21 Mart 2020 Cumartesi

UZUN İNCE BİR YOL


 06 Nisan 2014
Ben giderim adım kalır/ Dostlar beni hatırlasın” demişti halk ozanı Âşık Veysel. Hiç unutulmadı elbette, dostları da, sevenleri de hep hatırladı büyük ozanı; türküleri dilden dile dolaştı. Geçtiğimiz günlerde (21 Mart) ölüm yıldönümüydü. Hararetli, gergin seçim kampanyaları, havada uçuşan tapeler vs. arasında sosyal paylaşım ağlarında Âşık Veysel’i anan paylaşımlar yapıldı. Aynı günlerde Âşık Veysel’in hayatı beyaz perdeye taşınıyor” haberi yer aldı gazetelerde. Filmin adı; Uzun İnce Yol.
Hayat hepimiz için böyleydi. İlk gençlik yıllarımda Deniz’lere, Mahir’lere, İbrahim’lere yakılan türküler, ağıtlar dışında en çok Enternasyonal ve Avusturya İşçi Marşı söylenirdi bulunduğum ortamlarda. “Hayat denilen kavgaya girdik, çelik adımlarla yürüyoruz.” Yolculuğumuz sürüyor.
Bildiğim en gergin, çatışmalı yerel seçimi geride bıraktık. Devlet katında iktidarı paylaşanlar arasında gladyonun yönetimini ele geçirme savaşı olarak da özetlenecek çatışmanın-devlet krizinin ilk raundunu MİT/Fidan-Akape/Erdoğan ittifakının kazandığı açık.
Seçim sonucunu iktidar ve medyası ‘zafer’ olarak sundu. Oysa kazanılan bir zafer yok ortada. Sandıkta aklanamayacak büyük suçlar var. Suç ortaklarıyla ‘oy verenlerini’ balkondan selamlayan muktedir, karşısındaki bütün güçleri tehdit etmekten geri durmadı. İnlere gireceğini, saldırganlığını arttırarak sürdüreceğini “müjdeledi.”
Devlet katında yaşanan iktidar mücadelesinde iki seçenek de halk düşmanıydı fakat ilk raundun güçleneni artık yönetemeyeceği bir ‘iktidarın’ başında kalmayı başarmıştı ve savaşı, çatışmayı, kutuplaşmayı, gerilimi sürdüreceğini söylüyordu. RTE her kesimle içte ve dışta savaşa devam dedi. Hiçbir siyasi eğilim güvende değil. CHP’liler dâhil bütün partiler, Kürt hareketi, sosyalist sol, toplumsal muhalefet, cemaat, sivil toplum… Bütün kesimler her an her türlü saldırıya, operasyona uğrayabilir...
Seçimin üstünden üç gün geçtiği halde, bu satırları yazdığım sırada bile birçok kentte şaibeler, usulsüzlükler, tartışmalar gündemden düşmüyordu. Ankara’da, İstanbul’da, Yalova, Antalya, Urfa, Ağrı gibi kentlerde sonuçlara itirazlar yapılıyor, oylar yeniden sayılıyordu. CHP ve BDP aleyhine oy hırsızlığı yapıldığı yakılan, çöpten çıkan oy pusulalarından görülüyordu.
Seçim sonuçlarında bir kazanandan, zaferden söz edilecekse seçimlerin ‘en kazananı’ BDP’dir. Batı’da HDP açısından bir başarı olmasa da bir başarısızlıktan, kaybetmekten de söz edilemez. İstanbul’da MHP’yi de geçerek 3. parti olabilmiştir. Yeni kurulmuş, daha örgütlenmesini, kendini tanıtmayı tamamlayamadan girdiği seçimlerde, onca saldırıya, kara propagandaya rağmen Urla dâhil birçok yerde iyi oy aldığı görülüyor. HDP’nin kısa sürede seçenekler arasına girdiği ortada.

İKİ TÜRKİYE
Bu seçimler ve seçim sonuçları, bir kez daha İki Türkiye, iki farklı toplum olduğunu gösterdi. Etnik iki toplum değil kültürel anlamda iki farklı toplum... Olan biteni anlamayan, evinden bakıp bir anlam veremeyen toplum, kazananı anlamadığı gibi kendi seçiminin neden “kazanamadığına” da anlam veremiyor ve nihayetinde küçümsemeyi, horlamayı seçiyor. Bu horlamanın, küçümsemenin anlamaya çalışmadığı ya da anlayamadığı kesimi ve onların temsilcisi gibi algılanan Erdoğan’ı iktidara taşıdığı da unutuluyor.
On yıldır çok konuşuldu Erdoğan ve partisinin devleti ele geçirecek denli güçlü iktidar olma nedenleri. Eski devlet elitinin toplumla arasındaki uçurum, merkezin çevreyi küçümsemesi, horlaması v.s. Yeni devlet de aynı temeller üzerinde yükseldi. Kendisinden olmayanı, kendisine biat etmeyeni, horluyor, küçümsüyor, düşman sayıyor. Üçüncü bir yol olma seçeneğinin zayıf olduğu, toplumsal muhalefetin güçsüz olduğu günümüzde iktidar geçici mevziler kazanabiliyor.
Şantaj, montaj, ihanet, iç ve dış düşmanlar ve onlara karşı verilen mücadele; mağduriyet edebiyatı bir kez daha tuttu ve oy getirdi fakat yol/yolculuk uzun.
GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE

“Uzun ince bir yoldayım/ Gidiyorum gündüz gece” diyordu Veysel, hayat yolculuğunu anlatırken. Sarsalım biraz kendimizi. Sıcak odalarımızın rahat koltuklarında otururken pek de bir rahatız tüm bencilliğimizle. “Oysa yalnızca aptalların kendini mutlu sandığı bir çağda yaşıyoruz.” demişti yazar Altay Martı.
Birçoğumuz, yazılar yazıyor, okumalar yapıyoruz. Kişisel tarihimizin kâğıt helva tatlılığındaki yaşanmışlıklarında düşsel yolculuklara çıkıyoruz, yetmiyor, kendimize lüks bunalımlar üretiyoruz. Yazmak da, okumak da bir yolculuksa; en çok başkalarının hayatına benciliz bu yolculuklarımızda. Çünkü yurt olamıyoruz bizi sevenlere. Üstümüze ağaç devrilirken, başkalarının hayatlarına devrilen koca koca dağları görmüyoruz.
Dün nasıl yakılan köyler, asit kuyuları, faili malum cinayetler, kayıplar ve bir coğrafyada yaşanan acılar görülmediyse bugün de iktidarın karşısında olanların, ‘iç düşmanların’ acıları, kaygıları, korkuları görmezden geliniyor.
Oysa elimize diken batsa, yaşadığımız coğrafyanın herhangi bir yerinde yüreği kanayan, insanlar var. Bizlere unutulmaz insanlık dersleri vererek büyük miraslar bırakan, “bu dost cüceler ülkesinde dev yalnızlığını sırtında taşımaktan” bıkmayan değerlerimiz var.
Âşık Veysel de dünyanın yükünü bizim yerimize omuzlayıp, şiirsiz, nefessiz, dostsuz kalanlara ışık olurken; kendine yâr olarak kara toprağı seçer.
Biz gösterişli bahçelerden çiçekler toplarken aşklarımıza, o zorlu yaşam koşullarında çiçek hastalığına yakalandığından dünya zindandır çocuk yaşında. Renklerden bir tek kırmızıyı anımsar, gözleri görmez olduktan sonra. Çünkü çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştür, eli kanamıştır, kan görmüştür.
İnsana ait ne kadar duygu varsa Âşık Veysel şiirlerinde de onlar vardır. Hayatın diyalektiğini, dünyanın değişim yasalarını gönül gözüyle anlar, çözer dile getirir. Hayatın sırrını bulmuş, bize de fısıldamış gibidir: “Kim okurdu kim yazardı/ Bu düğümü kim çözerdi/ Koyun kurt ile gezerdi/ Fikir başka başka olmasa.” Bu insanlık sırrının yer aldığı bu güzelim şiirinde o yalın diliyle aşkın sırrını da çözmüş gibidir uzun ince yolun Âşık Veysel’i.
Biz de o uzun ince yolda hayat denilen kavgaya girdik, çelik adımlarla yürüyoruz. Çünkü “Biz, bu karanlık yolun sonunda, doğacak güneşi görüyoruz.” Âşık Veysel’i de, hayatı da devrimi de sevmek yetmez, anlamak gerekir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder