22 Mart 2020 Pazar

SANATÇININ ÖYKÜSÜ YA DA BURUK DÜNYA


 07 Aralık 2014
Esin Afşar’ın söylediği, sözlerini Çiğdem Talu’yla birlikte yazdıkları, Sanatçının Kaderi adlı şarkı sanatçının dramını anlatır. Müziği Emil Dimitrov’un Arlekino’sundan alınan şarkının düzenlemesi Timur Selçuk’a aitti. Şarkı şu sözlerle başlıyordu: (Her dizeden sonra “Alkışlarla alkışlarla” nakaratı yer alır)
“Sanat için çarpardı yüreğim/ Hüzün dolu olsa da gözlerim/ Her gün açılmalı diye perde/ Çıktın neşe içinde sahneye”
(…) ve devam eder;
“Açılırdı perdeler / Kahkahayla kahkahayla coşardı seyirciler/ Hahahah hihhihhi hohohooh/ Lalalal ohohohoh hahaha lalalalal/ Şöyle bir baktın mı uzaktan/ Bütün salon inlerdi alkışlarla/ Sanat denen görkemli dünyada/ Hiç farkın yoktu bir hükümdardan/ Hiç korkmazdın hayattan/ Bir gün gelip unutulmaktan başka/ Canın gibi sevdiğim sahneden”
Finale doğru;
“Şimdi ne kadar yalnızsın/ Nerde şu iyi gün dostların/ Gelip de görseler ya bir kez/ Nasıl biter sonu oyunlarının”
Ve final;
“İşte sahne sen ordasın ama/ Seyre gelen hiç kimse yok/ Yaşlandım mı yoksa aynalara bakma/ Boş ver aynalar yalan söyler/ Ya seyirciler/ Alkışlarla alkışlarla uçuverdi sevgiler/ Kahkahayla kahkahayla yaşlanmışsın dediler/ Alkışlarla alkışlarla uçuverdi seneler/ Kahkahayla kahkahayla işin bitti dediler”
SANATÇININ ÖYKÜSÜ
Mazhar Alanson, Sait Faik’in bir öyküsünden esinlenerek yayıp bestelediği şarkısında Sanatçının Öyküsü”nü anlatır. 21 Nisan 1979’da yayınlanan İzzet Öz’ün hazırladığı “Sihirli Lamba” adlı müzik programında “öykünün öyküsü” şöyledir: Çok eskilerde bir kabile varmış, insanlığın ilk günlerinde. Bu kabilede herkes gündüzleri, sabah erkenden avlanmaya çıkarmış ve gece geç vakit dönerlermiş. Yalnız içlerinden biri, bunlarla avlanmaya gitmezmiş. Ormanlarda gezer, tozar, aylak aylak gezermiş. Kuşları dinlermiş, çiçekler koparırmış; dolaşır dururmuş. Akşam geldikleri vakit hepsi yorgun argın olurlarmış, bizim birader de bunlara gündüz gördüklerini anlatırmış; bunlarda birbirlerine sokulup, yorgunluktan uyuyakalırlarmış. İçlerinden biri ‘yahu bu adam niye çalışmıyor? Bunu da ava götürelim’ demiş. Bunu da zoraki ava götürmüşler. Bizimki de yorulmuş ve geldiğinde hiçbir şey anlatamayacak durumdaymış. Hep birlikte yorgun argın uyumuşlar. Günler birbirini kovalamış, derken bir boşluk hissetmiş bütün kabile. Yorgun argın avdan geliyorlar ve yatıyorlar. Eskiden biri bir şey anlatırdı; şimdi anlatan, eden yok. Düşünmüşler, taşınmışlar ve bizim biraderi bir sabah uyandırmadan ava gitmeye karar vermişler. İşte sanatçının öyküsü.”
“bütün kabile kızar bana/ derler bu adam çalışmaz mı/ bu adam hep düşünür mü/ bir kuş ölmüş diye üzülür mü/ gündüz böyle diyenler/ gece olunca/ ateşler yakılınca/ denizler coşunca/ ben bir şarkı söylerim yorgun insanlara/ bakın bakın martılar uçar/ bakın bakın yıldızlar koşar/ bakın ne güzel bir hayat var dünyamızda/ bir hüzün çöker bir garip olur insanlar/ yaklaşırlar birbirlerine/ şarkım sürer sabaha kadar/ melekler uçar üstünüzde/ bu sabah uyandırmamışlar beni/ ava giden dostlar/ ne güzel, ne güzel”
Sanatın, sanatçının hayatı, dünyayı, insanı güzelleştirdiğini güzel anlatan bir öykü. Geçen hafta Afife Jale’nin yaşam öyküsünden söz etmiş, yaşadığı dramı anlatmıştık. Daha önceki yazılarımızda da Cahide Sonku’nun, Belgin Doruk’un yaşam öykülerindeki, sinema serüvenlerindeki benzer acıları, dramlarını aktarmıştık bu sayfada.
(http://www.evrensel.net/yazi/52915/bir-yalnizlik-sarkisi-soyler-sazim)
BURUK DÜNYA
Bir dönemin efsane kadınıydı Cahide Sonku. Tiyatronun ve sonrasında Yeşilçam’ın sarışın efsanesi. Artizler Kahvesi kitabının “Unutulmayacaklar” başlıklı yazısında yazdıklarımı anımsadım bir kez daha: “Taksim’den İstiklal Caddesi’ne doğru yürümeye başladığımda nedense hep Cahide Sonku, Yıldırım Önal ve beyaz kefenleri içinde protestosunu haykıran Ferda Ferdağ gelir aklıma; bir de oturacak kiralık ev bile bulamayan Özcan Özgür.
Cahide Sonku bataklıkta gül olmayı seçmişti seçmesine ama bizler beter bataklıklardık. O Beyoğlu’nun arka sokaklarında, salaş meyhanelerinde ulaşması mümkün birçok lüksü reddederek alkolde dostluk arıyordu. Kader ve cinnet arkadaşlarıyla yaşadığı dramı, o günün Yeşilçam starlarından kaçını ilgilendirmişti? Cahide Sonku cinnetini en çok başkalarıyla olduğunda mı yaşıyordu?
Yaşadığımız dünyada çığlıklarınız boşlukta yankılanır, kimseye duyuramazsınız. İyi gününüzde yanınızda olanları, zor anlarınızda yanınızda bulamazsınız. Cahide için de böyle olmuştu. Yaşadığı zengin hayattan, oyunculukta tırmandığı zirveden, yoksulluğa ve meyhane köşelerine düştüğünde çevresinde ‘eski dostlarından’ kimse kalmamıştı. Oysa bir zamanlar zengin bir hayat sürüyor, lüks içinde yaşıyor, evinde ünlüler, başbakanlar ağırlanıyor, kurduğu Sonku Film’in yazıhanesinin önünde oyuncular kuyruğa giriyordu.”
Önceleri Öğretmenlik, belediyede memurluk, Tasvir-i Efkâr gazetesinde muhabirlik yapan, sinemaya 1947 yılında Şadan Kamil’in yönettiği “Gençlik Günahı” filminde başrol oynayarak başlayan Orhon Murat Arıburnu, çok yönlü ve kendine has sinemacılarımızdandı. Şair, oyuncu, senarist, yönetmen…
İlk şiirleri 1936 yılında Edebiyat dergisinde yayınlanır. Bu dönem yazdığı şiirlerini 1940 yılında Kovan adını verdiği kitabında toplar. 1947 yılında, Türkiye’de (belki de dünyada) ilk kez “resimlendirilmiş şiir sergisi” açar. Kendine has buluşlarını, olanaksızlıklar içinde gerçekleştirmeye çalıştığı sinemada da uygular. Kendi icadı yöntemlerle, teknik eksiklikleri gidermeye çalışır. 1985 yılında yayınladığı şiir kitabının adı ise oldukça anlamlıdır; adeta kendini anlatır: Buruk Dünya!
Orhon Murat Arıburnu, Yeşilçam adlı şiirinde Yeşilçam emekçilerini yazar:
“Aç yattı
Tok kalktı.
Ölüverdi
Gömüverdiler.
Gün görmüş filan efendi,
Gün görmez oldu!
Zaten
Emekçiydi!
Figürandı, garibandı
Beyoğlu’nda
Yeşilçamlıydı.
Oldukça isimliydi.
Kurtuldu!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder