21 Mart 2020 Cumartesi

MADENCİNİN ÇIĞLIĞI


MADENCİNİN ÇIĞLIĞI VE YER ÜSTÜNDEN NOTLAR 25 Mayıs 2014
Madencinin çığlığı hiç kesilmedi bu ülkede. Maden ocaklarında yaşanan iş cinayetleri, göçükler, patlamalar on yıllardır kapanmayan, hep kanayan bir yara olarak bugün de can yakıyor, can alıyor.
Soma’da yalnızca ülkemizin değil, dünyanın en büyük maden facialarından birini yaşadık. Soma’da yaşanan iş cinayetinin çok ötesindeydi; bir emekçi katliamıydı.  Umutsuz bekleyiş sürerken hayatını kaybeden maden işçilerinin sayısı her saat artıyor, yüzlerce işçi de yerin altında kurtarılmayı bekliyor, öfke ve isyan bütün ülkeye yayılıyordu. AKP iktidarı yine bildiğini okuyor, felaketi örtbas etmek için provokasyon peşinde koşuyor, acılı halkın karşısına devlet terörüyle çıkıyordu. Bu kez bizzat RTE de sahaya inip insanları tokatlıyor, yumrukluyor, korumalarına dövdürüyordu.
MADENCİNİN ÇIĞLIĞI
İktidarın bakanı 301’le 302’yle kapatırız ölü sayısını diyordu, 301’le kapattılar. İhalelerden alıştıkları dil bu. Ama halk kapatmadı çünkü kimse gerçek ölüm sayısının bu olduğuna inanmıyor. Devletin “resmi rakamlarının” güvenilmezliği on yılların tecrübesiyle sabit; Ermeni kıyımında, 6-7 Eylül felaketinde, Dersim, Maraş, Çorum, 1 Mayıs 1977 katliamlarında “kayıtlara” geçen sayılardan. Devletin ve resmi rakamlarının hiçbir inandırıcılığı yok. Yok, çünkü devlet için onlar dosyayı rafa kaldırmak için yalnızca rakam. Oysa o rakamların her biri bir can ve o canların, kayıp canların acısını en iyi yakınları bilir. Devlet unutsa da, yok saysa da onlar yıllarca ararlar. Hafızalara kaydedilir canlar, gerçek sayılar.

“Hiç bir kömür ısıtmayacak, babaları madende ölmüş çocukların yüreğini” yazıyordu katliamı protesto edenlerin ellerindeki pankartlarda. Soma’da gün kömür karasıydı, her gün kömür kokan kent ölüm kokuyordu günlerdir. Bütün bir kent, toprağın altı, toprağın üstü ceset dolu, insan ölüsü doluydu.
Maden katliamında yaşamını yitiren işçilerden birinin avucunda bulunan kâğıtta “Oğlum, hakkını helal et” yazıyordu. Küçücük çocuklar babalarını, kadınlar, eşlerini oğullarını gömüyorlardı. Ölümü de, ne yaşandığını da anlayamayan küçücük bir kız çocuğu yazdığı şiiri okuyordu babasının mezarı başında. “Emri ben verdim” diyen çocuk katiline göre olağandı bu ölümler, işin fıtratında vardı. Türkiye olağan bir ülke değildi ama işçi ölümleriyle, çocuk ölümleriyle, kadın ölümleriyle, ölüm emri veren yöneticileriyle, destan yazan katil polisleriyle; büyük bir mezarlık; bir katliamlar devletiydi.
Roboski’nin hesabını sormazsan madencinin hesabını soramazsın, madencinin hesabını sormazsan Gezi’nin hesabını soramazsın, Gezi’nin hesabını sormazsan annelerin yüzüne bakamazsın.
Maden ocağındaki faciadan sağ kurtarılarak dışarıya çıkarılan bir madenci kurtulduğuna sevinemiyor, “Mahmut çıktı mı, kurtuldu mu o?” diye arkadaşını soruyordu. Yaralı kurtulan, ambulansa bindirilirken sedyeye yatırılmaya çalışılan kömür karası bir başka madenci de “çizmelerimi çıkarayım mı?” diyor, onu ölüme gönderenlere karşı insanlığı hatırlatıyordu.
Madencinin çığlığı ölünce duyuluyordu ne yazık ki; göçük altında kaldığında, grizu patladığında. Sobaya atılan her kömürde onun emeği, alın teri olduğu ölümünde anımsanıyordu.

Biz ısınabilelim diye o bir torba kömür için bir ömür harcıyor, bir adım sonra karşılaşabileceği ölüme rağmen çocuklarına ekmek çıkarıyordu yerin yedi kat dibinden. Biz ısınırken o üşüyordu maden ocağının dibinde. “Yüz karası değil, Kömür karası/ Böyle kazanılır ekmek parası” demişti Orhan Veli.
YER ÜSTÜNDEN NOTLAR
“Maden ocağının dibinde/ Hava yok ışık yok/ Maden ocağının dibinde/ Besin yok karın yok/ Maden ocağının dibinde/ Oğlun bile yok/ Maden ocağının dibinde/ Bir sen varsın, direnen/ Ayırdılar seni dünyadan/ Aldılar elinden ışığını, havanı, besinini/ Sevdiğin kadını taptığın oğlunu aldılar elinden/ Ayırdılar seni dünyadan.” 70’li yıllarda Cem Karaca ‘fanatiğiydim.’ İstanbul’daki hiçbir konserini kaçırmazdım. Sonra benim gibi birkaç arkadaşım daha oldu. Yeni albümlerini sabırsızlıkla bekler, çıktığı gün alır, haftalarca bıkmadan dinlerdik.
1977 yılıydı, Kartal sahilinde oturuyorduk, Turgay (Kantürk) elinde Cem Karaca’nın Yoksulluk Kader Olamaz albümüyle geldi. Yine günlerce aralıksız dinlemiştik. Albümde yer alan parçalardan biri de Maden Ocağının Dibinde idi. A. Kadir/Asım Tanış’ın sözlerini bestelemişti Cem Karaca.
Şiirler yazıldı, ağıtlar, türküler yakıldı, şarkılar bestelendi madenci için. Maden ocaklarını anlatan filmler yapıldı, belgeseller çekildi. Madenci ekmek parası için yerin altında ‘ölümüne yaşam kavgası’ veriyorken yer üstünde de notlar yazılıyordu onun için.
Halit Refiğ 1962 yılında çektiği Şehirdeki Yabancı filminde, karaelmas kenti Zonguldak’a götürür bizi. Maden mühendisi Aydın, yurt dışındaki eğitimini tamamlamıştır ve doğup büyüdüğü Zonguldak’a döner, maden işletmesinde çalışmaya başlar. Yıllar önce, maden emekçisi babası ve Ağaçlıgillerin villasında hizmetçi olarak çalışan annesi Gülsüm ölünce, bölgenin zengin kişilerinden Selami Bey, “Bu çocuğu ben okutacağım,” demiştir. Genç mühendisi karşılayıp evine götürür Selami Bey. Aralarında geçen konuşma şöyledir:
Selami Bey: Anlat bakalım, İngiltere’de, kömürün nasıl çıkarıldığından başka bir şey öğrendin mi?
Aydın: Öğrendim. Birlikte yaşayan insanların, birlikte mesut olabileceğini, nasıl çalışmaları ve dayanışmaları gerektiğini öğrendim.Selami: Vay vay, ne dediğini anlamıyorum ama herhalde iyi şeyler söylüyorsun . Yavuz Özkan’ın 1978 yılında çektiği ilk politik sinema örneği de sayılan Maden filminden daha önce bu sayfada ‘İsyan, direniş, grev’ başlıklı yazıda söz etmiştik. Film, gerçek mekânlarda gerçek maden işçileriyle çekilir.

Sinan Çetin’in ilk yönetmenlik denemesi olan Bir Günün Hikâyesi de bir madenci ailesinin toplumsal sorunlarını doğa ve törelerin acımasızlığı üzerinden ele alır. Bir maden ocağında çalışan Mustafa, o yöredeki töre gereğince, göçük altında kalıp ölen ağabeyinin dul eşiyle evlenmek zorundadır ama Zeynep’i sevmektedir.
Erden Kıral’ın 2012 yapımı Yük adlı filminde maden ocağı üç karakterin geriye dönüşlerle gelişen hikâyelerinin ortak noktasıdır. Filmde gerçek hayattaki madenci ve yakınları da kadroda yer alıyordu. Yılmaz Erdoğan’ın, Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu’nun Zonguldak’ta geçen gerçek hayat hikâyesini aktardığı Kelebeğin Rüyası’nda, kentin hayatında büyük rol sahibi kömür madenini de yer alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder