Dün
muhaliflerini eleştirirken ‘sıkışınca ordu göreve der bunlar’ mealinde cümleler
kuran Arınç bugün, “Eğer olaylar yayılırsa gerekirse TSK da huzurun sağlanması
için görev yapabilir” diyor, huzuru sağlayabilecek güç olarak orduyu gösteriyordu.
İktidarın da, başındaki diktatörün de ezberi tamamen bozuldu. 2-3 haftadır yüz
binlerce insanı sıktıkları tonlarca zehirli gazla teslim alamayacaklarını
gördüler; ne yapacaklarını şaşırdılar.
Halk
sokaktaydı, ‘halkın sanatçısı’ sokaktaydı, kokmuyordu iktidarın devlet
gücünden. Direnişin sanatçısı da tarih yazdı. Osmanlı’da olduğu gibi saraydan
beslenen sanatçı yoktu karşısında. (İktidardan beslenen ‘sanatçılar’ zaten
direnişin dışındaydı).
60’lı, 70’li yıllardaki gibi sokağa çıkan, itirazını haykıran sanatçılar da
isyanın sesi olmuş akıyordu insan seli içinde; direnişin sanatçısı vardı,
sanatı vardı. Gezi direnişiyle başlayan süreçte (kaydını tutanlar bilir tam
sayıyı) onlarca direniş şarkısı yapıldı. 12 Mart sonrası, yaşanan darbe
koşulları edebiyatta karşılığını bulmuş, bu alanda onlarca roman yazılmıştı. 12
Eylül sonrasında ise “12 Eylül filmleri” başlığı altında toplanan kırka yakın
film yapılmıştı, darbe koşullarını ya da sonrasını anlatan. Edebiyatta da 78
kuşağından gelen edebiyatçıların yazdığı romanlar oldu bu süreçte.
Gezi
dayanışmasıyla başlayan isyan-direniş sürecinde ise sokakta, alanda, parkta,
barikatta yapılıyordu sanatsal üretimler, sıcağı sıcağına. Park’a dayanışmaya
gelen opera-bale-tiyatro sanatçıları gösteriler sergiliyor, müzisyenler, müzik
grupları konserler veriyor, sözler orada yazılıyor, besteler orada yapılıyordu.
Duman’dan
Boğaziçi Üniversitesi caz korosuna, Kardeş Türkülerden Nazan Öncel’e Vardiya
Müzik Grubu’ndan Marsis’e kadar kimi özgün kimi uyarlama 40’ı aşan şarkı
yapıldı. Bütün şarkılar Diren İstanbul, Diren Gezi diyor, direnişe sahip
çıkıyordu.
Nazan Öncel ‘Güya’ adlı şarkısında şöyle diyordu: “(…) Ötelenmişiz itelenmişiz/ Susturularak bugünlere gelmişiz./ Emek yıkıldı/ Rüya yakıldı/ Geziye nolacak/ Sonra nolacak/ Yok Öyleymişim/ Yok böyleymiş/ Neysem neyim/ Böyle iyiyim/ Eli sopalı adamlarını/ Salma Üstüme/ Çek şunları (…)”
Emek sineması
direnişiyle sokağa çıkan sinemacılar da direnişin başından itibaren Gezi
Parkı’ndaydı, dayanışmadaydı, direnişin sanatçıları, bileşenleri arasındaydı.
Yeşilçam sineması büyük toplumsal olaylara-dönüşümlere yapısı gereği mesafeli
durmuştu. Ana akım yapısı statükonun korunmasına, sürdürülmesine hizmet
ediyordu.
GENÇ SİNEMA
HAREKETİ’NİN MİRASI
‘68 baharı, işçi, öğrenci köylü eylemleri
sinemayı da etkilemişti. Bu etkilenme yaşanan toplumsal koşullara bağlı olarak
1960’ların ilk yarısında çekilen filmlere yansıyan toplumsal gerçekçi
çıkışlardan daha radikal bir duruş sergilemişti. 1965 yılında Onat Kutlar’ın
öncülüğünde kurulan Türk Sinematek Derneği’nden ayrılan devrimci/sosyalist genç
sinemacılar, 1968 yılında Genç Sinema hareketi adıyla anılan bir oluşum
başlatırlar, aynı adla bir de dergi yayınlanmaya başlarlar.
Sinematek
içinde yer alıp etkinliklere katılan, dünya sinemasının önemli filmlerini
izleyen sinemayla ilgili gençler, edinebildikleri kameralarla kısa filmler
çekmeye başlarlar. Çektikleri filmleri gösterebilme isteği Robert Koleji Sinema
Kulübü’nün düzenlediği Hisar Kısa Film Yarışması’nın oluşmasını sağlar.
Genç
Sinema’cılar Onat Kutlar’ın
da desteğiyle Sinematek’te toplantılar yapar,
sinema anlayışlarını, “Sinemaya yeni bir estetik getirmek ve ideolojik dönüşümü
sağlamak için ne yapılabilir?”i tartışırlar.
1968
Baharı’nın sol/devrimci rüzgârı içinde de yer alan bu gençler farklı bir
sinemanın adımlarını atabilmek için örgütlenmeye karar verirler ve bir bildiri
yayınlayarak Genç Sinema adını verdikleri bir dergi yayınlamaya başlarlar.
Dergi adının altında “Devrimci Sinema Dergisi” yazısı yer alır. Dergide Onat
Kutlar, Ece Ayhan, Jak Şalom, Üstün Barışta ve Artun Yeres’in kaleme aldığı
Genç Sinema Hareketi’nin sinema anlayışını oluşturan bildiri yayınlanır.
Dünyayı ve
sinemayı dönüştürme isteklerini bildirileriyle açıklayan, bağımsız ve özgür
sinema yapabilme isteğiyle yola çıkan Genç Sinemacılar, sokağı sinemaya
yansıtabilmek için ellerinde bulabildikleri kameralarla sokağa çıkarlar.
Hareketin içinde yer alan Ahmet Soner, “Dünya sinemasında biliyorduk tabii,
belgeselciler sokakları, devrimleri filme alıyorlardı. O günlerde Türkiye’de
devrimci dalganın yükseldiği günlerdi; bizim inancımız da oydu, sanki Türkiye
devrimini filme alıyorduk kademe kademe,” cümleleriyle aktarıyordu o günlerdeki
duygularını, ruh hallerini.
Yaşananlara
tanıklık etmek, belgelemek isteyen Genç Sinemacılar kameralarıyla toprak
işgallerini, grevleri, boykotları, sokak hareketlerini belgelemeye çalışırlar.
Her toplumsal
hareket kendi yöntemlerini, ‘sürdürücülerini’, sanatçılarını, sanatını
yaratarak oluşturuyordu dönüşümleri.
Günlerdir
Gezi Parkı’nda dayanışmada, Taksim’de, İstanbul’un sokaklarında direnişte olan
senaristi, yönetmeni, oyuncusu, belgesel sinemacısıyla sinemacılar isyanın
sanatçısı oldular, tanıklık yaptılar, hayatı belgelediler. Belki de şimdi sıra isyanın-direnişin-dayanışmanın
sinemasını yapmakta. İsyan fitilini ateşleyen kırmızı elbiseli genç kadının
fotoğrafı, yeterince yol gösterici değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder