, sivil
uzantısı neoliberal iktidarların dayattığı toplumsal değişim/yıkım içinde de
yoksul daha yoksul zengin daha zengin oluyordu. Üstelik yaşanan değişim içinde
her iktidar kendi rengine uygun yeni zenginler yaratıyor, uyum sağlayamayanlar
yoksul katına inebiliyordu. Züğürt Ağa da, bir gecede tüm sermayesini, mal
varlığını kaybeden de, prensler-papatyalar zenginleri de, jet Fadıllar da,
hayat kurtaran olarak bilineni dışında hayat karartan deniz feneri de, yeşili
ve renksiziyle türeyen yeni sermaye de hayatın gerçeği olabiliyordu.
Dış göç de iç göç gibi Anadolu insanının, kır yoksullarının umut kapısı oldu
hep. Başlangıçta yabancı misafir işçi olarak tanımlanan, Almancılar olarak da
anılan gurbetçilere yıllar içinde İsviçre, Hollanda, Fransa, Amerika, Libya
dâhil dünyanın birçok ülkesine dağılan Türkiyeli yoksullar eklenir.
Karısı, iki
çocuğu ve yaşlı babasını geçindirmek için çeşitli işler yapan Bilal’in de en
büyük umudu Libya’ya işçi olarak gitmektir. Zeki Ökten’in 1984 yılında Fehmi
Yaşar senaryosuyla çektiği, başrollerini Tarık Akan ve Meral Orhonsay’ın
paylaştığı Pehlivan adlı filmin kahramanıdır Bilal. Ne var ki gerçek hayatta da
aynı umudun peşine düşen yüzlerce insan gibi bir türlü ona sıra gelmez. Bilal
sıranın gelmesini beklerken baba mesleği olan pehlivanlıkta şansını denemek
ister. Kırkpınar’da şampiyon olup büyük ödülü alırsa durumunun düzeleceğini, iyi
bir pehlivan olarak gelirinin artacağını düşünür. Pehlivan olması için
kendisini teşvik eden Mestan Dayı ve ustası Tevfik’in yardımlarıyla kendisini
güreşlere hazırlar.
DEĞİŞEN
DÜNYA, ZÜĞÜRTLEŞEN AĞA
O esnada
başka bir bölgede ‘farklı’ bir kültürden ve toplumsal katmandan başka bir
tutunamama öyküsü yansır sinemaya. Az gelişmişlik sürecinde yaşanan çarpık
kentleşme, çarpık sanayileşme içinde feodalizm de, kapitalistleşme de ülkeye
has yaşanır. ‘Olmayan burjuva sınıfı’ da feodalizmin ağaları da devlet destekli
yaratılır.
Yeni dünya
düzenine uyumlu hale getirilmek istenen ülkede, kapitalistleşme rant
ekonomisine dayandırılırken sermaye sahibi sanayiden, köylü ve toprak sahibi
topraktan, tarımsal üretimden koparılır. Feodalizmin çözülme, çökme sürecini
topraksız yoksul köylü açısından anlatan filmler dışında züğürtleşen,
sonrasında tutunamayan bir ağayı anlatan bir başyapıt olarak sinema tarihindeki
yerini alır Züğürt Ağa.
Senaryosu
Yavuz Turgul tarafından yazılan, yaşanan toplumsal değişimi muhalif, mizahi bir
dille aktaran filmin yönetmeni Nesli Çölgeçen’dir. Hikâyenin, mizah dilinin
başarısının yanı sıra oyunculuk açısından da (Şener Şen, Erdal Özyağcılar) çok
ayrıcalıklı bir filmdir Züğürt Ağa. Yaşanan toplumsal-bireysel dönüşümlere ayak
uyduramayan bir ağanın dramıdır kara mizahla anlatılan. İlerlemiş yaşına rağmen
evlenmek isteyen, bunu da uluorta “Ben karı isteyem” diyerek dillendiren babası
Abdo Ağa’yla da sorun yaşayan Haraptar adlı köyün haşmetli ağası, yörede
egemenliğini sürdürürken sorunlar büyüdükçe büyür. Önce Ağa’nın desteklediği
parti ve Ağa seçimlerde kaybeder. Bütün köy cennetten tapu dağıtan Şıh’ın
partisine verir oylarını; Ağa’nın partisine bir oy çıkmıştır.
Kekeş Salman:
Vallah benim oyumdur Ağam.Kâhya: Benim
oyumdur Ağam.Züğürt Ağa:
Ulan kavatlar bir oyu ikiniz verdiniz de benim oyum nere gitti.
Türkiye ve
dünya değişiyordur; bu değişime ayak uydurabilenin ayakta ve hayatta
kalabileceği bir döneme girilmiştir. Kazanan kaybediyordur artık. Kazanılan
mal-mülk, para, şan-şöhret vb. iken kaybedilen insani-toplumsal değerler ve
vicdan olur. Filmin ilk sahnesinden itibaren bu değişimi görürüz. Darbeli ve
Özallı yıllarda ve sonrasında yaşam biçimleri, tüketim alışkanlıkları
değişirken değerler erozyona uğruyor, yozlaşma hayatın her alanına
yayılıyordur. Dönem ‘köşe dönmecilik’, fırsatçılık dönemidir artık.
Yaşanan hızlı
neoliberal dönüşüme ve ilişkilerine uyum sağlayamayanlar yeni sistemde
tutunamaz, yok olur gider; sefalete sürüklenir, Züğürt Ağa olur. Ağa, filmin
başında gücünü simgeleyen çizmelerini giyerken, filmin sonunda züğürt ve
tutunamamış bir kent yoksulu olarak çiğ köftelik et ve bulgur almak için satmak
zorunda kalır. Film güreş tutkusu olan Ağa’nın kazandığı güreş sonrası verdiği
ziyafetle başlar. Ağa numaradan yenilen rakibi karşısında kazanmış, marabaları
tarafından omuzlara alınmıştır. Ağa, gerçekten yendiğini, kazandığını sanarken
pohpohçu marabanın derdi ziyafettir. Züğürt Ağa “Siz buyurun yemeğe” dediğinde
yanında bir tek bir maraba kalmamış, hepsi ziyafet sofrasına koşmuştur.
Köyünü,
topraklarını satarak kendini kente atan ağa, burada da tutunamaz. Karısına
varıncaya kadar çevresindeki herkesin terk ettiği ağayı sadece yanaşmanın kızı
Kiraz yalnız bırakmaz.
Çizmeleri de
satıp terliklerle kaldığında acı gerçeği fark edip yenilgiyi kabullenen ağa
Kiraz’a, “Kız bu ağa Züğürt Ağa’dır” der. Kiraz’ın cevabı “Olsun senin
insanlığın güzeldir. Onun için ağalığı beceremisen” olur. Fakat artık hayat
başka bir hayattır ve yeni dünya düzeninde, neoliberallerin cilalı imaj
devrinde, insanlığı güzel olanlara yer yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder