04 Ocak 2015
"Artık
tiyatroda orospu rolü oynamak yasak” başlığıyla yansımıştı haber. Nedim
Saban’ın, Twitter hesabından paylaştığı mesaja dayanan haberin devamında şunlar
yazılıydı: “İstanbul Şehir Tiyatrolarının oyunu olan Cibali Karakolu’nda yer
alan bir ‘orospu’ rolüne yasak geldi. İddiaya göre Şehir Tiyatrosu Cibali
Karakolu’nda bu rolü oynayan oyuncunun sahnelerini kaldırıp, oyuncuyu attı.”
İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’ne, kısa bir süre önce Su Hali Müdür
Yardımcılığı da yapan uluslararası güreş hakemliği bulunan Şevket Demirkaya
atanmıştı.
Sanatla güreş
olmaz. Kültür-sanat alanıyla su işlerini birbirine karıştıran iktidar, sudan
gerekçelerle sanatın, sanatçının önüne setler çekmeyi sürdürüyor. Sanat da,
hayat da baraj tanımaz. Bülent Ortaçgil’in Bu Su Hiç Durmaz şarkısında söyler;
“Yaşamak dopdoluydu akan pınarlar gibi.”
GERÇEĞİN
PEŞİNDE
Yukarıdaki
haberle aynı gün, bir başka haber “2014 yılında 66 gazeteci öldürüldü”
başlığıyla yansıyordu medyaya. Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün raporuna göre,
2014 yılında 119 gazeteci kaçırıldı, 178 gazeteci tutuklandı ve 66 gazeteci ise
öldürüldü. Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün 2014 Raporu’nda basın çalışanlarının
polis ve devlet tarafından şiddet ve tehdide maruz kaldığı ülkelerin başında
Ukrayna ve Venezuela ile birlikte 117 vakayla Türkiye de bulunuyor. Raporda,
Türkiye polisinin 2013 yılındaki eylemlerde basın çalışanlarıyla beraber halka
yönelik orantısız şiddet kullandığı ifade edildi. Raporda, son 9 yıl içinde
ölen gazeteci sayısının 720’ye çıktığı bildirildi. 8 Aralık 2014 gününe kadar
dünyada 178 gazetecinin cezaevinde bulunduğu kaydedildi.
1908’de
Galata Köprüsünde vurulan Hasan Fehmi Bey’den Hrant Dink’e kadar uzanan
öldürülen gazetecilerin adları uzunca bir liste oluşturuyor. Abdi İpekçi
öldürüldüğünde 1 Şubat 1979’u gösteriyordu takvim yaprakları. İpekçi’nin katili
Ağca yakalanmıştı. Ama gerçek failler hiçbir zaman açığa çıkarılamadı, hesap
sorulamadı. ‘Çatlı örgütünün’ tetikçilerinden Ağca ve diğerlerini kullanan
güçten hesap sorulamadı. Bu cinayetin arkasındaki gücün/örgütün izini süren
Uğur Mumcu da 24 Ocak 1993’te uğradığı insanlık dışı bir suikastla
öldürülecekti.
Metin Göktepe
de 8 Ocak 1996’da gözaltında uygulanan insanlık suçu polis dayağı ve işkenceler
sonrası aramızdan ayrılmıştı. Metin’den önce de sonra da gazeteciler hep
öldürüldü bu ülkede.
İNSAN HAYATI
SUDAN UCUZ
11 Nisan
1980’de Ümit Kaftancıoğlu, 7 Mart 1990’da Çetin Emeç, 4 Eylül 1990’da Turan
Dursun, 18 Şubat 1992’de Halit Güngen, 20 Eylül 1992’de Musa Anter, 21 Ekim
1999’da Ahmet Taner Kışlalı, 19 Ocak 2007’de Hrant Dink hain ve karanlık
pusularda öldürülmüşlerdi. En bilindik ve fazla tepki çeken bu isimlerle sınırlı
değildi elbette cinayetler. İnsan hayatının sudan ucuz sayıldığı bu topraklarda
madalyonun diğer yüzü daha da kanlıydı. Bölgede, ‘Fırat’ın doğusunda gazeteci
olmak da hayatta kalmak da mayınlı tarlada yürümekten beterdi. 90’lardan
günümüze dek haberin, gerçeğin peşinden koşan onlarca gazeteci öldürüldü
insanlık dışı yöntemlerle. Önceki haftalarda söz etmiştik, Sedat Yılmaz’ın
yönettiği Press (2010) adlı film, bizi ülkenin karanlık dönemlerinden 90’lı
yıllara götürüyordu. “Diyarbakır’da yaşanan insan hakkı ihlallerini haber yapan
bir grup gazetecinin, olan biteni duyurmaya çalışması aktarılıyordu.
ABDİ İPEKÇİ
CİNAYETİ VE KURGUNUN DÜNYASI
Oğuzhan
Tercan da 1991 yılında çektiği Uzlaşma adlı filmde Abdi ipekçi suikastını
anlatır. Filmde kendisine “Ağca” rolü teklif edilen bir aktör, Ağca’nın
kişiliği üzerine bir araştırmaya girişir. Gazetede yaptığı görüşmeler sırasında
genç bir gazeteci kız olan Sema’dan yardım görür. Sema’nın Ağca’nın kurbanı
olan Abdi İpekçi’yi de tanıması gerektiğini önermesi üzerine, çeşitli kişilerle
görüşen aktör, İpekçi’nin “Uzlaşma” düşüncesini öğrenir. Ancak araştırmalarında
net bir sonuca ulaşamaz. Hem aktör olarak, hem de canlandıracağı kişilik olarak
çelişkiler içinde kalır.
Siyasal
cinayetlerin işlendiği, katliamların yaşandığı yıllardır Abdi İpekçi’nin de
katledildiği günler. Siyasi partiler birbirleriyle anlaşamadığı gibi hiçbir
konuda da uzlaşma yoktur aralarında. “Terör” de kargaşayı artıran, toplumu
pasifize eden eylemler düzenler. Toplumda saygın yeri olan bilim insanları,
politikacılar, gazeteciler seçilir hedef olarak.
Aktör Berhan da, filmde canlandıracağı Ağca için araştırmaya giriştiğinde bir
yandan dönemle ilgili bilgilere ulaşır bir yandan da Ağca ve Abdi İpekçi’yle
ilgili bilgilere...
Film yaşanan tüm olayları toplumda ve toplumu yönetenlerde bir uzlaşma olmamasıyla açıklar. Abdi İpekçi gibi uzlaşmaya önem veren, vurgu yapan bir gazeteci de kargaşayı arttırmak için büyük hedef olarak seçilmiştir.
Film yaşanan tüm olayları toplumda ve toplumu yönetenlerde bir uzlaşma olmamasıyla açıklar. Abdi İpekçi gibi uzlaşmaya önem veren, vurgu yapan bir gazeteci de kargaşayı arttırmak için büyük hedef olarak seçilmiştir.
Aktör
Berhan’ın hazırlık çalışmaları ile İpekçi cinayetinin oluşum süreci paralel
olarak verilir filmde. Abdi İpekçi gazeteye yeni gelen stajyer Sema ile
konuşurken “Ülke olarak zor günler geçiriyoruz” der. Bu konuşmaya paralel
olarak Profesör Bahri Karamanoğlu’nun vuruluşu görülür. Abdi İpekçi ülkede
artan terör olayları ile yasadışı silah kaçakçılığı arasında bir bağ olduğundan
şüphelenmektedir. Yaşanan terör olayları insanların hayatlarında önemli
değişikliklere yol açmıştır. Aydınlar, gazeteciler, yazarlar sadece
düşüncelerini ifade ettikleri için terör eylemlerinin kurbanı olmaktadır. Bu
nedenle pek çoğu ya yurtdışına kaçmış ya da alınan güvenlik önlemleri nedeni
ile hapishanedeymiş gibi yaşamak zorunda kalmışlardır.
Abdi İpekçi
tüm bu güvenlik önlemlerinin anlamsız olduğunu, sıradan insanların da
öldürüldüğünü, ölüm korkusu nedeniyle inançlarından ödün veremeyeceğini,
titizlikle koruduğu kimliğini değiştiremeyeceğini söyler. Gazeteye gelen
haberlerden Kahramanmaraş ve Sivas olaylarından, ilan edilen sıkıyönetimden
haberdar oluruz.
Abdi İpekçi suikasta uğrar, bu suikast ile “terörle kuşatılmış bir Türkiye atmosferi” tamamlanmış olur filmde. Film ortaya koymaya çalıştığı “terörü” sorgulamaz, yalnızca ülkenin her yanına yayılan ve çılgınca tırmanan terör ortamı içinde işlenen, çok ses getiren ve tartışmaları yıllarca sürecek olan, bugün bile tam aydınlatılamamış olan bir suikastı göstermekten öteye gidemez.
Abdi İpekçi suikasta uğrar, bu suikast ile “terörle kuşatılmış bir Türkiye atmosferi” tamamlanmış olur filmde. Film ortaya koymaya çalıştığı “terörü” sorgulamaz, yalnızca ülkenin her yanına yayılan ve çılgınca tırmanan terör ortamı içinde işlenen, çok ses getiren ve tartışmaları yıllarca sürecek olan, bugün bile tam aydınlatılamamış olan bir suikastı göstermekten öteye gidemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder