22 Mart 2020 Pazar

DEVLETİN ÜLKESİ VE MİLLETİYLE BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ


  02 Kasım 2014
51. Altın Portakal ödül törenine de yansıyan ‘Türk sineması mı? Türkiye sineması mı? tartışması bir adlandırma/kavramsallaştırma tartışması değildir yalnızca. Sinemaya, hayata bakıştaki duruşu, siyasi/ideolojik yaklaşımı içeren bir ayrışmayı da içerir. Uzak durma, kayda değer görmeme, sansür/otosansür v.b. ‘eski dönem Türk Sineması’na özgü durumlardı. Elbette koşulları göz ardı etmemek gerekir. Geçmiş yıllarda tabu sayılan birçok konu, yeni dönem Türkiye sinemasında yer alabildi. Hoşçakal Yarın (1998), Güz Sancısı (2008) gibi yıllar sonra beyazperdeye yansıyabilen yaşanmışlıklar gibi, tabu sayılan kimi konular kayda alınabiliyor.
Sinemacının elini kolunu bağlayan, sinemanın tüm özgürlük alanlarını kısıtlayan, yok eden “Denetleme Kurulu” ve sansür Yeşilçam sinemasını daha başlangıç yıllarından itibaren cenderesine almış, ‘yerli’ sinemanın yanlış biçimlenmesine yol açmıştı. 

Hiçbir meslek grubunu eleştiremeyen, toplumsal sorunları dilediğince yansıtamayan, devletin tabu saydığı konuları işleyemeyen, denetlenen ve sansürlenen sinema (Yeşilçam) masal sinemasına, melodrama ağırlık verdi ve böylece ana damarı, ana akımı oluşturan melodram sineması oldu. 
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli egemenlik, cumhuriyet, milli güvenlik, kamu düzeni, genel asayiş, kamu yararı, genel ahlak, genel sağlık açısından suç ve suça teşvik unsurunu ihtiva eden, dış siyasete aykırı, milli kültür, örf ve adetlerimize uygun olmayan film, video ve müzik eserlerinin gösterilmesi ve icrasına izin verilmez.”
Filmler “ekin boylarının kısa ve cılız oluşu, ziraat işleminin çok ilkel olması, turna dansı yapan dört kızdan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu” gibi gerekçelerle yasaklanır ya da şartlı kabul edilir. 
Yılmaz Güney’in Umut filminin 10 maddelik yasaklama gerekçelerinden biri de şöyledir: “Filmde Yılmaz Güney ve arabası bakımsız, pis, yırtık, çok zayıf bir at ile iş yapması ve geçinmesi şansa bağlı olup kalabalık bir aileyi geçindirilmesi düşünülmez iken, bu araba ve at fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmış, çeşitli olaylarla da çalışmak imkânı bulunmadığı kanaati verilmiştir.”Sansürün yarattığı otosansür de etkili olur toplumsal olaylara uzak durma konusunda. Yeşilçam’ın muhalif damarını oluşturan, farklı sinemanın izini süren, toplumsal gerçekçi filmler yapan az sayıdaki senarist yönelmen ve yapımcının ürettiği filmler dışında egemen ideolojiyi besleyen, çoğaltan bir sinema olur “Türk sineması.”

30 yıldır ülkenin ‘en önemli meselesi’ olan Kürt meselesine de, yaşanan kirli savaşa, acılara da, kayıplara, faili meçhullere, kontrgerilla faaliyetlerine de uzak durur sinema; üç maymun oynar sürekli beyazperdede.

DEĞİŞEN SİNEMA VE HAYATTAN YANSIMALAR
1990 sonrası değişen, dönüşen “Yeni Sinema” ya da Türkiye Sineması olarak tanımlanan Yeşilçam sonrası sinema, tabu sayılan konulara da, geniş yelpazede toplumsal olaylara da yer verir.
Geçen hafta Reis Çelik’in Işıklar Sönmesin (1996) ve Sedat Yılmaz’ın yönettiği Press (2010) adlı filmden ve filminden söz etmiştik. Yeşim Ustaoğlu da Güneşe Yolculuk (1998) filminde saf bir gencin günümüz Türkiye’sinin gerçeklerinden haberdar biri haline dönüşmesinin, dostluğun ve cesaretin öyküsünü anlatır. “Türkiye’nin iki ucundan iki genç- Batı’dan gelen Mehmet ve Doğu’dan gelen Berzan İstanbul’un alt tabaka yaşamının içinde ayakta kalmaya çalışırken tanışırlar. Gün geçtikçe birbirine bağlanırlar. Şehre yeni gelmiş olan Mehmet, seyyar arabasında müzik kasetleri satan Berzan ile arkadaş olur. Mehmet, Tire’li olmasına rağmen koyu teni nedeniyle herkes tarafından doğulu sanılmaktadır. Mehmet, Berzan’a bir çamaşırhanede çalışmakta olan Arzu ile ilgili gelecek hayallerini, Berzan ise ona günün birinde Irak sınırındaki köyü Zarduç’daki sevgilisine geri dönme arzusunu anlatırlar. Mehmet’in bir gece eve dönerken bindiği minibüs durdurulur. Polis kimlik kontrolü yapar ve Mehmet haksız yere tutuklanır. Bir hafta sonra serbest bırakılmasına rağmen, artık Mehmet’in hayatı tamamen değişmiştir. Berzan’a olan bağlılığı onu, bütün ülkeyi katederek dostunun köyüne, doğuya bir yolculuğa sürükler... Güneşe Yolculuğa...

YAZI TURA 
Uğur Yücel’in yönettiği Yazı Tura’da (2003) İki gencin hikâyesi anlatılır. Biri Göreme’li futbolcu “Şeytan Rıdvan”, diğeri İstanbul’da babası ile birlikte yaşayan “Hayalet Cevher”. Her ikisi de aynı zamanda askere gitmişler, Güneydoğu’da cephede birlikte savaşmışlardır. Her ikisinin de askerden sonrası için beklentileri, hayalleri vardır.
Savaştan Rıdvan sağ bacağını ve büyük futbolcu olma hayallerini, Cevher ise sağ kulağındaki duyma yetisini kaybederek çıkmışlardır. Evlerine döndükten kısa bir süre sonra ikisi de hayata kaldıkları yerden devam etmelerinin imkânsızlığını anlarlar.  
İçki sohbetlerinde PKK’lileri nasıl öldürdüğünü, çatışmada bacağını nasıl kaybettiğini anlatır durur ama inandıramaz hiç kimseyi. Dikkatsizliği yüzünden, mayına bastığı için sakat kaldığı söylenmektedir. Çareyi önce içkide bulur, sonra ölümde. Evlenmek istediği kız en yakın arkadaşıyla kaçmıştır. Duymayan kulağından gelen seslerle baş etmeye çalışan, bir yandan da İstanbul’un Halkalı’sında bir büfe kurarak hayatını kurtarma çabası içine giren Cevher ise mafyaya bulaşmıştır. Kardeşi için işlediği cinayetin ardından kendisini tutuklamak isteyen polislere “Ben gaziyim!” diye bağırır o da.

GELECEK UZUN SÜRER
Gelecek Uzun Sürer  (2011) 
Bir görsel şölen sunan başyapıt denebilecek Sonbahar’da (Özcan Alper 2007), Yusuf’un hikâyesi anlatılır. Yusuf, 1992’de, 22 yaşında girdiği cezaevinden 12 yıl sonra çıkıp köyüne gelir. Aslında iki yıl daha yatması gerekirken geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok az ömrünün kaldığının anlaşılması üzerine serbest bırakılır. F Tipi hapishane sistemine karşı yapılan ölüm orucu eylemlerine katılması sağlığını iyice kötüleştirmiştir.

Özcan Alper’in Gelecek Uzun Sürer filminde de üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, birkaç aylığına ülkenin güneydoğusuna yolculuğa çıkar. Kısa süreliğine çıktığı bu yolculuk, hayatının en uzun yolculuğuna dönüşür. Sumru’nun yolu bölgede sürmekte olan savaşa tanıklık eden pek çok karakterle kesişir.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder