21 Mart 2020 Cumartesi

HAZİRAN’LARDA YAŞAMAK


  08 Haziran 2014
 “Ben bir ozanım,/ mart’lı eylül’lü ülkemde,/ omzumda halkımın sesi,/ yüreğimde yıldızlar,/ şarkılar türküler söylerim.” demişti Onur Şenli, Selda’nın seslendirdiği Ben Bir Papatyayım adlı şiirinde.

Dostoyevski bugünleri görse ‘yer üstünden notlar’ı da yazardı denir. “Orhan Kemal’in güzel anısına” armağan ettiği unutulmaz şiirinde “Haziran’da ölmek zor” diyen Hasan Hüseyin Korkmazgil de bugünleri görse başka ayları da ekler miydi Haziran’a ya da bu ülkede yaşamak, hayatta kalmak zor der miydi? Hasan Hüseyin’i yitirdiğimiz günden bu yana bu ülkede yaşamak, hayatta kalmak ölmekten daha zor artık. Haziran direnişinde yitirdiğimiz kardeşlerimizin yıl dönümünde onlarla birlikte bir kez daha Mayıs, Haziran kayıplarımızı da andık. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya… Darağaçları, Kızıldere, Nurhak… Gezi direnişi, Haziran isyanı şehitleri…
ÖLMEYE VE YAŞAMAYA DAİR
Orhan Kemal
Hasan Hüseyin’in şiirini adadığı, edebiyatımızın büyük ustalarından Orhan Kemal 2 Haziran 1970’te ayrılmıştı aramızdan. Edebiyatımıza kazandırdıkları kadar sinemaya verdiği destek ve katkılarıyla da ayrı bir yeri vardır Orhan Kemal’in.
Anadolu’nun şiir sesi Diyarbakır doğumlu büyük şair Ahmet Arif’i de 2 Haziran’da (1991) kaybetmiştik. Hasretinden prangalar eskiten, şiirlerinde ezilenleri, yoksulları anlatan Ahmet Arif’ten dinlemiştik Anadolu’yu da Adiloş Bebe’nin ninnisini de. Hani kurşun sıksan geçmez gecelerde yazmıştı unutamadığı, terk etmeyen sevdayı.
Yalnız Türkiye’nin değil dünyanın önemli şairlerinden Nazım Hikmet de 3 Haziran 1963’te ayrılmıştı aramızdan.
“Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
-öyle gibi de görünüyor-
Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...” demişti Nazım usta, ‘Vasiyet’ şiirinde. Çok sevdiği ülkesinden uzakta memleketine ve Memed’ine hasret gitti. Hasan Hüseyin’in dediği gibi:
“kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun,
memet, memet!»
“yani bütün işin gücün yaşamak olacak” derken…
“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
“gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!”
DİYET DEĞİL CİNAYET
Mayıs, Haziran boyunca aralıksız her gün iş cinayeti haberleri geliyordu dört bir yandan. 2014 yılının ilk beş ayında toplam 810 işçi yaşamını yitirdiği belirtilen İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin hazırladığı rapora göre, Soma’da 301 işçinin yaşamını yitirdiği faciayla birlikte Mayıs ayında en az 414 işçi yaşamını yitirdi.
Lütfi Ö. Akad’ın Göç Üçlemesi Gelin (1973), Düğün (1973) Diyet (1974) filmlerinden oluşur. Lütfi Akad ustanın üçleme çekme düşüncesiyle arka arkaya çektiği filmlerdir bunlar. Ustanın gözlemlerine dayanır. Akad, bu durumu şöyle anlatır: “Yıllardan beri bir gerçek vardır; kır kesiminden büyük kentlere akınlar oluyor. Yalnız büyük kentlere değil, yurtdışına da akınlar oluyor. (…) On iki yıla yakın Mecidiyeköy’de oturdum. Bu insanlar çevremde oturan insanlardı. Bunların içinden bazıları da bize yardımcı olarak evde çalışmaya gelirlerdi. Gerek bahçede bahçıvan olarak, gerek evde eşime yardımcı olarak gelenler oldu. Müşahede ettiğim ana müşterek vasıfları şu: Hangi sınıftan, hangi kesimden gelirse gelsin Anadolu’dan gelen insanlarımız sıradan insanlar değil. Hepsi çetin ceviz. Mücadeleci ve başarılı insanlar. Gelip de başarısız olan hemen hemen yok. Başarısız olacak olan zaten gelmiyor.
Bir de bir şey var: Son derece efendi, son derece iyi ve geleneksel kültürlerinin bütün iyi vasıflarını taşıyan insanlar. Yalnız gelirken bir ormana geldiklerinin bilinci içinde geliyorlar. Ve bu ormanda yaşamanın kurallarına uyuyorlar. O zaman yırtıcı ve kırıcı oluyorlar. Ama kökenlerinde son derece iyi insanlar.”
Şöyle sürdürür Lütfi Akad konuşmasını: “Bunların hikâyelerini anlatmayı düşündüm. Yani İstanbul’a gelenlerin nasıl tutunmaya gayret ettiklerini… ve bu orman kavgası içinde tutunmak mecburiyetinde olduklarını. Geri de dönemezler. Geri dönmelerinin olanaksızlığını anlatmak istedim. Bunun birçok örneğini gerçek hayatta gördüm. ‘Gelin’de ilk gelenler: taşra eşrafı, küçük sermaye sahibidir. Memlekette bütün varlarını yoklarını satıp burada sermayeleriyle tutunma kavgasına girişiyorlar. İkinci film ‘Düğün’. Bu kez gelenlerin ne sermayesi var ne zenaatleri. Hiçbir şeyleri yok. Çırılçıplak geliyorlar. Altı kardeş, Urfalı. Ve bunlar orada tutunuyorlar. Örneklerini de gözlerimle gördüm. Fakat tutunmak için birbirlerini de yemek zorundalar. Tutunmak için birbirlerinin etini rahatlıkla yiyebiliyorlar.
Üçüncü film ‘Diyet’te de kır kesiminden gelip fabrikada çalışan, gene sermayesiz olarak gelip fabrikada çalışan insanların yavaş yavaş sınıf bilincine ulaşması. Bu bilince ermelerinin hikâyesini anlatmaya çalıştım. (Lütfi Ö. Akad. Âlim Şerif Onaran, Afa, 1990. İkinci Basım Agora Kitaplığı, 2013)
Diyet’te Salim Bey’in babası adına yönettiği fabrikada bir makine işçilerin yaralanıp sakat kalmalarına neden olur, en son Mustafa bu makinede bacaklarından olmuştur. Bilal Usta İstanbul’a yeni gelen Hasan’ı Mustafa’nın yerine aldırır.
Fabrikada sendikalaşma çabası vardır. Bilal Usta sendikaya karşıdır. Hasan’la Hacer evlenir. Sendikalı olanlar, kocası tarafından terk edilen iki çocuklu Hacer’i de yanlarına çekmek isterler. Salim Bey işçileri sendikalı-sendikasız diye ayırır. Hacer sendikalılar arasında, Hasan sendikasızlar arasında yer alır. Hasan, Bilal Usta ile karısının tutumu yüzünden tartışırken kolunu makineye kaptırır ve kolu kopar. Olay yerine gelen Hacer, “alın diyetinizi” diye kocasının kolunu Salim Bey ve İbrahim Usta’ya fırlatır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder