02 Mart 2014
İktidar,
yolunda, devlet katında beraber yürüyüp, aynı şarkıyı söyleyenler, musluk
akarken beraber ıslanıyorlardı yağan yağmurda. İktidar olan akapeli-cemaatli
devlet koalisyonu, her türden ‘akar musluk romantizmi’ yaşarken ülke
insanlarına da kan kusturuyordu. Bastıkları, el attıkları yerde ot bitmiyordu
Telekulak
bütün ülkeyi sararken “çetelerle”, “terör örgütleriyle” mücadele ediyoruz,
darbecileri yargılayacağız söylemleri bazı çevrelere ‘güzel’ gelmişti. İkinci
12 Eylül, (referandumu) geniş yelpazeli “evet” desteğiyle 12 Eylül faşizminin,
12 Eylül sürdürücülüğünün, devleti (eksik parçaları tamamlayarak) bütün
kurumlarıyla ele geçirmenin yolunu açıyordu.
O süreçte
RTE’de, “evet” desteği veren güçler de bu adımın vesayetten kurtulma,
“özgürleşme değil bir rehin alma adımı olduğunun ayırtına varmamıştı.
Referanduma verilen desteğin hükümete verildiği ve Erdoğan iktidarının
vesayetleri kaldırarak ‘demokratikleşme adımları atacağına inanılıyordu.
“Hayır” diyenlerin ve boykot edenlerin bütün uyarılarına, söylemlerine rağmen…
Referandum
sonrası devleti ele geçirdiğini düşünen, rahatlayan akape devlet partisine
dönüşmüş, RTE de tek güç olduğu yanılsamasına kapılmıştı. Partisindeki tek adam
yönetimini devlet yönetiminde de uygulamaya başlamıştı.
KAÇ ÇOCUK
YAPALIM?
İnsanların
evlerinin içine, yatak odalarına kadar girip kaç çocuk yapacaklarından,
içeceklerine kadar karışmaya, özel hayata müdahale etmeye başlamıştı. 1 Mayıs’a
alan yasaklaması-müdahale, Emek sinemasının yıkılması, Taksim ve Gezi Parkı
projesi tepkiyle, direnişle karşılanmış sonunda büyük Haziran kalkışmasına
dönüşmüştü.
Bu isyan iktidar katındaki, koalisyon ortakları arasındaki büyünün bozulmasının
da başlangıcıydı. Bütün ülkeye yayılan halk isyanı RTE’nin iktidarını sarsmış
“karizmasını çizmiş”, ezberini bozmuştu. Bütün köşeye sıkışmış muktedirler gibi
o da bütün bir halka karşı devlet terörü uyguladı. Yoksul halk çocuklarını
öldürdüler “devlet dersinde.”
İktidara yandaş çevreler o günlerde önce cemaatin yönlendirdiği polisin bu
saldırılarıyla hükümeti zor duruma düşürdüğünü, tepkinin RTE’ye yönelmesine
neden olduğunu dillendirdiler. Sonrasında da yine cemaate bağlı savcıların,
yargının operasyonlarından rahatsızlıkları söylenir oldu.
Zaman, zaman
Ergenekon, Balyoz, KCK gibi operasyonlar sonrası yaşanan uzun tutukluluklardan,
Genelkurmay başkanının, Ahmet Şık’ın, Nedim Şener’in tutuklanmalarından
rahatsızlıklarını dillendiren RTE-hükümet yetkilileri ve iktidar medyası,
sorumlu adres olarak cemaati, cemaate bağlı yargı ve emniyet birimlerini
gösteriyordu.
Tüm bu rahatsızlıklara karşın beraber yürüyorlar, birlikte kirletiyorlardı
hayatı. 12 Eylül referandumunun kazananı olduğunu düşünen RTE ve hükümeti (ve
tabii ki her türden destekçisi) aslında devletin kurumlarını cemaatin ele
geçirdiğini, hükümeti de bu süreçte rehin aldığını perdeliyordu.
Önce Gezi
sürecinde yaşanan devlet terörü “evet desteği verenlerin kopmalarına yol açtı.
Ezberi bozulan, gücünü yitiren RTE hükümeti, zarar verdiğini düşündüğü iktidar
ortağından kurtulmanın ilk adımı olarak, zayıflatabileceğini düşündüğü
dershaneler meselesini gündeme getirdiğinde bunun büyük bir iktidar savaşına,
devlet krizine yol açacağını ön görememişti.
İktidar ortağının iyiden iyiye zayıfladığını, güçten düştüğünü, gören cemaat de
karşı atağa geçerek referandum sonrası rehin aldığı hükümeti tümüyle teslim
almak, etkisizleştirmek, tüm yetkileri kendine bağlı devlet birimlerinde
toplamak için operasyonlarına başladı. MİT kriziyle başlayan, 17 Aralık
operasyonuyla zirveye çıkan operasyonlar zinciri, Cumhuriyet tarihinin en
büyük, en kirli iktidar savaşına, devlet krizine yol açtı.
İktidarları boyunca halka karşı her türlü kötülüğü birlikte yapanlar, artık birbirine düşmüştü. Karşılıklı biriktirdikleri kirli belgeler ortalığa saçılıyordu. Yolsuzluk batağına batmış, halkı soyan, evlerinden milyon dolarlar çıkan kirli iktidar bir yanda, 12 Eylül ürünü cemaat bir yandaydı ve hepsi halka karşıydı.
İktidarları boyunca halka karşı her türlü kötülüğü birlikte yapanlar, artık birbirine düşmüştü. Karşılıklı biriktirdikleri kirli belgeler ortalığa saçılıyordu. Yolsuzluk batağına batmış, halkı soyan, evlerinden milyon dolarlar çıkan kirli iktidar bir yanda, 12 Eylül ürünü cemaat bir yandaydı ve hepsi halka karşıydı.
Önce
referandumda ve değişik zamanlarda destek olanlar kullanıldık, aldatıldık,
yanıldık dedi arka arkaya; sonra RTE aldatıldık, kandırıldık, ne kadar safmışız
dedi. Oysa hepsi gönüllüydü, hepsi halka karşı birlikteydi. Mesele “aptallıkta”
değil duruşta, durmayı seçtikleri yerde, seçimlerindeydi
İktidar/devlet
katında bu kirli güç savaşı sürerken ne yazık ki halk ve en geniş yelpazesiyle
muhalif yapılar, demokrasi güçleri yalnızca biteni izleyen konumunda. İktidar
güçlerinin karşısında gündeme müdahale edebilecek, gündemi belirleyecek bir güç
oluşturulamamaktadır. Haziran ayaklanmasıyla sokağa çıkan toplumsal muhalefetin
sürekliliği de kesintiye uğramış, geri çekilmişti.
Belli
gündemlerle, belli günlerde sokağa çıkılsa da etki gücü zayıftı. Gezi/isyan
günlerinde iktidarıyla muhalefetiyle aktivisti, pasifistiyle herkes görmüştü;
isyan da, direnişte ‘bir sanattı’. Halkıyla, aydınıyla, sanatçısıyla isyan
safında yer alanlar zekâlarıyla, yaratıcılıklarıyla, direnç ve umudu çoğaltan
dayanışmalarıyla sokağın sanatını yaratmışlardı.
15-18 Ağustos 2013 tarihleri arasında Dikili’de gerçekleştirilen 7. Türkiye
Tiyatro buluşmasında söyleşilerin ve atölyelerin ayrı bir yeri ve önemi vardı.
Sanat Sokağı’nda yapılan söyleşilerden birinin başlığı da “Sokağın Sanatını
Yaratmak”tı. İki oturumda yapılan ve benim de katılımcılarından olduğum
söyleşinin 1. oturumuna Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Prof. Dr. Özdemir Nutku,
Haluk Işık, Tuncer Cücenoğlu, Orçun Masatçı katılmıştı konuşmacı olarak.
Konuşmacı olarak yer aldığım 2. oturumun diğer katılımcıları da Üstün Akmen,
Işıl Özgentürk ve Levent Öktem’di.
Bu yazıyı
yazdığım saatlerde birçok kentte binlerce insan “Hırsız Var… Hükümet İstifa”
diyerek sokaklara, alanlara çıkıyordu. RTE ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçen
görüşme kaydı gündemi sarsmış, insanları sokağa dökmüştü. Devletin başında
(akapesiyle cemaatiyle) iktidar mücadelesi veren güçlerin kirli savaşı sürerken
halkla devlet güçlerinin mücadele alanıysa sokaktı. Önümüzde sıcak günler var.
Haziran ayaklanmasında olduğu gibi yeni isyan günleri, yeniden, sokağın,
isyanın, direnişin sanatını yaratma günleri. Devlet katındaki iktidar savaşının
kazananı cemaat de olmayacak, akape hükümeti de. Halkın kazanması tüm muhalif
ve gerçek demokrasi güçlerinin sokağın ve direnişin sanatını yaratmasıyla
sağlanabilir. Çünkü hayat sokakta ve sokak özgürleştirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder