19 Mart 2020 Perşembe

İSYAN OLDU AKIYOR HAYAT


Dün muhaliflerini eleştirirken ‘sıkışınca ordu göreve der bunlar’ mealinde cümleler kuran Arınç bugün, “Eğer olaylar yayılırsa gerekirse TSK da huzurun sağlanması için görev yapabilir” diyor, huzuru sağlayabilecek güç olarak orduyu gösteriyordu.
İktidarın da, başındaki diktatörün de ezberi tamamen bozuldu. 2-3 haftadır yüz binlerce insanı sıktıkları tonlarca zehirli gazla teslim alamayacaklarını gördüler; ne yapacaklarını şaşırdılar.
Halk sokaktaydı, ‘halkın sanatçısı’ sokaktaydı, kokmuyordu iktidarın devlet gücünden. Direnişin sanatçısı da tarih yazdı. Osmanlı’da olduğu gibi saraydan beslenen sanatçı yoktu karşısında. (İktidardan beslenen ‘sanatçılar’ zaten direnişin dışındaydı).
60’lı, 70’li yıllardaki gibi sokağa çıkan, itirazını haykıran sanatçılar da isyanın sesi olmuş akıyordu insan seli içinde; direnişin sanatçısı vardı, sanatı vardı. Gezi direnişiyle başlayan süreçte (kaydını tutanlar bilir tam sayıyı) onlarca direniş şarkısı yapıldı. 12 Mart sonrası, yaşanan darbe koşulları edebiyatta karşılığını bulmuş, bu alanda onlarca roman yazılmıştı. 12 Eylül sonrasında ise “12 Eylül filmleri” başlığı altında toplanan kırka yakın film yapılmıştı, darbe koşullarını ya da sonrasını anlatan. Edebiyatta da 78 kuşağından gelen edebiyatçıların yazdığı romanlar oldu bu süreçte.
 SANAT SOKAKTA, DİRENİŞTE, BARİKATTA
Gezi dayanışmasıyla başlayan isyan-direniş sürecinde ise sokakta, alanda, parkta, barikatta yapılıyordu sanatsal üretimler, sıcağı sıcağına. Park’a dayanışmaya gelen opera-bale-tiyatro sanatçıları gösteriler sergiliyor, müzisyenler, müzik grupları konserler veriyor, sözler orada yazılıyor, besteler orada yapılıyordu.
Duman’dan Boğaziçi Üniversitesi caz korosuna, Kardeş Türkülerden Nazan Öncel’e Vardiya Müzik Grubu’ndan Marsis’e kadar kimi özgün kimi uyarlama 40’ı aşan şarkı yapıldı. Bütün şarkılar Diren İstanbul, Diren Gezi diyor, direnişe sahip çıkıyordu.

Nazan Öncel ‘Güya’ adlı şarkısında şöyle diyordu: “(…) Ötelenmişiz itelenmişiz/ Susturularak bugünlere gelmişiz./ Emek yıkıldı/ Rüya yakıldı/ Geziye nolacak/ Sonra nolacak/ Yok Öyleymişim/ Yok böyleymiş/ Neysem neyim/ Böyle iyiyim/ Eli sopalı adamlarını/ Salma Üstüme/ Çek şunları (…)”
Emek sineması direnişiyle sokağa çıkan sinemacılar da direnişin başından itibaren Gezi Parkı’ndaydı, dayanışmadaydı, direnişin sanatçıları, bileşenleri arasındaydı. Yeşilçam sineması büyük toplumsal olaylara-dönüşümlere yapısı gereği mesafeli durmuştu. Ana akım yapısı statükonun korunmasına, sürdürülmesine hizmet ediyordu.
GENÇ SİNEMA HAREKETİ’NİN MİRASI
 ‘68 baharı, işçi, öğrenci köylü eylemleri sinemayı da etkilemişti. Bu etkilenme yaşanan toplumsal koşullara bağlı olarak 1960’ların ilk yarısında çekilen filmlere yansıyan toplumsal gerçekçi çıkışlardan daha radikal bir duruş sergilemişti. 1965 yılında Onat Kutlar’ın öncülüğünde kurulan Türk Sinematek Derneği’nden ayrılan devrimci/sosyalist genç sinemacılar, 1968 yılında Genç Sinema hareketi adıyla anılan bir oluşum başlatırlar, aynı adla bir de dergi yayınlanmaya başlarlar.
Sinematek içinde yer alıp etkinliklere katılan, dünya sinemasının önemli filmlerini izleyen sinemayla ilgili gençler, edinebildikleri kameralarla kısa filmler çekmeye başlarlar. Çektikleri filmleri gösterebilme isteği Robert Koleji Sinema Kulübü’nün düzenlediği Hisar Kısa Film Yarışması’nın oluşmasını sağlar.
Genç Sinema’cılar Onat Kutlar’ın
da desteğiyle Sinematek’te toplantılar yapar, sinema anlayışlarını, “Sinemaya yeni bir estetik getirmek ve ideolojik dönüşümü sağlamak için ne yapılabilir?”i tartışırlar.
1968 Baharı’nın sol/devrimci rüzgârı içinde de yer alan bu gençler farklı bir sinemanın adımlarını atabilmek için örgütlenmeye karar verirler ve bir bildiri yayınlayarak Genç Sinema adını verdikleri bir dergi yayınlamaya başlarlar. Dergi adının altında “Devrimci Sinema Dergisi” yazısı yer alır. Dergide Onat Kutlar, Ece Ayhan, Jak Şalom, Üstün Barışta ve Artun Yeres’in kaleme aldığı Genç Sinema Hareketi’nin sinema anlayışını oluşturan bildiri yayınlanır.
Dünyayı ve sinemayı dönüştürme isteklerini bildirileriyle açıklayan, bağımsız ve özgür sinema yapabilme isteğiyle yola çıkan Genç Sinemacılar, sokağı sinemaya yansıtabilmek için ellerinde bulabildikleri kameralarla sokağa çıkarlar. Hareketin içinde yer alan Ahmet Soner, “Dünya sinemasında biliyorduk tabii, belgeselciler sokakları, devrimleri filme alıyorlardı. O günlerde Türkiye’de devrimci dalganın yükseldiği günlerdi; bizim inancımız da oydu, sanki Türkiye devrimini filme alıyorduk kademe kademe,” cümleleriyle aktarıyordu o günlerdeki duygularını, ruh hallerini.
Yaşananlara tanıklık etmek, belgelemek isteyen Genç Sinemacılar kameralarıyla toprak işgallerini, grevleri, boykotları, sokak hareketlerini belgelemeye çalışırlar.
Her toplumsal hareket kendi yöntemlerini, ‘sürdürücülerini’, sanatçılarını, sanatını yaratarak oluşturuyordu dönüşümleri.
Günlerdir Gezi Parkı’nda dayanışmada, Taksim’de, İstanbul’un sokaklarında direnişte olan senaristi, yönetmeni, oyuncusu, belgesel sinemacısıyla sinemacılar isyanın sanatçısı oldular, tanıklık yaptılar, hayatı belgelediler. Belki de şimdi sıra isyanın-direnişin-dayanışmanın sinemasını yapmakta. İsyan fitilini ateşleyen kırmızı elbiseli genç kadının fotoğrafı, yeterince yol gösterici değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder