BİR SİNEMACININ AKTİVİST OLARAK PORTRESİ
Gezi Eylemi,
bugün Kürt halkının tümü üzerinde aynı yakıcılıkta karşılık bulamamışsa eğer,
bunun sorusunu da kendimize sormamız gerekiyor. Çünkü çok değil, daha bundan
bir-bir buçuk yıl önce Roboski Katliamı oldu. Gezi Parkı eylemi etrafında
örgütlenen ‘vicdan’ın yüzde biri buna bir tepki gösterseydi eğer, bugün
Kürtlerin yüzde yüzü üzerinde Kürt halkının genelinde buna karşılık bulurdu.”
(Sırrı Süreyya Önder) Sosyal medyada da söyledikleri çok ilgi gören, paylaşılan
isimlerin başında geliyor. Kürt meselesine mesafeli duranlar,
milliyetçi-ulusalcı duruşu olanlar bile “Sırrı Süreyya’yı seviyoruz” başlığıyla
sözlerini yaygınlaştırabiliyor.
Önce
senarist-yönetmen olarak tanıdı herkes onu. İlk filmi ‘Beynelmilel’ bir
‘başyapıt kıvamındaydı’; kült film olarak sinema tarihindeki yerini aldı.
Filmin senaryosu da ona aitti.
Film, askeri yönetim şartlarına uyum sağlamaya çalışan kasaba halkı ve ayakta durmaya çalışan bir müzik grubunun hikâyesini anlatır. Hikâyenin ana karakterleri müzisyen bir baba Abuzer, üniversiteye hazırlanan kızı Gülendam ve ilgi duyduğu üniversiteli Haydar’dır. Filmde komedi öğesi öne çıkıyor ve sürükleyici bir unsura dönüşüyor olsa da, esasında film bir trajedidir.
Film, askeri yönetim şartlarına uyum sağlamaya çalışan kasaba halkı ve ayakta durmaya çalışan bir müzik grubunun hikâyesini anlatır. Hikâyenin ana karakterleri müzisyen bir baba Abuzer, üniversiteye hazırlanan kızı Gülendam ve ilgi duyduğu üniversiteli Haydar’dır. Filmde komedi öğesi öne çıkıyor ve sürükleyici bir unsura dönüşüyor olsa da, esasında film bir trajedidir.
Beynelmilel,
1982 yılının darbe koşullarında hüküm süren kışla mantığının Adıyaman’daki gevendelerin
(düğünlerde çalgı çalan yerel müzisyenler) hayatını nasıl altüst ettiğini
anlatan bir kara komediydi. Adıyamanlı Sırrı Süreyya Önder kendi hayat
hikâyesinden, aile çevresinden, tanıklıklarından yola çıkarak yazdığı
senaryosunu Muharrem Gülmezle birlikte filme çeker.
Sırrı Süreyya
Önder her şeyden önce 12 Eylül darbesinden payına düşeni almış, cezaevinde
yatmış, işkence görmüş devrimci-sosyalist bir muhalifti. Anti-militarist,
anti-otoriterdi. Adıyaman Lisesi’nde öğrenciyken Maraş Katliamı’nı protesto ettiği için (1978)
tutuklanarak cezaevine giren Sırrı Süreyya, tahliye olduktan sonra Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanarak Ankara’ya gider. 12 Eylül
darbesi yapıldığında Ankara’dadır. İlk tutuklananlar arasındadır, aylar süren yargılanma
sürecinin ardından 12 yıl hapse mahkûm edilir. Cezaevinde tüm direnişlerin
içinde yer alır, açlık grevlerine, protestolara katılır. Yedi yılını cezaevinde
geçirir.
Seray Şahiner imzalı söyleşide “12 Eylül darbesi olduğunda 18 yaşındaydınız.
Nasıl bir süreçti sizin için?” sorusunu şöyle yanıtlar Sırrı Süreyya Önder: “Kötü.
Kundaktaki bebelerin babaları anaları alındı. Bir meçhul akıbete sürüklendiler.
Ülke o günden sonra hızla bütün hasletlerini, erdemini, her şeyini kaybetmeye
başladı. Kendi gözümden olayların gelişimini biraz sinemada verdim. Ülke için
nasıldı o günler ona bakmak lazım. Bu gün bu ülke üç beş tane dertle boğuşuyor,
irtica, yoksulluk, şiddet, Kürt meselesi, derttir deniyor. Hepsinin temeli 12
Eylül’de atıldı. İrtica dedikleri şey; rabıta skandalı var bu toplumun,
hafızalardan neredeyse silinmiş. Bir uluslararası İslami sermaye kuruluşunun
yurt dışına gönderilen din adamlarının maaşını ödemesi vardı. Uğur Mumcu ortaya
çıkardı, Kenan Evren, böyle olduğunu bilmiyorduk gibi cümleler kurdu. Kenan
Evren’e kadar kimse meydanlarda fetva vermeye cesaret edememişti. (…) Kürt
sorununu silahlı bir aşamaya 12 Eylül uygulamaları getirmiştir. Daha ne
diyeyim, her melanet ondan. Ayağınız bu gün taşa değerse 12 Eylül’e bir beddua
okuyun. Mutlaka orada bir karşılığı vardır.”
TÜRKİYE
FOTOĞRAFI
Sırrı
Süreyya’nın ailesi bir Türkiye gerçeği, ülke fotoğrafıdır. Babası Türkiye İşçi
Partisi (TİP) Adıyaman kurucusudur, dayısı ise kentin tek müftüsüdür. Kentin
müftüsünün kız kardeşinin ‘kentin tek sosyalisti’ ile evliliğinden doğar Sırrı
Süreyya Önder. 70’li yıllar toplumsal muhalefetin yükseldiği mücadele
yıllarıdır; Sırrı Süreyya da mücadelenin içindedir.
Sekiz yaşında babasının vefatı çok etkiler Sırrı Süreyya’yı. Babasının ölümünden sonra çırak olarak çalışmaya başladığı kentin tek fotoğrafçısında sonraki yıllarda içinde yer alacağı sinema serüveninin temellerini atar. Büyülü bir dünyadır fotoğrafçılık Sırrı Süreyya için o yıllarda. Kadraj duygusu, görüntüyü çerçeveleme yetisi gelişir. Lise yıllarında araba lastiği tamirciliği yapar. Hem para kazanır hem de sonra çok işine yarayacak olan şoförlüğü öğrenir.
Sekiz yaşında babasının vefatı çok etkiler Sırrı Süreyya’yı. Babasının ölümünden sonra çırak olarak çalışmaya başladığı kentin tek fotoğrafçısında sonraki yıllarda içinde yer alacağı sinema serüveninin temellerini atar. Büyülü bir dünyadır fotoğrafçılık Sırrı Süreyya için o yıllarda. Kadraj duygusu, görüntüyü çerçeveleme yetisi gelişir. Lise yıllarında araba lastiği tamirciliği yapar. Hem para kazanır hem de sonra çok işine yarayacak olan şoförlüğü öğrenir.
Ortaokul
yıllarında babasının kitapları arasında gördüğü Orhan Kemal’in ‘Bereketli
Topraklar Üzerinde’ kitabı hayata bakışını değiştirmiştir. Romandaki “bu topraklar
yüzlerce yıldır böyle” cümlesi ‘memleket meselelerine’ kafa yormasına yol açar.
Kürt coğrafyasında Türkmen bir aileden geliyor olması “azınlık duygusu”nu
yaşatıyordur. Bu durumu şöyle anlatır Sırrı Süreyya Önder: “Bir başkasının
dilinden bir şey anlamamanın, onunla şakalaşamamanın, onun üzüntüsüne onun
dilinde bir şey söyleyememenin ne demek olduğunu öğrendim. Bu bana başta Kürt
sorunu olmak üzere bütün ‘diğerinin’, bütün o ‘öteki’ olarak kodlandırılanın
derdiyle hemdert olma, hemhal olma yetisini kazandırdı.”
1970’lerin ikinci yarısında devletin toplum sal muhalefeti ve demokrasi
güçlerini bastırma, yok etme, terörize etme uygulamaları katliamlarla sürüyordur.
1978’de
Kahramanmaraş’ta 19 Aralık’ta başlayan yedi gün süren olaylar Alevilere yönelik
bir katliama dönüşür. 150 Alevi öldürülür, Alevilere ait 200’ün üzerinde ev
yakılır, 100’e yakın işyeri tahrip edilir. Katliam bütün ülkede kitlesel
katılımlarla protesto edilir. O güne dek neredeyse hiçbir kitlesel ‘sokak
olayları’ yaşanmayan Adıyaman’da katliamı protesto eden ‘az sayıdaki’ insandan
biri de Sırrı Süreyya’dır. Lise öğrencisidir. Gözaltına alınırlar. “Dünyanın
hiçbir dininde, dilinde, milletinde yapılmayacak olan”ın yapıldığına tanık olur
gözaltında. Devletin ceberrut yüzüyle tanışmasını, yaşayarak görmesini,
tanımasını sağlar bu tanıklık. Artık hayatında hiçbir şey eskisi gibi
olmayacaktır. O yaşta uğradıkları bu haksızlık hayatında önemli bir kırılma
oluşturur.
Okulun
kitaplık kolu başkanı olması yazıyla, kitapla, edebiyatla ilişkisini de
güçlendirir; yine sonraki yıllardaki yazarlığına zemin oluşturur. Çalışmak
zorunda olduğu için tercih olarak yazdığı devam zorunluluğu olmayan Ankara
Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak Ankara’ya gider. Devrimci yapılanmalar
içinde, kentin gecekondu mahallelerinde mücadelenin içinde yer alır. 12 Eylül
darbesi olduğunda öğrenciliği sürüyor geceleri de pavyonda saz çalıyordur.
Birçok insanın Beynelmilel filminden tanıdığı Dilber Ay’ın arkasında çalan
ekipte yer alır. 12 Eylül koşullarının duvarlara asılan “Aranıyor” afişleri
içinde sırrı Süreyya da vardır. Pavyonlar bir gizlenme yeri işlevi görür o
koşullarda. Ev ev arama yapan polis pavyonlara bakmaz. Yaşam öyküsünden
kesitleri aktardığı filmde bu dönemi de pavyon sekansları olarak yansır.
1981 yılının
31 Aralık gecesi yakalanır. Yılbaşı gecesidir. Ankara emniyetinin ‘meşhur’ DAL
(Derin Araştırma Laboratuarı) sorgulama merkezine götürülür. 12 Eylül’ün en
önemli işkence-‘soruşturma’ merkezidir DAL. Sırrı Süreyya da ilk iki ayı yoğun
işkenceyle geçen yüz beş gününü işkence merkezinde sorguda geçirir. Sorgulama
odalarında çığlıklar, inleme sesleri, işkencecilerin hayvani bağırışları….
İnsanlıktan çıkmış katil işkencecilerin vahşi uygulamalarında hayatını kaybeder
insanlar, sakat kalır.
İşkenceli
sorguların ardından birçok devrimci gibi Sırrı Süreyya da Mamak cezaevine
götürülür. Cezaevi koşulları da işkencehaneden farksızdır. Mamak’a getilenler
önce “kafes” denen bölüme alınır. Kafes 12 Eylül darbecilerinin muhaliflere,
devrimcilere itaat etmeyi “öğrettikleri”, vahşice yöntemlerle düşünmeyen,
itiraz etmeyen, boyun eğen “yaratığa”, yaşayan ölüye çevirmeye çabaladıkları
bölümdür. İnsanların iradesini, direncini kırmaya, kişiliksizleştirmeye yönelik
en insanlık dışı, vahşi yöntemler uygulanır. Cezaevi koğuşlarındaki koşullar da
çok farklı değildir. Mamak başta çeşitli cezaevlerinde yedi yılını geçirir
Sırrı Süreyya Önder.
Okulunu
bitirememiştir, cezaevi sonrası yapacağı bir işi, bir mesleği yoktur. Dışarı
çıktığında hayat çok değişse de darbenin izleri, korku sürüyor, insanlar selam
vermeye çekiniyordur. Hayal kırıklığı öfkeyi besler; selam alamama durumu
yalnızlık duygusunu çoğaltır. Yine de “bu halk adam olmaz, memleket ne hale
gelmiş” demez, insanları suçlayıp yılgınlığa düşmez. Eksikliği onlara daha
fazla şey anlatamadıkları için ‘kendilerinde’ görür. Beynelmilel’e “O sana
bakmıyorsa sen onun baktığı yere git, oradan söyle sözünü” repliğiyle yansır bu
yeni durumda nasıl bir yerde duracağı. İnsanların baktıkları yerden sürdürür
konuşmayı, yazmayı, durmayı, mücadeleyi.
Hapislik
yıllarından sonra İstanbul’a gelerek çeşitli işlerde çalışır. İşe kamyon
şoförlüğü ile başlar, farklı işler dener. Yurtdışına çıkar, oralarda işçi
olarak çalışır. Bu süreler içinde elden bırakmadığı tek etkinlik okuma, yazma
ve sinemadır. Romanlar yazar, dergilerde yazıları yayınlanır. Yazdıklarını
senaryo tekniği ile daha iyi aktarabileceğini düşünür. Barış Pirhasan’ın
senaryo kurslarına katılır, öğrencisi olur; sonra Beynelmilel filmi çıkar
ortaya.
BEYNELMİLEL
ASLINDA ROMANDI
‘Sinema ve 12
Eylül’ üzerine çalışma yaptığım günlerde yaptığımız söyleşide “Proje nasıl
oluştu?” sorusunu şöyle yanıtlamıştı Sırrı Süreyya Önder: “Beynelmilel aslında
bir romandı. ‘O tozlar bu çamurları getirdi’ adlı bir çalışmamdı. Bu ülkenin
1915’lerde başlayıp 2000’lere kadar gelen, neredeyse 100 yıllık bir
panoramasıydı. Bir kent ya da bir bölge üzerinde bu ülkenin ve insanlığın
macerasını sorgulayan ve didikleyen bir romandır. Ben de onun son bölümünü
senaryolaştırdım. Bunu oluşturan dört ana unsurdan birisi ve sonuncusudur,
Beynelmilel.”
12 Eylül’le
değilse de kışla mantığıyla, kışla zihniyetiyle bir hesaplaşma filmi olarak
görüyordur filmini Sırrı Süreyya. Sinemaya ‘hızlı ve sağlam’ giriş yapan Önder,
Beynelmilel’den sonra ‘Sis ve Gece’, ‘Ada: Zombilerin Düğünü’, ‘Ejder Kapanı’,
‘Mar’ ve ‘Yer altı’ filmlerinde de oyuncu olarak da yer alır. ‘O... Çocukları’
filminin senaryosu da onundur. 2012 yılında çekilen ‘F Tipi’ filminin
yönetmenleri arasında yer alır. Sinema-sanatseverlerin yakından tanıdığı Sırrı
Süreyya’yı, Beynelmilel sonrası çıktığı televizyon programlarında yaptığı
renkli/farklı konuşmalarıyla halk da tanımış, sevmişti. Cesur, açık sözlü
oluşu, sözünü sakınmayışı, espritüel ve derinlikli konuşmaları dikkat çekmişti.
Emek Özgürlük
ve Demokrasi Bloğu’nun saflarında katıldığı 2011 genel seçimlerinde İstanbul 2.
bölgeden milletvekili seçilir Sırrı Süreyya Önder. Mecliste de birlikte seçildiği
arkadaşlarıyla birlikte halk temsiliyetinin etkin örneğini verir
konuşmalarıyla. Kürt siyasal mücadelesinin sokak etkinliklerinde ön saflarda
yer alır. Newroz’da Öcalan’ın mektubunu Türkçe okuyan da odur. İmralı’da
Öcalan’la görüşen, mesajları Kandil’e ileten heyetler içinde yer alır.
Gezi parkı
direnişine-isyana yol açan ağaç katliamı başladığında polisin, belediye
görevlilerinin, iş makinelerinin, kepçelerin karşısına dikilen, yıkımı durduran
da Sırrı Süreyya Önder’dir. Sonraki günlerde de direnişin ön saflarında yer
alır.
Katıldığı bir TV programında, Gezi Parkı eylemlerini değerlendirirken içinde
yer aldığı Demokratik Toplum Kongresi’nin Gezi’ye ilişkin tutumunu da “Türkiye
yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri; DTK tek cümleyle destek açıklaması
yapmadı” cümleleriyle eleştirerek kendince doğru bulduğunu söyleme tavrını
sürdürür.
“Çok değil,
daha bundan bir-bir buçuk yıl önce Roboski Katliamı oldu. Gezi Parkı eylemi
etrafında örgütlenen ‘vicdan’ın yüzde biri buna bir tepki gösterseydi eğer,
bugün Kürtlerin yüzde yüzü üzerinde Kürt halkının genelinde buna karşılık
bulurdu” cümlelerini görmezden gelen ulusalcı çevreler/bireyler DTK
eleştirisine atlasalar da Sırrı Süreyya kendisi olmayı sürdürüyor, doğru
bildiği yolda yürümeyi de…
Sırrı Süreyya
Önder: Sinemacı, yazar, müzisyen, milletvekili, memleketin/halkın derdini dert
edinen sorumlu bir yurttaş, anti-otoriter, anti-militarist bir muhalif.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder