19 Mart 2020 Perşembe

SIRRI SÜREYYA ÖNDER:


 BİR SİNEMACININ AKTİVİST OLARAK PORTRESİ
 
Gezi Eylemi, bugün Kürt halkının tümü üzerinde aynı yakıcılıkta karşılık bulamamışsa eğer, bunun sorusunu da kendimize sormamız gerekiyor. Çünkü çok değil, daha bundan bir-bir buçuk yıl önce Roboski Katliamı oldu. Gezi Parkı eylemi etrafında örgütlenen ‘vicdan’ın yüzde biri buna bir tepki gösterseydi eğer, bugün Kürtlerin yüzde yüzü üzerinde Kürt halkının genelinde buna karşılık bulurdu.” (Sırrı Süreyya Önder) Sosyal medyada da söyledikleri çok ilgi gören, paylaşılan isimlerin başında geliyor. Kürt meselesine mesafeli duranlar, milliyetçi-ulusalcı duruşu olanlar bile “Sırrı Süreyya’yı seviyoruz” başlığıyla sözlerini yaygınlaştırabiliyor.
Önce senarist-yönetmen olarak tanıdı herkes onu. İlk filmi ‘Beynelmilel’ bir ‘başyapıt kıvamındaydı’; kült film olarak sinema tarihindeki yerini aldı. Filmin senaryosu da ona aitti.
Film, askeri yönetim şartlarına uyum sağlamaya çalışan kasaba halkı ve ayakta durmaya çalışan bir müzik grubunun hikâyesini anlatır. Hikâyenin ana karakterleri müzisyen bir baba Abuzer, üniversiteye hazırlanan kızı Gülendam ve ilgi duyduğu üniversiteli Haydar’dır. Filmde komedi öğesi öne çıkıyor ve sürükleyici bir unsura dönüşüyor olsa da, esasında film bir trajedidir.
Beynelmilel, 1982 yılının darbe koşullarında hüküm süren kışla mantığının Adıyaman’daki gevendelerin (düğünlerde çalgı çalan yerel müzisyenler) hayatını nasıl altüst ettiğini anlatan bir kara komediydi. Adıyamanlı Sırrı Süreyya Önder kendi hayat hikâyesinden, aile çevresinden, tanıklıklarından yola çıkarak yazdığı senaryosunu Muharrem Gülmezle birlikte filme çeker.
Sırrı Süreyya Önder her şeyden önce 12 Eylül darbesinden payına düşeni almış, cezaevinde yatmış, işkence görmüş devrimci-sosyalist bir muhalifti. Anti-militarist, anti-otoriterdi. Adıyaman Lisesi’nde öğrenciyken Maraş Katliamı’nı protesto ettiği için (1978) tutuklanarak cezaevine giren Sırrı Süreyya, tahliye olduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanarak Ankara’ya gider. 12 Eylül darbesi yapıldığında Ankara’dadır. İlk tutuklananlar arasındadır, aylar süren yargılanma sürecinin ardından 12 yıl hapse mahkûm edilir. Cezaevinde tüm direnişlerin içinde yer alır, açlık grevlerine, protestolara katılır. Yedi yılını cezaevinde geçirir.
Seray Şahiner imzalı söyleşide “12 Eylül darbesi olduğunda 18 yaşındaydınız. Nasıl bir süreçti sizin için?” sorusunu şöyle yanıtlar Sırrı Süreyya Önder: “Kötü. Kundaktaki bebelerin babaları anaları alındı. Bir meçhul akıbete sürüklendiler. Ülke o günden sonra hızla bütün hasletlerini, erdemini, her şeyini kaybetmeye başladı. Kendi gözümden olayların gelişimini biraz sinemada verdim. Ülke için nasıldı o günler ona bakmak lazım. Bu gün bu ülke üç beş tane dertle boğuşuyor, irtica, yoksulluk, şiddet, Kürt meselesi, derttir deniyor. Hepsinin temeli 12 Eylül’de atıldı. İrtica dedikleri şey; rabıta skandalı var bu toplumun, hafızalardan neredeyse silinmiş. Bir uluslararası İslami sermaye kuruluşunun yurt dışına gönderilen din adamlarının maaşını ödemesi vardı. Uğur Mumcu ortaya çıkardı, Kenan Evren, böyle olduğunu bilmiyorduk gibi cümleler kurdu. Kenan Evren’e kadar kimse meydanlarda fetva vermeye cesaret edememişti. (…) Kürt sorununu silahlı bir aşamaya 12 Eylül uygulamaları getirmiştir. Daha ne diyeyim, her melanet ondan. Ayağınız bu gün taşa değerse 12 Eylül’e bir beddua okuyun. Mutlaka orada bir karşılığı vardır.”
TÜRKİYE FOTOĞRAFI

Sırrı Süreyya’nın ailesi bir Türkiye gerçeği, ülke fotoğrafıdır. Babası Türkiye İşçi Partisi (TİP) Adıyaman kurucusudur, dayısı ise kentin tek müftüsüdür. Kentin müftüsünün kız kardeşinin ‘kentin tek sosyalisti’ ile evliliğinden doğar Sırrı Süreyya Önder. 70’li yıllar toplumsal muhalefetin yükseldiği mücadele yıllarıdır; Sırrı Süreyya da mücadelenin içindedir.
Sekiz yaşında babasının vefatı çok etkiler Sırrı Süreyya’yı. Babasının ölümünden sonra çırak olarak çalışmaya başladığı kentin tek fotoğrafçısında sonraki yıllarda içinde yer alacağı sinema serüveninin temellerini atar. Büyülü bir dünyadır fotoğrafçılık Sırrı Süreyya için o yıllarda. Kadraj duygusu, görüntüyü çerçeveleme yetisi gelişir. Lise yıllarında araba lastiği tamirciliği yapar. Hem para kazanır hem de sonra çok işine yarayacak olan şoförlüğü öğrenir.
Ortaokul yıllarında babasının kitapları arasında gördüğü Orhan Kemal’in ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ kitabı hayata bakışını değiştirmiştir. Romandaki “bu topraklar yüzlerce yıldır böyle” cümlesi ‘memleket meselelerine’ kafa yormasına yol açar. Kürt coğrafyasında Türkmen bir aileden geliyor olması “azınlık duygusu”nu yaşatıyordur. Bu durumu şöyle anlatır Sırrı Süreyya Önder: “Bir başkasının dilinden bir şey anlamamanın, onunla şakalaşamamanın, onun üzüntüsüne onun dilinde bir şey söyleyememenin ne demek olduğunu öğrendim. Bu bana başta Kürt sorunu olmak üzere bütün ‘diğerinin’, bütün o ‘öteki’ olarak kodlandırılanın derdiyle hemdert olma, hemhal olma yetisini kazandırdı.”
1970’lerin ikinci yarısında devletin toplum  sal muhalefeti ve demokrasi güçlerini bastırma, yok etme, terörize etme uygulamaları katliamlarla sürüyordur.
1978’de Kahramanmaraş’ta 19 Aralık’ta başlayan yedi gün süren olaylar Alevilere yönelik bir katliama dönüşür. 150 Alevi öldürülür, Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakılır, 100’e yakın işyeri tahrip edilir. Katliam bütün ülkede kitlesel katılımlarla protesto edilir. O güne dek neredeyse hiçbir kitlesel ‘sokak olayları’ yaşanmayan Adıyaman’da katliamı protesto eden ‘az sayıdaki’ insandan biri de Sırrı Süreyya’dır. Lise öğrencisidir. Gözaltına alınırlar. “Dünyanın hiçbir dininde, dilinde, milletinde yapılmayacak olan”ın yapıldığına tanık olur gözaltında. Devletin ceberrut yüzüyle tanışmasını, yaşayarak görmesini, tanımasını sağlar bu tanıklık. Artık hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. O yaşta uğradıkları bu haksızlık hayatında önemli bir kırılma oluşturur.
 KİTAPLIK KOLU BAŞKANI
Okulun kitaplık kolu başkanı olması yazıyla, kitapla, edebiyatla ilişkisini de güçlendirir; yine sonraki yıllardaki yazarlığına zemin oluşturur. Çalışmak zorunda olduğu için tercih olarak yazdığı devam zorunluluğu olmayan Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak Ankara’ya gider. Devrimci yapılanmalar içinde, kentin gecekondu mahallelerinde mücadelenin içinde yer alır. 12 Eylül darbesi olduğunda öğrenciliği sürüyor geceleri de pavyonda saz çalıyordur. Birçok insanın Beynelmilel filminden tanıdığı Dilber Ay’ın arkasında çalan ekipte yer alır. 12 Eylül koşullarının duvarlara asılan “Aranıyor” afişleri içinde sırrı Süreyya da vardır. Pavyonlar bir gizlenme yeri işlevi görür o koşullarda. Ev ev arama yapan polis pavyonlara bakmaz. Yaşam öyküsünden kesitleri aktardığı filmde bu dönemi de pavyon sekansları olarak yansır.
1981 yılının 31 Aralık gecesi yakalanır. Yılbaşı gecesidir. Ankara emniyetinin ‘meşhur’ DAL (Derin Araştırma Laboratuarı) sorgulama merkezine götürülür. 12 Eylül’ün en önemli işkence-‘soruşturma’ merkezidir DAL. Sırrı Süreyya da ilk iki ayı yoğun işkenceyle geçen yüz beş gününü işkence merkezinde sorguda geçirir. Sorgulama odalarında çığlıklar, inleme sesleri, işkencecilerin hayvani bağırışları…. İnsanlıktan çıkmış katil işkencecilerin vahşi uygulamalarında hayatını kaybeder insanlar, sakat kalır.
İşkenceli sorguların ardından birçok devrimci gibi Sırrı Süreyya da Mamak cezaevine götürülür. Cezaevi koşulları da işkencehaneden farksızdır. Mamak’a getilenler önce “kafes” denen bölüme alınır. Kafes 12 Eylül darbecilerinin muhaliflere, devrimcilere itaat etmeyi “öğrettikleri”, vahşice yöntemlerle düşünmeyen, itiraz etmeyen, boyun eğen “yaratığa”, yaşayan ölüye çevirmeye çabaladıkları bölümdür. İnsanların iradesini, direncini kırmaya, kişiliksizleştirmeye yönelik en insanlık dışı, vahşi yöntemler uygulanır. Cezaevi koğuşlarındaki koşullar da çok farklı değildir. Mamak başta çeşitli cezaevlerinde yedi yılını geçirir Sırrı Süreyya Önder.
Okulunu bitirememiştir, cezaevi sonrası yapacağı bir işi, bir mesleği yoktur. Dışarı çıktığında hayat çok değişse de darbenin izleri, korku sürüyor, insanlar selam vermeye çekiniyordur. Hayal kırıklığı öfkeyi besler; selam alamama durumu yalnızlık duygusunu çoğaltır. Yine de “bu halk adam olmaz, memleket ne hale gelmiş” demez, insanları suçlayıp yılgınlığa düşmez. Eksikliği onlara daha fazla şey anlatamadıkları için ‘kendilerinde’ görür. Beynelmilel’e “O sana bakmıyorsa sen onun baktığı yere git, oradan söyle sözünü” repliğiyle yansır bu yeni durumda nasıl bir yerde duracağı. İnsanların baktıkları yerden sürdürür konuşmayı, yazmayı, durmayı, mücadeleyi.
Hapislik yıllarından sonra İstanbul’a gelerek çeşitli işlerde çalışır. İşe kamyon şoförlüğü ile başlar, farklı işler dener. Yurtdışına çıkar, oralarda işçi olarak çalışır. Bu süreler içinde elden bırakmadığı tek etkinlik okuma, yazma ve sinemadır. Romanlar yazar, dergilerde yazıları yayınlanır. Yazdıklarını senaryo tekniği ile daha iyi aktarabileceğini düşünür. Barış Pirhasan’ın senaryo kurslarına katılır, öğrencisi olur; sonra Beynelmilel filmi çıkar ortaya.
BEYNELMİLEL ASLINDA ROMANDI
‘Sinema ve 12 Eylül’ üzerine çalışma yaptığım günlerde yaptığımız söyleşide “Proje nasıl oluştu?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı Sırrı Süreyya Önder: “Beynelmilel aslında bir romandı. ‘O tozlar bu çamurları getirdi’ adlı bir çalışmamdı. Bu ülkenin 1915’lerde başlayıp 2000’lere kadar gelen, neredeyse 100 yıllık bir panoramasıydı. Bir kent ya da bir bölge üzerinde bu ülkenin ve insanlığın macerasını sorgulayan ve didikleyen bir romandır. Ben de onun son bölümünü senaryolaştırdım. Bunu oluşturan dört ana unsurdan birisi ve sonuncusudur, Beynelmilel.”
12 Eylül’le değilse de kışla mantığıyla, kışla zihniyetiyle bir hesaplaşma filmi olarak görüyordur filmini Sırrı Süreyya. Sinemaya ‘hızlı ve sağlam’ giriş yapan Önder, Beynelmilel’den sonra ‘Sis ve Gece’, ‘Ada: Zombilerin Düğünü’, ‘Ejder Kapanı’, ‘Mar’ ve ‘Yer altı’ filmlerinde de oyuncu olarak da yer alır. ‘O... Çocukları’ filminin senaryosu da onundur. 2012 yılında çekilen ‘F Tipi’ filminin yönetmenleri arasında yer alır. Sinema-sanatseverlerin yakından tanıdığı Sırrı Süreyya’yı, Beynelmilel sonrası çıktığı televizyon programlarında yaptığı renkli/farklı konuşmalarıyla halk da tanımış, sevmişti. Cesur, açık sözlü oluşu, sözünü sakınmayışı, espritüel ve derinlikli konuşmaları dikkat çekmişti.
Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun saflarında katıldığı 2011 genel seçimlerinde İstanbul 2. bölgeden milletvekili seçilir Sırrı Süreyya Önder. Mecliste de birlikte seçildiği arkadaşlarıyla birlikte halk temsiliyetinin etkin örneğini verir konuşmalarıyla. Kürt siyasal mücadelesinin sokak etkinliklerinde ön saflarda yer alır. Newroz’da Öcalan’ın mektubunu Türkçe okuyan da odur. İmralı’da Öcalan’la görüşen, mesajları Kandil’e ileten heyetler içinde yer alır.
Gezi parkı direnişine-isyana yol açan ağaç katliamı başladığında polisin, belediye görevlilerinin, iş makinelerinin, kepçelerin karşısına dikilen, yıkımı durduran da Sırrı Süreyya Önder’dir. Sonraki günlerde de direnişin ön saflarında yer alır.
Katıldığı bir TV programında, Gezi Parkı eylemlerini değerlendirirken içinde yer aldığı Demokratik Toplum Kongresi’nin Gezi’ye ilişkin tutumunu da “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri; DTK tek cümleyle destek açıklaması yapmadı” cümleleriyle eleştirerek kendince doğru bulduğunu söyleme tavrını sürdürür.
“Çok değil, daha bundan bir-bir buçuk yıl önce Roboski Katliamı oldu. Gezi Parkı eylemi etrafında örgütlenen ‘vicdan’ın yüzde biri buna bir tepki gösterseydi eğer, bugün Kürtlerin yüzde yüzü üzerinde Kürt halkının genelinde buna karşılık bulurdu” cümlelerini görmezden gelen ulusalcı çevreler/bireyler DTK eleştirisine atlasalar da Sırrı Süreyya kendisi olmayı sürdürüyor, doğru bildiği yolda yürümeyi de…  
Sırrı Süreyya Önder: Sinemacı, yazar, müzisyen, milletvekili, memleketin/halkın derdini dert edinen sorumlu bir yurttaş, anti-otoriter, anti-militarist bir muhalif.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder