22 Mart 2020 Pazar

KATİLLER, İŞKENCECİLER ARAMIZDA


  14 Aralık 2014
Asker-polis devleti değil, hukuk devleti istiyoruz!” diyen Cumartesi Anneleri, 506. haftalarında “Hüseyin Taşkaya Nerede?” diye sordu. Kayıp aileleri ve insan hakları savunucuları 506 haftadır her Cumartesi İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda; onlarca, yüzlerce haftadır her Cumartesi Amed, Yüksekova, Urfa, Batman ve Cizre’de aynı yerde, aynı saatte hafızamızı canlı tutmak için, ‘gerçeğin hatırlatıcısı olarak’ bir araya gelip kayıpları arıyor; “faili meçhul” şekilde kaybettirilenlerin akıbetini sorarak faillerinin cezalandırılmasını istiyorlar.
Gözaltında kaybedilen, işkencede, faili meçhul cinayetlerde, yargısız infazlarda öldürülen, akıbeti bilinmeyen insanlarımızın izine ulaşılamıyor yıllardır. “Bana oğlumun cansız bedenini, kemiklerini verin, başına gidebileceğim bir mezarı, mezar taşı olsun” diyen analara, eşlere, çocuklara teslim edilecek cansız bedenlerine, kemiklerine bile ulaşılamazken katiller, işkenceciler ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor.
Kenan Evren, darbeci paşalar ve sonrasında devleti yöneten tüm cumhurbaşkanları, başbakanlar, genelkurmay başkanları, generaller, üst düzey askerler, içişleri bakanları, emniyet müdürleri, bölge valileri, aşiret reisleri ve toplamının kullandığı-koruduğu katiller, işkenceciler 35 yıldır yaşanan, olup biten her şeyden sorumludur ve hesap vermelidir. Onlar bu insanlık suçlarının hesabını vermeden, annelerin 506. haftalarında akıbetini sorduğu Hüseyin Taşkaya ve bütün kayıpların akıbeti açığa çıkmadan bu dava kapanmayacak.
JİTEM, MAFYA-AŞİRET VE DEVLET
90’lı yıllarda Urfa, bölgedeki birçok kent gibi JİTEM-Emniyet Genel Müdürlüğü ve özel harekât işbirliğinde kontrgerilla merkezi haline gelmişti. Kenti diğerlerinden ayıran bir de devlet/derin devlet bağlantılı, mafyalaşmış, çeteleşmiş bir aşiretin varlığıydı; Bucak aşireti.
Güvenlik güçleri bölgede yaptığı operasyonların tamamını Bucak aşiretine devretmişti. “Terörle mücadele” adı altında yargısız infazlar, gözaltında kaybetmeler, yakılan-yıkılan köyler Urfa’nın gerçeği olur o yıllarda. Dönemin Urfa Valisi Ziyaeddin Akbulut basına verdiği demeçte “tüm ilçelerimizi hizaya getirdik” der.
42 yaşındaki 4 çocuk babası Hüseyin Taşkaya bütünüyle Bucak aşiretinin hâkimiyetinde olan Siverek’te müteahhitlik yapıyordu. İzlenen inkârcı, asimilasyoncu politikaların yanlış olduğunu, Kürtlerin varlığının ve haklarının kabul edilmesi gerektiğini her fırsatta dile getiriyordu. Bu nedenle devletin ve Bucak aşiretinin hedefindeydi. Adının ölüm listesinde olduğu duyumları gelmeye başlayınca evini İstanbul’a taşır. Kalan işlerini tamamlamak için bir süreliğine Siverek’e döner ve amcası Mehmet Taşkaya’nın evinde kalmaya başlar.
6 Aralık 1993 tarihinde askerler, polisler ve Bucak aşiretine mensup korucular otuz araçlık konvoyla, Urfa’nın Siverek ilçesi Bağlar Mahallesindeki Mehmet Taşkaya’nın evine baskın yapar. Evde bulunan Hüseyin Taşkaya gözaltına alınır.
Hüseyin Taşkaya’yı sormak için emniyete, savcılığa, valiliğe koşan ailesine “Sedat Bucak’a sorun” denilir. DYP Milletvekili, aşiret reisi-korucu başı Sedat Bucak da “Bizim ekip almış fakat devlete teslim etmiş; bundan sonra haberimiz yoktur, devlet biliyor” der.
Oğlundan haber alma umuduyla Siverek Emniyeti’ne giden Fatime Taşkaya’ya “Bir daha bize gelmeyin. Diğer oğullarınla birlikte burayı terk edin, yoksa onlar da kaybolur” denilir.
Ailenin tüm başvuruları sonuçsuz kalır. Hüseyin Taşkaya’dan bir daha haber alınamaz. 21 yıldır Hüseyin Taşkaya dosyasında hukuki keyfilik ve cezasızlık devam ediyor.
AYNI HAVAYI SOLUMAK
Devletin, hukukun hesap sormadığı, sormayacağı faillerle iç içe yaşıyoruz. Belki aynı yağmurda ıslanıyor, aynı çatının altına sığınıyoruz. Aynı yerlerde yaşıyor, aynı apartmanlarda oturuyor, aynı bakkaldan alışveriş ediyor, aynı lokantada yemek yiyoruz. Yazın aynı yerde tatil yapıyor, aynı denize giriyor, yan yana güneşleniyoruz. Onların işkenceci, tetikçi, katil olduklarını bilmeden. Belki de ellerinin kanlı olduğunu, insanların canına kıydığını, işkence yaptığını, asit kuyularında yaktığını bilmeden o kanlı, kirli ellerle tokalaşıyoruz. Onların insanlık suçu işlediklerini, insanların hayatlarını kararttığını bilmeden, zorda kaldıklarında yardımlarına koşuyor, ‘iyilik’ yapıyor, zor durumda kalmaktan kurtarıyoruz belki de. Çünkü hesap sorulmayan, cezalandırılmayan ‘failler’, ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşıyor.
SES
Zeki Ökten’in, Fehmi Yaşar’ın senaryosuyla filme aldığı Ses (1986) adlı film de işkencecimizle, (işkenceciler ya da katillerle) bilmeden aynı yerlerde yaşıyor olabilme ihtimalini anlatır.
Bodrum, Gümüşlük’ün gözde ve ıssız olduğu yıllar. Henüz çevresi beton yığınına dönmemiş. Sahildeki kahvenin önünde yolcularını indiren dolmuştan ince uzun bir adam iner.
Daha ilk sahnelerde, kahvede çayını içerken gördüğü ahtapotun taşa çarpılmasıyla irkilir, yüz hatları gerilir, gözü seğirir. Hayata yeniden başlamak için geldiği bu yerde bir pansiyona yerleşir fakat gördüğü işkencelerin izi/anısı rahat bırakmaz.
Görebildiğimiz işkencenin epey ağır iz bıraktığıdır. Bu iz yalnızca sakat kalan kolu gibi fiziksel bir iz değildir, psikolojik izler, hasarlar da bırakmıştır. Tatil yapan Selmin’in ilgisini çeker bu yalnız adam. Aralarında arkadaşlık başlar.
Selmin ilgi duymaya başladığı adamı görmeye, kaldığı odaya gittiğinde onu uykusunda gördüğü kâbuslarla kıvranırken bulur.
Bir gün, kahramanımız arka masadan duyduğu bir sesle irkilir. Bağıra çağıra konuşan, kahkahalar atan, karısını aşağılayan bir erkek sesidir bu. O sesin işkencecisine ait olduğunu düşünür. O andan itibaren ‘işkenceci kurban ilişkisi’ farklı bir mecraya girer. Yaşanacak hesaplaşmada işkenceci-kurban yer değiştirir. Adam ortada bir yanlışlık olduğunu, sandığı kişi olmadığını söylese de kahramanımızı ikna edemez. Adamın bağırırken, öfkeliyken, küfrederken çocuklarına, karısına kötü davranırken çıkardığı sesini ve faşizan davranışlarını işkencecilerinin sesleriyle özdeşleştirir kahramanımız.
Ses, devletle bir hesaplaşma içermez. İçinde yaşadığımız hayatınsa ödünsüz bir hesaplaşmaya ihtiyacı var. Faillerden, sorumlulardan hesap sorulmadan acılar dinmeyecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder