BİR AVUÇ CENNET YA DA DÜTTÜRÜ DÜNYA 25 Ocak 2015
Cuntacı
generallerin ‘paşa gönüllerine’ uygun en acımasızından darbe yönetimi ve
sonrasında neoliberal sivil uzantıları Özal iktidarı tank-tüfek-postal zoruyla
toplumu tepeden tırnağa tüm kurumlarıyla dönüştürmeye, yeniden yapılandırmaya
girişmişken ‘yeni dünya düzeni’nin yükselen değerlerini pohpohlamakla,
pompalamakla başlamıştı işe. “Cilalı imaj devri”ne geçilirken tüketim
toplumunun tüm kapıları ardına kadar açılıyordu. Özendirme ve sınıf atlama
düşleri, ne acı ki geçmişte sınıfsız toplum için sınıf mücadelesi vermiş fakat
‘ilk fırsatta’ sınıf atlamış ‘eski muhalifler’ eliyle yapılır olmuştu. Yeni
sistemin, kırpıp kırpıp reklamcı ya da işadamı/kapitalist yaptığı, düşlerinden,
ideallerinden kopmuş yeni toplum mühendisleri kraldan çok kralcı olmuşlardı. Kral
öldü yaşasın yeni kral (yeni sistem, giderek ‘yeni Türkiye’) diye ortalığa
saçılanlar darbeli ve Özal’lı yıllardan itibaren medya üzerinden
ödüllendirildiler.
Toplumu
yeniden yapılandırmaya uygun yönlendirmek, biçimlendirmek için toplum
mühendisliğine soyunanlar gazete köşelerine, televizyon programlarına
yerleştirildi. İş adamları gazete-televizyon sahibi yapıldı. En önce medya
dönüştürüldü. En önemli, en kitlesel iletişim araçları sahipleri ve
çalışanların ‘meyilli’ olanlarıyla sistemin hizmetine sokuldu. Medya da
hayattan, sokaktan çekilip plazalara gömüldü bu süreçte. Değişim yalnızca bina
biçiminde değil, insan ilişkilerinde de yıkıcı boyutta yaşanıyordu.
Geçen haftaki
yazımızda, ‘1980’li yıllarda darbenin yarattığı toplumsal-bireysel dönüşümlere,
bu dönüşümlerin yarattığı insan ilişkilerine, toplumsal-bireysel yıkımlara
yönelik eleştiriler içeren filmler de yansır sinemaya’ demiş ve o filmlerin
bazılarından söz etmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim…
Uygulanan
denetimsiz yeni ekonomik politikalar nedeniyle banker sayısında patlama
yaşanmış umut ranta, faize bağlanmıştı. Lüks tüketime, kolay yoldan zengin
olmaya özendirilen, yönlendirilen insanlar (emekçisi, emeklisi yoksulu, orta
sınıfı, varsılı) kıyıda köşede, yastık altında, bankada tuttukları bütün
paralarını yüksek faizden kazanacakları vadedilen ‘kolay para’ umuduyla mantar
gibi türeyen bankerlere yatırıyordu.
Memur
emeklisi Kamil Bey de önce ikramiyesini, üç aylık maaşını, daha sonra baba
yadigarı evini satıp bankerlere yatırır. Çarpık bankercilik ekonomisinin sonu
acı bir düş kırıklığı olur. O da parasını diğerleri gibi bankere kaptırıp
bankerzede olur. Faizden gelecek kolay parayı beklerken parasını da faizini de
alamaz. Payınaysa yağmalamaya gittiği bankerlik bürosunun kapısı düşer
yalnızca. Zeki Ökten’in yönettiği Faize Hücum (1982) filminde yaşanan bu acı
son ve bankerzede krizi aynıyla yaşanır; dolandırılan binlerce insan rant
beklentisi içindeyken bir anda beş parasız kalır.
Namuslu,
dürüst çalışmak küçümsenen, horlanan değerlerdir artık yeni sistemde; gemisini
kurtaran kaptandır. Ertem Eğilmez Namuslu (1984) filminde yeni durumu anlatır:
“Ali Rıza Bey, bir işyerinde veznedar olarak çalışan, kendi halinde, az gelirli
ama namuslu bir vatandaştır. Namuslu ve dürüst olmanın karşılığını hor
görülerek, itilip kakılarak almaktadır. İşyerindeki herkes bin bir dolap
çevirip para kazanırken o dürüstlükten ayrılmaz. Günün birinde işyerinin büyük
miktarda parasını soygunculara kaptırır. Ancak saldırıya uğradığına ve masum
olduğuna bir türlü inandıramaz. Çevresindeki herkes, ailesi bile, onun nihayet
gözünün açıldığını ve parayı zimmete geçirdiğini düşünmektedir. Üstelik bu
inançla ona olan itibarları birdenbire artmıştır. Yıllardır onu hakir görenler,
alay edenler saygıda kusur etmez.
Başar Sabuncu
da Çıplak Vatandaş filminde (1985) anlatır yaşanan altüst oluşu: Dört çocuklu
ve beşincisine de karısı hamile olan dar gelirli İbrahim, limon satıcılığı,
bulaşıkçılık gibi ek işler yapmasına karşılık yine de ailesini doyuramaz.
Yorgunluk ve bunalım giderek ruhi dengesini bozar. Kendini çırılçıplak
sokaklara atar. Gazete manşetlerine çıkar, reklam şirketlerinden aldığı
tekliflerle yıldız olur. Ama bu çarpık düzen içinde İbrahim’in sonu tımarhaneyi
boylamak olur.
Yönetmenliğini
Muammer Özer’in yaptığı Bir Avuç Cennet (1985) iç göç, enflasyon, çarpık
kentleşme ve konut yetersizliğinin yanı sıra gelir eşitsizliğini usta bir
incelikle ele alır. İki çocuklarıyla mutlu bir aile oluşturan Emine ve Kamil,
İstanbul’a yerleşerek daha iyi yaşamak amacıyla akrabalarını aramaya başlarlar.
Yakınlarının öldüğünü öğrendiklerinde büyük kentin ortasında yersiz yurtsuz
kalmışlardır. Çok az paraları olması nedeniyle ev tutamazlar. Hurda bir otobüsü
kendilerine ev haline getirerek içinde yaşamaya başlarlar. Önüne küçük bir
bahçe oluşturup çiçekler ektikleri, boyayıp onardıkları bu ‘ev’ onların bir
avuç cennetidir artık. Ancak bu mutlu tablo kısa ömürlü olur. Çevre sakinleri
ve hayatı her alanda kirleten devlet, ‘görüntü kirliliği’ nedeniyle bu
mutluluğa, yaşam hakkına izin vermez. Bir avuç cennet yaratma çabasını
cehenneme çevirir.
1980’li
yılların atmosferinde yaşanan umut ve umutsuzluk, hayatın acımasız gerçekliği
Zeki Ökten’in Düttürü Dünya (1988) filminde yalın ve gerçekçi bir dille
anlatılır. Mehmet, Ankara’da, geceleri pavyonda klarnet çalarak hayatını
kazanır. Akşamları işe gider, gecekondu mahallesindeki evine sabahın erken
saatlerinde döner. Ama asıl umudu bir gün kaset yapacağına inandığı
besteleridir. Mehmet’in karısı, lisede okuyan kızı, engelli oğlu ve küçük kızı
ile yaşadığı bu ev, sahibi olan kayınbiraderi tarafından müteahhide verilmiştir
ve evin bir an önce boşaltılması istenmektedir. Yaşamı iyice zorlaşan,
açmazlarına yenik düşen Mehmet, umutsuz, çaresiz, meczup gibi klarnetini çala
çala Ankara sokaklarına vurur kendini.
Kemal Sunal,
bu filmdeki oyunuyla 1989 yılında Ankara Uluslararası Film Festivali’nde En İyi
Erkek Oyuncu ödülünü kazanır. Zeki Demirkubuz da filmde Zeki Ökten’in
asistanıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder