06
Nisan 2014
Ben giderim
adım kalır/ Dostlar beni hatırlasın” demişti halk ozanı Âşık Veysel. Hiç
unutulmadı elbette, dostları da, sevenleri de hep hatırladı büyük ozanı;
türküleri dilden dile dolaştı. Geçtiğimiz günlerde (21 Mart) ölüm yıldönümüydü.
Hararetli, gergin seçim kampanyaları, havada uçuşan tapeler vs. arasında sosyal
paylaşım ağlarında Âşık Veysel’i anan paylaşımlar yapıldı. Aynı günlerde Âşık
Veysel’in hayatı beyaz perdeye taşınıyor” haberi yer aldı gazetelerde. Filmin
adı; Uzun İnce Yol.
Hayat hepimiz
için böyleydi. İlk gençlik yıllarımda Deniz’lere, Mahir’lere, İbrahim’lere
yakılan türküler, ağıtlar dışında en çok Enternasyonal ve Avusturya İşçi Marşı
söylenirdi bulunduğum ortamlarda. “Hayat denilen kavgaya girdik, çelik
adımlarla yürüyoruz.” Yolculuğumuz sürüyor.
Bildiğim en
gergin, çatışmalı yerel seçimi geride bıraktık. Devlet katında iktidarı
paylaşanlar arasında gladyonun yönetimini ele geçirme savaşı olarak da
özetlenecek çatışmanın-devlet krizinin ilk raundunu MİT/Fidan-Akape/Erdoğan
ittifakının kazandığı açık.
Seçim sonucunu iktidar ve medyası ‘zafer’ olarak sundu. Oysa kazanılan bir zafer yok ortada. Sandıkta aklanamayacak büyük suçlar var. Suç ortaklarıyla ‘oy verenlerini’ balkondan selamlayan muktedir, karşısındaki bütün güçleri tehdit etmekten geri durmadı. İnlere gireceğini, saldırganlığını arttırarak sürdüreceğini “müjdeledi.”
Seçim sonucunu iktidar ve medyası ‘zafer’ olarak sundu. Oysa kazanılan bir zafer yok ortada. Sandıkta aklanamayacak büyük suçlar var. Suç ortaklarıyla ‘oy verenlerini’ balkondan selamlayan muktedir, karşısındaki bütün güçleri tehdit etmekten geri durmadı. İnlere gireceğini, saldırganlığını arttırarak sürdüreceğini “müjdeledi.”
Devlet
katında yaşanan iktidar mücadelesinde iki seçenek de halk düşmanıydı fakat ilk
raundun güçleneni artık yönetemeyeceği bir ‘iktidarın’ başında kalmayı
başarmıştı ve savaşı, çatışmayı, kutuplaşmayı, gerilimi sürdüreceğini
söylüyordu. RTE her kesimle içte ve dışta savaşa devam dedi. Hiçbir siyasi
eğilim güvende değil. CHP’liler dâhil bütün partiler, Kürt hareketi, sosyalist
sol, toplumsal muhalefet, cemaat, sivil toplum… Bütün kesimler her an her türlü
saldırıya, operasyona uğrayabilir...
Seçimin
üstünden üç gün geçtiği halde, bu satırları yazdığım sırada bile birçok kentte
şaibeler, usulsüzlükler, tartışmalar gündemden düşmüyordu. Ankara’da,
İstanbul’da, Yalova, Antalya, Urfa, Ağrı gibi kentlerde sonuçlara itirazlar
yapılıyor, oylar yeniden sayılıyordu. CHP ve BDP aleyhine oy hırsızlığı
yapıldığı yakılan, çöpten çıkan oy pusulalarından görülüyordu.
Seçim
sonuçlarında bir kazanandan, zaferden söz edilecekse seçimlerin ‘en kazananı’ BDP’dir.
Batı’da HDP açısından bir başarı olmasa da bir başarısızlıktan, kaybetmekten de
söz edilemez. İstanbul’da MHP’yi de geçerek 3. parti olabilmiştir. Yeni
kurulmuş, daha örgütlenmesini, kendini tanıtmayı tamamlayamadan girdiği
seçimlerde, onca saldırıya, kara propagandaya rağmen Urla dâhil birçok yerde
iyi oy aldığı görülüyor. HDP’nin kısa sürede seçenekler arasına girdiği ortada.
İKİ TÜRKİYE
Bu seçimler
ve seçim sonuçları, bir kez daha İki Türkiye, iki farklı toplum olduğunu
gösterdi. Etnik iki toplum değil kültürel anlamda iki farklı toplum... Olan
biteni anlamayan, evinden bakıp bir anlam veremeyen toplum, kazananı anlamadığı
gibi kendi seçiminin neden “kazanamadığına” da anlam veremiyor ve nihayetinde
küçümsemeyi, horlamayı seçiyor. Bu horlamanın, küçümsemenin anlamaya
çalışmadığı ya da anlayamadığı kesimi ve onların temsilcisi gibi algılanan
Erdoğan’ı iktidara taşıdığı da unutuluyor.
On yıldır çok
konuşuldu Erdoğan ve partisinin devleti ele geçirecek denli güçlü iktidar olma
nedenleri. Eski devlet elitinin toplumla arasındaki uçurum, merkezin çevreyi
küçümsemesi, horlaması v.s. Yeni devlet de aynı temeller üzerinde yükseldi.
Kendisinden olmayanı, kendisine biat etmeyeni, horluyor, küçümsüyor, düşman
sayıyor. Üçüncü bir yol olma seçeneğinin zayıf olduğu, toplumsal muhalefetin
güçsüz olduğu günümüzde iktidar geçici mevziler kazanabiliyor.
Şantaj,
montaj, ihanet, iç ve dış düşmanlar ve onlara karşı verilen mücadele;
mağduriyet edebiyatı bir kez daha tuttu ve oy getirdi fakat yol/yolculuk uzun.
GİDİYORUM
GÜNDÜZ GECE
“Uzun ince
bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece” diyordu Veysel, hayat yolculuğunu
anlatırken. Sarsalım biraz kendimizi. Sıcak odalarımızın rahat koltuklarında
otururken pek de bir rahatız tüm bencilliğimizle. “Oysa yalnızca aptalların
kendini mutlu sandığı bir çağda yaşıyoruz.” demişti yazar Altay Martı.
Birçoğumuz,
yazılar yazıyor, okumalar yapıyoruz. Kişisel tarihimizin kâğıt helva
tatlılığındaki yaşanmışlıklarında düşsel yolculuklara çıkıyoruz, yetmiyor,
kendimize lüks bunalımlar üretiyoruz. Yazmak da, okumak da bir yolculuksa; en
çok başkalarının hayatına benciliz bu yolculuklarımızda. Çünkü yurt olamıyoruz
bizi sevenlere. Üstümüze ağaç devrilirken, başkalarının hayatlarına devrilen
koca koca dağları görmüyoruz.
Dün nasıl yakılan köyler, asit kuyuları, faili malum cinayetler, kayıplar ve
bir coğrafyada yaşanan acılar görülmediyse bugün de iktidarın karşısında
olanların, ‘iç düşmanların’ acıları, kaygıları, korkuları görmezden geliniyor.
Oysa elimize
diken batsa, yaşadığımız coğrafyanın herhangi bir yerinde yüreği kanayan,
insanlar var. Bizlere unutulmaz insanlık dersleri vererek büyük miraslar
bırakan, “bu dost cüceler ülkesinde dev yalnızlığını sırtında taşımaktan”
bıkmayan değerlerimiz var.
Âşık Veysel de dünyanın yükünü bizim yerimize omuzlayıp, şiirsiz, nefessiz, dostsuz kalanlara ışık olurken; kendine yâr olarak kara toprağı seçer.
Âşık Veysel de dünyanın yükünü bizim yerimize omuzlayıp, şiirsiz, nefessiz, dostsuz kalanlara ışık olurken; kendine yâr olarak kara toprağı seçer.
Biz
gösterişli bahçelerden çiçekler toplarken aşklarımıza, o zorlu yaşam
koşullarında çiçek hastalığına yakalandığından dünya zindandır çocuk yaşında. Renklerden
bir tek kırmızıyı anımsar, gözleri görmez olduktan sonra. Çünkü çiçek
hastalığına yakalanmadan önce düşmüştür, eli kanamıştır, kan görmüştür.
İnsana ait ne
kadar duygu varsa Âşık Veysel şiirlerinde de onlar vardır. Hayatın
diyalektiğini, dünyanın değişim yasalarını gönül gözüyle anlar, çözer dile
getirir. Hayatın sırrını bulmuş, bize de fısıldamış gibidir: “Kim okurdu kim yazardı/ Bu
düğümü kim çözerdi/ Koyun kurt ile gezerdi/ Fikir başka başka olmasa.” Bu
insanlık sırrının yer aldığı bu güzelim şiirinde o yalın diliyle aşkın sırrını
da çözmüş gibidir uzun ince yolun Âşık Veysel’i.
Biz de o uzun
ince yolda hayat denilen kavgaya girdik, çelik adımlarla yürüyoruz. Çünkü “Biz,
bu karanlık yolun sonunda, doğacak güneşi görüyoruz.” Âşık Veysel’i de, hayatı
da devrimi de sevmek yetmez, anlamak gerekir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder