19 Mart 2020 Perşembe

SİNEMASAL ANIMSAMALAR 2

1968 baharının ardından sancılı yıllar yaşanır. Devleti yönetenler yükselen muhalefeti bastırmak için kan dökmüşler, can yakmışlardır. Çocukluk yıllarında darbe görmüş, sıkıyönetim koşullarında ‘yaşamayı öğrenmiştik.

Ortaokulda politik seçimimi yapmış, duruşumu belirlemiştim. Sosyal demokrat ailemin, evde bağıra bağıra Nazım Hikmet şiirleri okuyan amcamın etkisiyle sola yatkınlığım, 12 Mart darbesinin ardından gelişen yeniden yapılanma ve saflaşma içinde çocukluk yıllarımda dev gibi gençler sandığım, yaşım ilerledikçe onların dev gibi yürekleri ve düşleri olduğunu düşündüğüm gençlerin safında yer almamı sağlamıştı.
Dev gibi düşleri olan gençleri seviyor, açtıkları yoldan yürüyor, dev gibi düşler ve düşlediğimiz başka bir dünya için kök salacak çınarlar büyütüyorduk içimizde. Henüz yarattığımız aşklar dağlar, asırlık çınarlar gibi devrilmiyordu üzerimize. En yakınımızdan ihanetler görmemiştik; düşlerimizin, umutlarımızın üzerinden tank paletleri geçmemişti. Yükselen değerlerimiz, erdemlerimiz farklıydı.
Militan Gençlik, sonra Halkın Yolu, Halkın Sesi, Halkın Kurtuluşu gibi sosyalist yayın organları, gazeteler çıkmış, Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin darbeyle kesintiye uğrayan mücadelesi sürüyordu. Yüzlerce öncü cezaevlerinde olmasına karşın, aynı düşü sürdürenler mücadeleyi yeniden örgütlüyordu.
Yeni arkadaşlıklar ve farklı çevreler edinmeye başladım. Yapılanmamda ve dönüşümümde önemli payı olan Zeynep abla ve Emek Kitapevi de o günlere denk gelir. Teksas Tommiks, Zagor okumalarından, misket, çelik çomak oyunlarından erken kopmuş yeni düşler geliştirmeye yönelmiştim. Birlikte politik mücadeleye atıldığımız Meral ve Pendik Lisesi’nde okuyan Funda ile iyi bir üçlü oluşturmuş, hem Pendik hem Kartal lisesinde sol siyasal etkinliklerin öncülerinden olmuştuk. Zamanla bize başka arkadaşlar da katılmıştı.
KARTAL İŞÇİ DERNEĞİ
Kartal’da Zeynep ablanın başında olduğu Emek Kitapevi ortaokul yıllarımdan başlayarak en çok uğradığım, vakit geçirdiğim bir mekân olmuştu. O karşıya toptancıya kitap almaya gittiğinde kitapevi bana emanetti. Yılmaz Güney’in kitaplarını, ya da sol teorik kitapları, romanları, dergileri orada okurdum. Kitap almak için ya da sohbet için gelenlerden ‘bilgi depolardım’.
Halk birlikleri, kültür dernekleri açılıyordu mahallelerde, ilçelerde. Kartal bu alanda oldukça verimliydi. DDKD ve Halk Birliği’nin ardından Kartal İşçi Derneği açılmıştı. Her siyasi yapılanma kendi derneğini açmaya başladığı o günlerde zamanımı derneklerde geçiyor, siyasal tartışmalarda hem teoriyi hem ülke koşullarını öğreniyor, toplumsal muhalefet içinde yer alıyorduk.
Sovyetler Birliği çizgisinde olanlar CHP ve DİSK içinde örgütleniyordu. Kartal’da Halkın Sesi-Aydınlık çevresi Halk Birliği derneğinde yapılanıyordu. Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği başında Hüseyin Özlütaş ağabeyimizin olduğu Kartal İşçi Derneği’ni oluşturmuştu. Partizan, Halkın Sesi gibi diğer grupların da geldiği, etkinliklere, tartışmalara katıldığı Kartal İşçi Derneği kültürel etkinliklerin, işçi-mahalle örgütlenmelerinin yapıldığı önemli deneylerin yaşandığı ‘güzel’ bir dernekti.
12 Eylül darbesiyle “öcü” gibi gösterilen, çok tehlikeli diye belleklere işlenen, bir araya gelen iki kişiyi örgüt üyeliğinden ‘terörist’ diye hapse atıp hayatını mahveden örgütsüz bir toplum yarattı. 1980 öncesi örgüt ev demekti, yuva demekti, dostluk, dayanışma, mücadele demekti. 80 öncesinin toplumsal muhalefeti, muhalif bireyi örgüt-örgütlülük demekti.
GEZİ PARKI ; ‘SIĞINDIĞIMIZ’ ALANDI
1977 1 Mayıs’ına da bu örgütlülük içinde gidilmişti. Profilo işçileriyle katıldığım 1 Mayıs 1977’de içinde bulunduğum kortej Barbaros Bulvarı üzerinden yürüyüşe geçtiğinde İstanbul ülkenin en büyük panayır alanına, hayat lunaparka dönmüştü. Halaylar çekiliyor, türküler marşlar söyleniyor, umut çoğalıyordu.
Bu şenlikli yürüyüş boyunca örneğin kaldırımdan Cüneyt Arkın geçiyor, işçileri selamlıyor, alkışlanıyordu. Birlikte katıldığımız arkadaşım Nazır’la birlikte kortejden kopup yol boyu halaylar arasından geçerek yürümeye başlamıştık. Bir an önce alana, Taksim’e ulaşmak istiyorduk.
Gümüşsuyu yoluna döndüğümüzde Sine-Sen kortejini görmüştük. Fikret Hakan, Meral Orhonsay, Semra Özdamar gibi oyuncuların, yönetmenlerin, sinema emekçilerinin yer aldığı yürüyüş kolu çok renkliydi. Uzun süre onları izlediğimizi anımsıyorum.
Taksim’e geldiğimizde alanda adım atacak yer yoktu. Kürsüye yakın bir yerde, kürsü ile otel arasında bir yerde durup halay çekenleri, marşlar söyleyenleri izlemeye başlamıştık. Hava kararmaya başlamıştı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler kürsüde konuşmaya başladığında olan oldu, katliam başladı. Silah sesleri, kaçışmalar, ezilmeler, panzerler, ses bombaları, asker, polis…
Siyaseten yakın olmayan, farklı yapılanmalarda örgütlenmiş insanlar, birbirini korumaya, kollamaya çalışıyor, yere düşeni kaldırıyor, birlikte sığınabilecekleri güvenli bir yer arıyordu.
Bu düşmeli, kalkmalı, ezilmeli koşuşturma içinde biz de çevremizdeki farklı gruplardan arkadaşlarla Gezi Parkı’na yöneldik. Yerler çıkmış ayakkabı, çanta gibi eşyalarla doluydu. Gezi Parkı’na geldiğimizde ses bombaları patlıyordu, alana panzerler girmişti. Panzerin birini ezdiğini görmüştük.
Gezi Parkı, katliam yapan devletin şiddetinden kaçan yüzlerce insanın sığındığı bir alan olmuştu. Şimdi aynı Gezi Parkı ve Taksim Meydanı özgürlük ve demokrasi mücadelesi verenlerin evi oldu.
Çocukluk yıllarımda Emek Kitapevi ve işçi-kültür derneklerinde başlayan hayatı anlama, dönüştürme mücadelesi Emek Sineması, Gezi direnişi zemininde sürüyor. Uzun soluklu, kıldan ince kılıçtan keskin yolun mücadele, direniş-isyan durağındayız hep birlikte. Ev sahibimiz Gezi Parkı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder