(14
Eylül 2013)
Devletin gri
zihniyetine karşı, hayatı gök kuşağına çeviren demokrasi güçlerinin boyama
eylemleri de Eylül’e denk geldi. Merdivenleri, sokakları, meydanları devletin
grisinden arındırıp renklerin kardeşliğini/direnişini isyana ekleyenler bu
karanlık günlerde umudu çoğaltıyorlar. Bu satırları yazdığım sırada Hatay’dan
ne yazık ki acı bir haber daha geliyordu, gecenin ilerlemiş saatlerinde. AKP
devletinin zulmüne, karanlığına direnen, isyanı büyütmek için sokağa
çıkanlardan 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın ölüm haberi bütün bu renklerin içinde
devletin karanlığına öfkeyi körüklüyordu; yılgınlığı değil. Eylül, bir kez daha
tedavisi, telafisi olanaksız acılar yaşatıyordu bize. 33 yıldır kesintisiz
Eylül günlerindeyiz. Toplumu/devleti yeniden yapılandırmak, toplumsal
muhalefeti bastırmak, ezmek, ülkeyi yönetemez duruma düşen egemenler için
‘yönetilir bir toplum’ yaratmak için gerçekleştirdikleri kanlı askeri faşist
darbe de 1980 yılının 12 Eylül’ünde yapılmıştı. 12 Eylül faşizmi bugün AKP
iktidarıyla sürüyor.
Faşist
darbenin lideri Kenan Evren sonraki yıllarda M. Ali Birand’ın hazırladığı 12
Eylül Belgeseli’de o günler için şunları söyleyebiliyordu: “Sıkıyönetim
komutanları cezaevi durumuna getirdi bütün kışlaları. Ne yapsınlar. O kadar çok
ki tutuklanan, binlerle. Selimiye Kışlası cezaevi oldu İstanbul’da, en çok da
orada tabii. Hemen cezaevi yapımına başladık, modern cezaevi yapımına başladık,
süratle. Diyarbakır cezaevini hemen, bir an önce yetiştirin dedik, o yapıldı.”
Bugün devleti yöneten “muktedirden” de benzer cümleleri duymak, benzer
uygulamaları görmek şaşırtıcı değil. Ne de olsa “devlette devamlılık esastır.”
12 Eylül darbesiyle bütün sol yapılanmalar, kitle örgütleri yasadışı örgüt
muamelesi görür, büyük bir insan avı başlar. Gözaltına alınanlardan aylarca
haber alınamaz. Tanklarla, askerlerle kuşatılan mahallelerde evler basılır,
didik didik aranır, şüpheli saydıkları evlerden yaşına bakılmaksızın insanlar
ceza ve tutukevine dönmüş askeri birliklere götürülür. Bu iktidar döneminde,
referandumdan bu yana özellikle Gezi isyanıyla başlayan süreçte çok mu farklı
yaşananlar?
6-7 EYLÜL
1955
Türkiye, 1952 yılında NATO’ya tam üye olarak kabul edildi. Aynı yıl
NATO’nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp amacıyla oluşturulan,
daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. 6
Eylül 1955 günü önce radyodan, gecesinde de gazetelerden Selanik’te Atatürk’ün
evine bomba atıldığı haberlerinin duyulmasıyla, ağırlıklı olarak Rumları hedef
alan, azınlıklara yönelik saldırılar başladı. Şişli’de başlayan ilk saldırının
ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule ve Beyoğlu’na geçerek,
gayri-müslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte, önce Rumların, ardından
da Ermeniler, Yahudiler ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına
saldırarak yağmalamaya koyuldu. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda, aralarında
kilise ve havraların da bulunduğu 5 binden fazla taşınmaz tahrip edildi,
İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verildi,
milyonlarca liralık mal sokaklara saçılıp yağmalandı. 6-7 Eylül olayları,
tarihe ve kayıtlara sonraki yıllarda yaşanan birçok katliamın, kışkırtmanın,
cinayetin, acının başlangıcı ve habercisi ilk kontrgerilla eylemi olarak geçti.
Bu ülkenin yurttaşlarının, bir topluluğun büyük acılar yaşamasına, yaşadıkları,
hatıralar biriktirdikleri topraklardan, sevdiklerinden kopmasına sebep olan bu
büyük ve önemli olay, sinemaya ancak 2009 yılında yansıyabilir.
Bu tür ‘milli
mesele’lerde ırkçı, milliyetçi hamaset filmleri üreten Yeşilçam, 6-7 Eylül’de
yaşananları görmezden gelir. Ve Yılmaz Güney Ve Erkan Yücel Biri sinemanın
dehası, büyük ismi, diğeri tiyatronun. Yolları birçok kez kesişir; ikisi de
bulundukları her alanda hem sanatı, hem hayatı dönüştürmek için ağır bedeller
ödeyerek büyük mücadeleler verir. İkisinin de ölüm tarihi bir yıl arayla 9
Eylül’dür. 1970 tarihi ve Umut filmi sonrası sinemanın akışını değiştirmiştir
Yılmaz Güney. Sinema Yılmaz Güney’e göre şekillenmeye başlar; Yılmaz Güney’den
önce ve Yılmaz Güney’den sonra diye anılır. Yılmaz Güney’in Umut filmi
Sinematek’te gösterildiğinde, aralarında Ö. Lütfi Akad’ın da olduğu kalabalık
bir sinemacı topluluğunca ayakta alkışlanır, “İşte sinema bu,” denir. Yılmaz
Güney kendi coğrafyasının gerçekliğine, beslendiği kültüre yabancılaşmadan
‘yeni sinema’nın yolunu açar çektiği filmlerle. Bu yeni sinema, yaratılacak yeni yapım/dağıtım/gösterim’ imkânlarıyla bağımsız sinemanın da inşasını
sağlayacaktır.
Yılmaz Güney bu çıkışı kafasında şekillendirir, yol haritasını
belirlemek, adım atmak için girişimlerde de bulunur, fakat onun günleri
hapishanelerde geçiyordur. Riskleri, hapishaneleri, hatta ölümü göze alan bir
duruşu vardır ve bu duruş onu Yılmaz Güney yapmıştır. Yılmaz Güney çok yönlü
sinemacılarımızdandı. Sinema dışında edebiyatçıydı aynı zamanda. Çok genç yaşta
öyküler kaleme alarak başlamıştı edebiyatla ilişkisi. Sonraki yıllarında da
şiirler, romanlar yazdı, hatıra kitapları yayınlandı. Sinema alanında da çok
yönlü bir Yılmaz Güney vardır karşımızda: senarist, oyuncu, yönetmen, yapımcı
olarak. Yılmaz Güney Endişe filmini çekecektir, Şerif Gören’in asistanlık yapacağı
filmin senaryo çalışması için Ali Özgentürk’ü önceden bölgeye gönderir. Filmin
çekimlerinin başladığı günlerde Adana’nın Yumurtalık ilçesinde çıkan bir
tartışmada hâkim Sefa Mutlu’yu öldürdüğü gerekçesiyle (13 Eylül 1973)
tutuklanır. Filmi Şerif Gören çeker. Yılmaz Güney’in oyuncu olarak
görüntülendiği, kamyon üstündeki sahneleri filmin başında yer alır. Yılmaz
Güney’in tutuklanıp hapse girmesinden sonra Cevher rolünü Erkan Yücel oynar.
Erkan Yücel Endişe filmindeki unutulmaz oyunculuğuyla San Remo Film
Festivali’nde ve Antalya Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü alır.
Türkiye sinemasını dünyaya tanıtan, kendi kuşağını olduğu kadar, kendinden
sonraki kuşakları da etkileyen Yılmaz Güney, daha yapacak filmleri varken ve
hep ülkesine dönmenin düşünü kurarken, 9 Eylül 1984’te ülkesinden uzakta,
Paris’te aramızdan ayrılır. Lorca’nın “Kanlı Düğün”ünden uyarlanan “Sevda” adlı
filmin çekimleri için gittiği Kuşadası’nda, geçirdikleri trafik kazasında
hayatını kaybeder Erkan Yücel. Ölüm tarihi 9 Eylül olarak geçer kayıtlara.
Kanlı Eylül bir başka yüzünü daha göstermiştir bizlere o gün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder