12 Ekim 2014
Başcumhurbaşkanı
ve AKP iktidarı, ABD ‘ricasıyla’ IŞİD’in terör örgütü olduğunu söylemiş, örgütün
saldırılarına karşı da Kobanê’nin düşmesine izin vermeyeceklerini açıklamıştı.
Kent kuşatılıp saldırılar artarken ve olası katliama karşı direniş sürerken
Türkiye’nin birçok kentinde de insanlar sokağa çıkmış destek eylemleri yapmaya
başlamıştı. Gösterilerin olduğu kentlerde devletin polisinin yanı sıra
ülkücüsünden, Hizbullahçısına elleri sopalı, silahlı organize kontra güçler
sürüldü sokağa; saldırılarda 10’u aşkın insan öldürüldü.
Ülkücü olduğu söylenen ve kışkırttıklarıyla binlerce kişiye ulaşan kalabalıklar
HDP parti binalarını yaktı, yağmaladı, kuşattıkları binalarda mahsur kalanları
öldürmekle tehdit etti. Bunları yaparken de ‘kelle kesen’ maskeli IŞİD
militanları gibi “Allahu ekber” diye bağırıp, “Burası size mezar olacak”
sloganları atıyorlardı. Bunlar iktidarın ve yandaşlarının “Yeni Türkiye”sinde
oluyordu. Onlara göre eski Türkiye eskide kalmıştı. Her türden destekçisiyle
bizi buna inandırmaya çalışıyorlardı yıllardır. Buna inananlar, destek
verenlerimiz de olmuştu.
Bu
yaşananlara eskide kaldı dedikleri zamanlardan aşinayız. Ne yaşananlar ne de
acılar unutuldu. “Hizbulkontra” tekrar domuz bağıyla ortaya çıktı” başlığıyla
Evrensel’de yer alan haberde, “Hizbullahçılar ellerinde silahlar ve domuz
bağlarıyla görüntülendi. Bölgede yüzlerce yurtsever Kürt’ü, devrimciyi
kaçırarak domuz bağıyla katleden ve JİTEM tarafından kurulduğu için
Hizbulkontra olarak bilinen, IŞİD’e destek vermek amacıyla Batman’da pompalı
silahlarla halka ateş ederken görüntülenen Hizbullahçıların bazılarının elinde
domuz bağı bulunması dikkat çekti.” deniyordu.
90’lı
yıllardan anımsadığımız bu ruh halinin ve yaşanmışlıkların çıkış noktasının
NATO’ya bağlı Seferberlik Tetkik Kurulu’nun oluşturulması olduğunu yazmıştık
geçen hafta.
Seferberlik Tetkik Kurulu (STK-Kontrgerilla faaliyeti yürüten Özel Harp
dairesi) bazı kaynaklara göre “ABD’de eğitim gören Tuğgeneral Daniş Karabelen
tarafından ABD’nin teklifi üzerine Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Milli
Güvenlik Kurulu’nun (MGK) yetkilendirmesiyle 27 Eylül 1952’de kuruldu. 1948’de
ABD’ye ‘özel harp’ kurumları ve strateji eğitimi için gönderilen 16 subay,
STK’nın resmi çekirdeğini oluşturuyordu. Bu subaylar arasında Karabelen’in yanı
sıra, Turgut Sunalp, Ahmet Yıldız, Alparslan Türkeş, Suphi Karaman ve Fikret
Ateşdağlı da yer aldı.
Üyeler,
askerlik hizmetini yapanların içinden, çoğunluğu ise yedek subaylar arasından
seçiliyordu. Gizli çalışan teşkilat üyeleri ‘son derece vatanperver ve
milliyetperver’ olanlardan seçiliyordu. Güvenilir, sır vermeyen elemanların
vatan ve millet sevgisi sohbetler esnasında ölçülüyor, olumlu not alanlara
görev öneriliyordu.
STK’nın üyeleri sivil hayattan seçiliyordu. Hücre tipi yapılanmaya giden
teşkilatta, hiçbir üye diğerini tanımıyordu. (12 Mayıs 2008’de Aksiyon
dergisine konuşan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın koordinatörlerinden emekli Albay
İsmail Tansu)
Devletin,
NATO-CIA bağlantılı Özel Harp Dairesi’nin ilk ‘devşirdiği sivil kadrolar. CIA
bağlantılı Alparslan Türkeş’in Türkçü, milliyetçi Bozkurt’ları içinden oldu.
Ülkenin 50 yılına damgasını vuran cinayetlerin, katliamların arkasında zaman
içinde çeteleşen, devlet içinde devlet olan (ÖHD ilişkili) bu kadrolar vardı.
Çoğu tetikçi olan bu kadroların içinde Reis olarak anılan Abdullah Çatlı ve
ekibi öne çıkıyordu. 70’li yıllarda birçok cinayetin, suikastın, katliamın
Arkasında Çatlı ve Haluk Kırcı’nın da içinde olduğu devlet destekli ekibi
vardı.
SUSURLUK,
DEVLET, MAFYA, SİYASET
80’li
yıllarda birçok konu gibi Kürt meselesi de askere bırakılmış, uygulanan ‘askeri
çözüm yolları’ ise çözümsüzlük üretmişti. Yenidünya düzeniyle bağlantılı olarak
iktidarlara gelen neo-liberal hükümetlerle yeni ekonomik düzene uygun köklü
dönüşümler yaşanır. Prensler, papatyalar, rantiyeci yeni zenginler, onların
koruyucu gücü çeteler sarar ortalığı. Serbest piyasa ekonomisinin yarattığı
yeni rant alanlarına göz diken akbaba türleri çoğalır.
03 Kasım 1996 günü Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında Pandora’nın
kutusu açılır, devletin kirli ve karanlık ilişkileri ortalığa saçılır. Kazada
ölenlerden Mehmet Özbay sahte kimlikli kişinin Abdullah Çatlı olduğu anlaşılır.
Soruşturmalarda hazırlanan raporlarda, Susurluk araştırma komisyonunun
çalışmalarında ‘devlet mafya siyaset’ üçgeni etrafında yaşanan karanlık ve
ürkütücü ilişkiler ağı açığa çıkar. Derin Devlet sorgulanır. Karanlık-kirli
ilişkileri açığa çıkan Çatlı’nın, 80 öncesi de devlet tarafından (özel harp)
kullanıldığı dillendirilir. Tetikçiler, ağabeyler, beyefendiler, koruyucu
bürokratlar, siyasetçiler, mafya babaları, çete reisleri emniyetin, MİT’in,
Asker’in alt düzey-üst düzey yöneticileri; Çatlı’lar, Kırcı’lar, Ağansoy’lar,
Bucak’lar, Topal’lar, Eymürler, Ağar’lar, Ekenler, Şahin’ler… Ersever’i,
Yeşil’i… Ortada bütün ülkeyi ve devleti sarmış büyük bir suç örgütü yumağı, karanlık
ilişkiler ağı ve büyük suçlar vardı.
DİZİ
KAHRAMANLARINDAN FAL TUTTUK, MEDET UMDUK
Susurluk
sonrası açığa çıkan yaşanmışlıklar televizyon dizilerine yansımaya başlar.
Çatlı, Çakıcı, Hiram Abas, Korkut Eken, Sedat Bucak, Ömer Lütfü Topal ya da
Yeşil gibi kimlikler bu dizilerde yeniden kurgulanır. Öykü uzadıkça ortaya
baronlar, konseyler, ağabeyler, beyefendiler çıkar.
“Bu dizide
geçen olayların Türkiye’de yaşayan veya yaşanmış kişi ve kurumlarla herhangi
bir ilgisi yoktur” dense de her karakterin ve olayın bir karşılığı vardır. Deli
Yürek adlı diziyle karşımıza çıkan ‘ilk kahramanımız’ Yusuf Miroğlu’ydu. Dizide
devlet misyonunu temsil eden ‘Ağabey’e göre Bumerang Cehennemi’nin kazanılması
ve kullanılması gereken su katılmamış bir kahramanıydı Miroğlu.
Askerden izne
geldiğinde yaşadığı bir olayla gündeme gelir ve haber şöyle yansır medyaya:
“Yusuf Miroğlu ilginç bir isim. Güneydoğudaki vatani görevi sırasında keskin
nişancılığıyla ün yapan izinliyken de Rambo filmlerini andıracak bir
müdahaleyle asker katili teröristlerden birini anında öldürüp birini de teslim
alan Yusuf’un yanında görülen genç kızın ünlü iş adamı Gürkan Uluhan’ın kızı
olduğu belirlendi.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder