22 Haziran
2014
Yeşilçam
“Türk Sineması”ydı; hep öyle adlandırıldı, anıldı. İlk dönemlerinde “yerli
sinema” diye de tanımlandı uzunca bir süre. Filmler yerli film (Türk
filmi)-yabancı film (ecnebi filmi) diye tanımlanırdı.
“Türk
sineması” olmasına, Türk filmi üretmesine karşın başlangıcında oyuncularının
önemli kısmı azınlıklardan oluşuyordu. Cumhuriyet öncesi döneminde Müslüman
Türk kadınlarının filmlerde oynaması yasaktı. Bu nedenle ilk dönem Türk
filmlerinde Ermeni, Rum, Beyaz Rus gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın
oyuncular rol alır. 1916 yılında çekilen Himmet Ağa’nın İzdivacı filminde
oynayan Rozali Benliyan ve Lusi Avuşyak, Sedat Simavi’nin çektiği “Pençe”(1917)
filminde oynayan Eliza Binemeciyan bu oyuncuların ilklerindendir. Onları
Matmazel Blanche (Binnaz, 1919), Lydia Ley (Koruyan Ölü, 1917), Madam Kalitea,
Bayzar Fasülyeciyan (Mürebbiye, 1919), Madam Sarmatova, Anna Mariyeviç, Helena
Antinova (Boğaziçi Esrarı, 1922) gibi isimler izler. Yine 1922 yılında Muhsin
Ertuğrul’un yönettiği “İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk” filminin başrolünde Anna
Mariyeviç oynar. Aynı filmde oynayan diğer kadın oyuncular da gayrimüslim
azınlık oyuncularıdır. Roza Felekyan, Liane Console, Aznif Mınakyan, Siranuş
Aleksenyan’dır bu oyuncular.
Cumhuriyet’le
birlikte Müslüman Türk kadınları da filmlerde oynamaya başlarlar. Türk kadın
oyuncuların yer aldığı ilk film Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Ateşten Gömlek”
(1923) filmidir. Bu filmdeki kadın oyuncular Bedia Muvahhit ve Neyyire
Neyir’dir.
Sinemamızın ‘Yeşilçam döneminden’ de tanıdığımız, bildiğimiz çok sevdiğimiz
‘farklı azınlıklardan’ oyuncuları vardı; Ermeni, Rum, Kürt, Arap, Laz, Çerkez…
Çoğu dünya ölçeğinde büyük ve etkili oyunculuklarıyla Türkiyeli oyuncular,
unutulmayan yüzlerdi onlar.,
Yılmaz Güney gibi Kürtlüğünü, Nubar Terziyan gibi Ermeniliğini gizlemeyenler,
dillendirenler kadar, Türkiye Ermenisi olan Kenen Pars’ın kendini Kirkor
Cezveciyan’lığını gizlemek zorunda hissetmesine de tanık olduk. Kenan Pars,
“Kirkor Cezveciyan, sadece kimliğimdeki adım. Kullanmıyorum. Türkiye’de doğan,
Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanını taşıyan, bir Türk gibi yaşayan adama ne
denir? Ben bir Türk’üm” demişti.
AYHAN IŞIYAN,
NUBAR TERZİYAN
“Yıldız’ın
açtığı müsabakada erkeklerden birinciliği kazanan Ayhan Işıyan, İpekçilerin
çevireceği ‘Yavuz Sultan Selim’ filmi ile henüz ismi açıklanmayan diğer bir
filmde başrolleri oynamak üzere
parlak bir kontrat imza etmiştir.”
29 Eylül 1951
yılına ait haftalık sinema dergisi Yıldız’ın, yerli haberler sütununda yer alır
bu satırlar. Birkaç sayfa öncesinde de bu kontratı belgeleyen fotoğraf vardır.
Sonraki yıllarda Yeşilçam’a kral olarak damgasını vuran Ayhan Işık’tır sözü
edilen Ayhan Işıyan. O yıl, Yıldız dergisinin açtığı yarışmada Belgin Doruk’la
birlikte birinci seçilmiştir. Ayhan Işık’ın, Ayhan Işıyan olarak öyküsü 1926
yılının Mayıs ayında, İzmir’de başlar. Yoksul bir çocukluk yaşar. Babasını
kaybettiğinde altı yaşındadır. Aile İstanbul’a göçer. Güzel Sanatlar
Akademisi’nin resim bölümüne de kayıt yaptırır. Akademide okurken de sürdürür
çalışmayı. Artık “Ressam Ayhan Işıyan”dır ve Bab-ı li’de çeşitli dergilerde
ressam olarak çalışıyordur. Çok düzgün bir fiziği vardır. Türkiye yayınevinde
çalışırken, Atlas Film’in sahibi Murat Köseoğlu, Ayhan Işıyan’a artist olmasını
teklif eder. Yine o günlerde tanıdığı Yıldız dergisinin yazı işleri müdürü
Sezai Solelli’nin ısrarı ve teşvikiyle, derginin açtığı yarışmaya katılır ve
birinci seçilir. Ayhan Işıyan yarışmaya katılmayı kabul eder, fakat bir
endişesi vardır; soyadının ermeni kökenli çağrışımı yapması! Ayhan Işık’ın
Ermeni sanılmasından duyulan endişe, oyunculuğa başladığında, ‘Işıyan’ olan
soyadının ‘Işık’ olarak değiştirilmesine neden olur.
Ölümünden
kısa bir süre önce bir televizyon programında izlediğim Yeşilçam’ın sevimli,
iyi kalpli tonton oyuncusu Nubar Terziyan “Benim adım Nubar, hiç kötüyü
oynamadım, seyircimin beni filmlerde kötü adam olarak görmesini, öyle
hatırlamasını istemedim” diyordu.
Nubar
Terziyan, Ayhan Işık’ın ölümü üzerine bir gazeteye, “Oğlum Ayhan, dünya fanidir
ölüm herkese nasip ama sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve
milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana (...) Amcan: Nubar Terziyan.”
yazan bir ilan verir. Bu ilanın yayımlanmasının ardından Ayhan Işık’ın ‘Ermeni’
olarak algılanmasından ‘endişe duyan!’ ailesi ise şöyle bir ilan verir: “Önemli
bir düzeltme. ‘Amcan Nubar Terziyan’ imzasıyla çıkan ilanla sevgili varlığımız
Ayhan Işık’ın hiçbir ilişkisi yoktur. (...) Görülen lüzum üzerine üzüntüyle
duyururuz. Ailesi.”
16 Haziran
Ayhan Işık’ın ölüm, 17 Haziran en çok Hafize Ana olarak belleklerimize kazınan
Adile Naşit’in doğum yıldönümüydü.
ADİLE NAŞİT
Adile
Naşit’in babası komedyen Komik-i Şehir Naşit, annesi de dönemin ünlü kanto
yıldızlarından tiyatro oyuncusu Türkiye Ermenisi Amelya Hanım’dır. Adile Naşit
çok sevdiği oğlu Ahmet’i 16 yaşında yakalandığı bir hastalık nedeniyle
kaybetmişti. İçindeki çocuk özlemi ve acısı hiçbir zaman dinmez. Onun her gece
televizyon ekranından masallarıyla büyüttüğü ‘kuzucukları’ bugün yirmili-otuzlu
yaşlardalar. Filmlerindeki şen kahkahaları ise bugün yaşayan bütün kuşakların
kulaklarında.
Babası Komik
Naşit Bey, bizim yetişemediğimiz yıllarda Direklerarası’nda izleyenleri
yıllarca nasıl güldürdüyse, Adile Naşit de bizi yıllarca filmlerindeki neşeli
karakterleriyle güldürdü, zaman zaman hüzünlendirdi. Adile Naşit’in babası
ömrünü tiyatroya, insanları güldürmeye adamış ünlü Komik Naşit Bey, son
yıllarını yokluklar, yoksulluklar içinde geçirmiştir. Öldüğünde ise yoksulluk
ve birikmiş epeyce borcu kalıyor miras olarak, çocukları Selim Naşit ve Adile
Naşit’e. Bir de tabii ki sanatı…
İrma
Felegyan; bilinen adıyla Toto Karaca. Sanatının yanı sıra Cem Karaca’nın annesi
ve aktör Mehmet Karaca’nın eşi olarak da hatırlanan Ermeni asıllı opera,
tiyatro ve sinema sanatçısı. Mehmet Karaca’yla evliliğinden sonra adını Toto
olarak değiştirir. Müzikli oyunlarda İrma Toto adını kullanırdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder