23 Kasım 2014
Bir Kürt
sineması fikri şimdi, Yılmaz Güney, Bahman Ghobadi, Hiner Saleem, Kazım Öz,
Hüseyin Karabey gibi isimlerin dâhil olduğu (ama onlarla da sınırlı kalmayan)
başarılı yönetmenlerin kolektif çalışmalarına dayanır. Keza adını andığım Kürt
sinema yönetmenlerinin hepsine başka ulusal sinemalar da sahip çıkabilir ve
çıkmıştır; üstelik böyle bir iddia çok da temelsiz değildir. Yılmaz Güney
örneğin, Türk sinemasında öncü rol oynamış bir yönetmendir. Bahman Ghobadi İran
sinemasına derin kökler salmıştır. Yine de bu durum, söz konusu yönetmenlerin
Kürt sineması kategorisine dâhil edilmelerine engel değildir. Kürt dili,
kültürü, siyaseti, ulusal özlemleri ve gündelik gerçeklikleri açısından bu
yönetmenlerin sunduğu görsel topografya bize çok şey yansıtmakta ve bizim
gözümüzde Kürt gerçekliğini canlandırmaktadır.”
Hamid Dabaşi,
Müjde Arslan’ın derlediği “Kürt sineması: Yurtsuzluk, sınır ve ölüm” adlı
kitabın (Agora Kitaplığı, 2009) önsözünde Kürt gerçekliğini aktaran sinema ve
yönetmenleri üzerinden dillendirilen “Kürt sineması fikri” üzerine bunları
söylüyordu.
Müjde Arslan’ın Kürt sineması üzerine yaptığı bu önemli çalışması “ulusal
kültürler ile onların sanatsal ifadelerinin daha geniş kapsamlı ve daha küresel
çaplı kaygılarla bir tarihsel randevuyu gerçekleştirecekleri güzel ve verimli
sınır boylarında daha fazla şeyin daha fazla konuşulacağı bir zeminin ilk
adımlarından olacaktır” (Hamid Dabaşi, a.g.e.)
Kitap 5 ana başlıktan oluşuyor: 1- Kürt sineması: Tarihi ve gelişimi, 2-
Direnişin sineması: Yılmaz Güney, 3- Sının ile ölüm arasında: Bahman Ghobadi,
4- Diasporada Kürt sineması, 5- Genç Kürt sineması
KENDİNİ
ANLATMA ARACI OLARAK SİNEMA
Müjde Arslan
da sunuş yazısının girişinde şunları söylüyor: “Kürtler ancak 21. yüzyılda
kendi kimlikleri ve dilleriyle sinema yapmaya başladılar; sinema sanatının bir
yüzyılı devirdiği, bütün ülke sinemalarının öyküde tekrarı yaşadığı bir
yüzyıldan sonra, Kürt Sineması’nın her geçen gün uluslar arası festivalde daha
çok filmle temsil edilmesi, Kürt yönetmenler Bahman Ghobadi, Hiner Salem’in
kazandığı ödüller Kürt gençlerin sinemaya yönelmesine neden oldu. 2000’li
yıllarda önemli gelişmeler birbirini takip etti; Kürt filmleri Cannes Berlinale
gibi önemli festivallere kabul edildi, ödüller aldı, Kürt illerinde sinema
atölyeleri düzenlendi, sinema eğitimi gören Kürt gençlerin sayısı arttı. Sinema
bir kurtuluş ve kendini anlatma aracına dönüştü.
Kürt
filmlerini izlerken -ki bu ancak son üç dört yılda gittiğimiz Kürt film
festivallerinde oluyor- hep aynı duyguya kapılıyorum: Ezilen uluslar sinemada
kendini arar ve yeniden yaratırlar. Sinema, içe kapanık Kürtlerin kendini dışa
vurma yollarıdır. (…) Gecikmiş bir süreç olsa da, Kürtler artık sinema
arenasında bir ‘söz’ sahibiydi.”
Kitapta yer
alan bölüm başlıklarının altında Devrim Kılıç, Dr. Muhammad Kamal, Rohat
Alakom, Artsvi Bakhchiyan, Mehmet Aktaş, Mustafa Gündoğdu, Jano Rosebi Ani, Tim
Kennedy, Chris Kutchera, Devrim Kılıç, Rahul Hamid, Felix Koch, Murat Aktaş,
Yılmaz Özdil, Hiner Saleem, Işıl Çobanlı Erdönmez, Ayça Çiftçi, Osman Akınhay,
Bijan Tehrani, Müjde Arslan, Yeni Film Dergi Ekibi gibi, araştırmacı, yazar,
sinemacının araştırmaları, yazıları, makale ve söyleşileri yer alıyor.
KÜRTLERİ
ANLATAN İLK FİLM
Kitapta yer
alan Rohat Alakom’un yazısından Kürtleri, özellikle Kürt kadınları ve
hayatlarını anlatan ilk Kürt filminin 1926 yılında çekilen Zare adlı film
olduğunu öğreniyoruz. Film, Ermenistan sinemasının kurucusu kabul edilen Hamo
Beknazaryan tarafından çekilmiş. Ermenistan’daki Kürt köylerinde çekimi yapılan filmin senaryosunu Ermeni
harfleri tekelinde ilk Kürt alfabesini hazırlayan Hakob Gazaryan yazmış. Filmin
senaryosuna yazarın Zare’nin Kaderi adlı öyküsü temel oluşturmuş. Filmde Zare
ile çoban Seydo’nun aşk hikâyesi ve bundan rahatsız olan köyün ağası Temur Bey
etrafında gelişen olaylar anlatılır. Film Kürtleri anlatan ilk film olarak
geçer tarihe. Film Elegez dağı eteklerindeki Kürt köylerinde çekilmiş. Zare
sessiz filmdir fakat 1970 yılında Ermeni besteci Alexsandır Spendiarov
tarafından sesli filme dönüştürülmüş.
YILMAZ GÜNEY
SİNEMASI
Tim Kennedy,
Bölünmüş bir halk olarak Kürtler ve Yılmaz Güney sineması başlıklı makalesinde
“Yılmaz Güney ve Kürt Kimliği” ara başlığı altında şunları yazar: Yılmaz
Güney bilhassa kariyerinin ilk dönemlerinde, 1950’li ve 1960’lardaki düşük
bütçeli Yeşilçam filmlerinin pek çoğunda kuvvetli bir aksiyon ‘kahramanı’
olarak başarılı olmuştur. Türk sinema tarihinin en sevilen aktörü sayılan Güney
1964’te Akad’la yaptığı işbirliğinden itibaren başladığı yönetmenlik
kariyeriyle popülerliği iyice pekiştirecekti. Onun Kürt kökenlerini açıkça
kabul edip ortaya koyması ve Kürt özerklik hareketini desteklediğini ifade
etmesi ise ancak 1982’den, hapishaneden kaçtıktan ve Türkiye vatandaşlığından
çıkarıldıktan sonra mümkün olacaktı. Bununla birlikte Güney’in Kürt kimliğinin
çeşitli yönlerini ilerici bir bakış açısıyla nasıl yansıttığını, en önemli
döneminin üç filmi olan Umut (1970), Sürü (1978) ve Yol’da (1982)
görebiliriz.” Bölüm başlığı altında ayrıca Chris Kutchera imzalı “Sürü,
Kürt halkının tarihidir” adlı bir yazısı da yer alıyor.
Kitabın kapsamlı bir diğer çalışmasını da Bahman Ghobadi üzerine derlemenin yer
aldığı bölüm oluşturuyor. Bölüm başlığı: Sınır ve ölüm arasında Bahman Ghobadi. Bugün Irakta, Suriye’de yaşanan dramlara baktığımızda Ghobadi’nin sineması ve
sözleri daha da anlam kazanıyor. Kendi topraklarında sürgün, mülteci yaşayan ve
bunca acı çeken kaç halk var. “Onların tarihleri sürgün ve göç tarihidir.
Sürekli hareket halinde olan insanların tarihidir. Bu anlamda hareketin sanatı
olan sinemayla ortak özellikleri vardır.” (Bahman Ghobadi)
Bölüm başlığı
altında Devrim Kılıç’ın “Bahman Ghobadi’nin filmlerinde Kürt kimliği ve Kürt
kültürünün temsili” adlı makalesi, Rahul Hamid’in “Devletsiz bir ulusun
sineması”, Felix Koch’un “Bahman Ghobadi ve politikanın poetikası”, Murat
Aktaş’ın “Bahman Ghobadi İran’ı terk ediyor” başlıklı söyleşileri yer
alıyor.
* Kürt
sineması: Yurtsuzluk, sınır ve ölüm (Derleyen Müjde Arslan. Agora Kitaplığı,
2009)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder