18 Mayıs 2014
Cinsiyetinin
belli olduğu, doğduğu anda başlıyor kadının “yazgısı”. Yazgı sözün gelişi.
İnsan marifetiyle belirlenen, kirletilen geleceği diyelim. Hayatı boyunca
taşımak zorunda kalacağı, taşıyamayacağı kadar ağır yük doğduğu anda, içine
doğduğu erkek dünyası tarafından yüklenir kadına. En ağırı da içini/içeriğini
kendilerinin (erkek egemen sistemin) doldurduğu, sınırlarını kendilerinin
belirlediği ve sonradan yine kendi elleriyle “kirletecekleri” namus yükü.
Kirlenmek, kirletmek vb. de erkek dünyasının kavramları. Kadının payına düşen
‘kirletilmişlik’ duygusuyla ağır bedeller ödeyerek, paramparça edilmiş bir ruh
dünyası ve kuşatılmışlıklarla sürdüreceği bir hayat. Oysa kirlenen yalnızca
insanlık. Kız çocuğu, erkek çocuk ya da yetişkin kadın demeden uygulanan cinsel
şiddet, taciz, tecavüz gibi yüz kızartıcı insanlık suçu kadını değil olsa olsa
insanlığı kirletir.
Geçtiğimiz
günlerde arka arkaya birçok kentte birden çok çocuk kayboldu ve ne yazık ki
çoğunun cansız bedenlerine ulaşıldı. Kaçırılan ve öldürülen çocukların cinsel
şiddete, tecavüze uğramış olmaları da yaşanan acının dayanılmazlığını arttıran,
insanı insanlığından utandıran boyutu.
ÇIĞLIK ATTIM
DUYAN VAR MI?
Çocuk kayıpları,
çocuk cinayetleri yaşanırken hükümetin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı
Ayşenur İslam, “Çocuklara çığlık atmasını öğretin” diyordu. Küçük Gizem’in ya
da Mert’in işkence/şiddet görürken, tecavüze uğrarken, öldürülürken çığlık
atmadığını mı sanıyordu? İnsanların telefonlarını dinlemekte tele-kulak olmakta
mahir olan devlet insan çığlıklarını duyabilecek kulaklara sahip miydi?
Pozantı’da duymuş muydu örneğin? Geçtiğimiz günlerde Evrensel’in açığa
çıkardığı İkinci Pozantı vahşetinde yükselen çığlıkları duymuş muydu? Bu
ülkenin her yanından çığlıklar yükseliyor on yıllardır. Evlerden, sokaklardan,
iş yerlerinden, ceza evlerinden, işkencehanelerinden, karakollarından,
okullarından, hastanelerinden; köylerinden, kentlerinden. Duyan var mı?Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı kanun tasarısı taslağında tecavüze
uğrayan çocuğun tecavüzcüsüyle evlenmesi durumunda davanın düşmesi yer
alabiliyor. Çocuk tecavüzcüsüyle evlenirse mesele kapansın diyen devlet
zihniyeti duysa duysa tecavüzcünün çığlığını duyar. Bugüne dek verilen
(verilmeyen) cezalar da bunun göstergesi. Ayrıca önlemin, caydırıcılığın
idamla, ağırlaştırılan cezalarla sağlanamayacağı da açık.
TECAVÜZ
MAĞDURLARI DA TANIKLAR DA KONUŞMALI
Resmi
kayıtlara geçen ‘rakamların’ çokluğu durumun ciddiyetinin anlaşılması açısından
oldukça önemliyken bir o kadar da (belki çok daha fazlası) kayıtlara geçmeyen,
yaşadığı vahşeti gizlemek, susmak zorunda kalan kadın olduğu düşünüldüğünde
suçun, taciz ve tecavüzün ne denli yaygın olduğunu görmek ürkütücü; utandırıcı.Cinsel
taciz ve tecavüze uğrayan kadınların birçoğu toplum ve ailesi tarafından
dışlanmamak için susmayı tercih ediyor ya da susması dayatılıyor. Oysa bu ağır
insanlık suçunda suçluların teşhir edilip, yargılanmasını sağlamak önemli.
Açılacak olan tecavüz davalarının önündeki hukuki engellerin kaldırılması,
yasalarda tecavüzü meşrulaştıran, suçu hafifletici hükümlerin kaldırılması ve
bunun için mücadele edilmesi gerekiyor.
FATMAGÜL’LERİ
YALNIZ BIRAKMAMAK
Film adıyla
söylersek Fatmagül’ün Suçu Ne? Çığlıklarına kulaklarımızı tıkadığımız
Fatmagül’ler, yalnız bırakılmadığında film icabı da, gerçek hayatta da
düşlerini öldürenlerle, geleceğini karartanlarla mücadele edebilir, toplum
önünde de, yargıda da hesap sorabilir. Vedat Türkali’nin senaryosundan çekilen filmi 5-6 kez izlemiştim. Televizyona
dizi film olarak çekildiğinde ve dizinin tanıtımı medyada tecavüz sahnesi
üzerinden yürütüldüğünde (iyi bir dizi izleyicisi olduğum halde) oluşan
önyargım nedeniyle izlememiştim.
Hilal Saral’ın yönettiği, senaryosu Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu tarafından
yazılan dizi Vedat Türkali’nin 1986 yapımı aynı adlı film için yazdığı
senaryoya dayanıyor. Geçtiğimiz günlerde bir çalışma için dizinin ilk birkaç
bölümüne bakmak istedim; bırakamadım. Aralıksız 80 bölüm (80 saati aşan bir
süre) izledim arka arkaya. Sanki film icabı bir öykü izlemiyor, gerçek bir
yaşanmışlığa tanıklık ediyordum. Ruh/duygu dünyam paramparça oldu.
Dizi filmde anlatılanı gerçekte yaşamış bir kadının/birçok kadının olduğunu düşündükçe dağıldım. Ben film icabı bir öyküyü izlerken böylesine dağılıp paramparça olabiliyorsam gerçek Fatmagül’lerin yaşadıklarını düşünmek bile taşınabilir bir yük değildi. Düşünmek bile diyorum, çünkü yaşanmış olan sözle anlatılamaz olmalı. Beren Saat’in, Beren’i değil de Fatmagül’ü görmemizi sağlayan başarılı oyunu sahicilik duygusu veren önemli etkendi.
Yoksul bir kasabalı olan Fatmagül evlilik için çocukluk aşkı, nişanlısı Mustafa’nın kendi elleriyle yaptığı evi bitirmesini beklemektedir. “Yarım akıllı” ağabeyi Rahmi ve onunla mecburen evlenen yengesi Mukaddes’ten başka kimsesi yoktur. Bir de hayalleri vardı yaşamak istediği. Bir sabaha karşı değişir Fatmagül’ün, Mustafa’nın hayatları.
Dört erkeğin tecavüzüne uğrayan ve tecavüzcülerinden biriyle evlenmek zorunda
bırakılan Fatmagül’ün, onunla evlenmek zorunda kalan Kerim’in ve yaşadığı
vahşetten sonra sevdiğinin yanında duramayan Mustafa’nın hikâyesidir anlatılan.
Kerim tecavüzcülerin arkadaşı, olay anında yanlarında olmasına karşın
Fatmagül’e el sürmemiş, suça ortak olmamıştır. Kendini diğerlerine engel
olmadığı için suçlar. Fatmagül Kerim’i tanıdıkça ve tecavüz etmediğini
öğrenince birbirlerine âşık olurlar.
O sabahtan sonra Fatmagül’ün hayatı değişmiştir bir kez; hayalleri, umutları
öldürülmüştür. Zamanla ailesinin ve Kerim’in desteğiyle ‘kirletilmişlik’
duygusundan kurtulsa da hayatını kâbusa çeviren ‘o an’ın ruhsal etkisinden de
toplumsal dışlanmışlıktan da kurtulamaz.
Fatmagül
teslim olmaz, yenilgiyi kabullenmez, direnir, mücadele eder. “Sen çok güçlüsün
Fatmagül, seninle gurur duyuyorum” diyen Kerim’in, ailesinin, mücadelesinde
yalnız bırakmayan kadınların, kadın örgütlerinin desteği önemlidir; kazanırlar.
Filmin sonunda “biz başardık” diyordu Fatmagül. Yalnız bırakmazsak gerçek
Fatmagül’ler de başaracaktır, kazanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder