30 Mart 2014
Bedri Rahmi Eyüboğlu İstanbul Destanı şiirinde
"İstanbul deyince aklıma martı gelir/ Yarısı gümüş, yarısı köpük/ Yarısı
balık yarısı kuş/ İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/ Bir varmış, bir
yokmuş" demişti. Can Yücel de "bana bir varmış de/ bir varmış, bir
yokmuş deme/ içime dokunuyor" diyordu.
Geçtiğimiz hafta Evrensel'de Edebiyatımızın iki önemli
ismi değerli Adnan Özyalçıner ve Sennur Sezer'in Yok Olan İstanbul yazı
dizisinin başlayacağını duyuran anonsu gördüğümde, girişte alıntıladığım
şiirleri/dizeleri anımsadım. Bir de Yeşilçam filmlerinde bir belgesel gibi
izlediğimiz fondaki İstanbul'u ve Sadri Alışık'lı, Ayla Algan'lı Ah Güzel
İstanbul filmini.
Çocukluğumun İstanbul'unu anımsadım, bir de bugününü düşündüm; içime dokundu. Hayatın henüz böylesine kirletilmediği, mahalle kültürünün, komşuluğun, mahalle arkadaşlığının olduğu yıllardı. İnsanlar tıpkı filmlerin hayal kahramanları gibi 'fakir ama onurlu'ydular. Birçoğumuz için artık ne semtimiz, doğup büyüdüğümüz, anılar biriktirdiğimiz sokaklar, mahalleler vardı ne de eski İstanbul. Kentsel dönüşüm adı altında yeni yıkımlar, yeni yok edişler de sürüyordu bir yandan.
Sinemamızın önemli filmlerinden olan Gurbet
Kuşları'nda usta yönetmen Halit Refiğ, yeni bir yaşama kavuşma hayalleriyle
başlayan köyden kente göç sorununu ilk kez kapsamlı bir biçimde sinemaya
aktarır. Kentin merkezi, göçle oluşan yeni gecekondu mahalleleriyle çevreye
doğru yayılır yıllar içinde. Kentin yeni konukları tutunabilmek için hızlı ve
acımasız bir yaşam mücadelesine girişir. Büyük kentte tutunabilmek, başka
işlerde doyuramadıkları karınlarını doyurmak, bakmakla yükümlü oldukları
evlerine ekmek parası götürebilmektir bütün amaçları.
Hayat, düş bahçesi sinemalarda beyazperdeye yansıyan
görüntülerle paralel yürüyor, yaşamdaki tüm değişimler izlediğimiz filmlere
yansıyordu fakat köklü değişimlerin, büyük altüst oluşların yaşanacağı 70'li
yıllara gelirken Yeşilçam filmlerinde anlatılan öykülerin bizim de başıma
geleceğinden habersizdik, dahası hayal bile edemiyorduk henüz.
Yeni bir dünya düşüyle, kentin zenginliklerinden pay almak amacıyla kente göçen kır yoksulları, oluşan 'kent içi köylerde' kent yoksullarını oluşturduklarında dönüşümün rantçıları son sığınaklarını, evlerini almak için dikilir karşılarına.
Yeni bir dünya düşüyle, kentin zenginliklerinden pay almak amacıyla kente göçen kır yoksulları, oluşan 'kent içi köylerde' kent yoksullarını oluşturduklarında dönüşümün rantçıları son sığınaklarını, evlerini almak için dikilir karşılarına.
Örneğin, filmde mahalleye bir gün 'zengin beyaz adam'
gelir; müteahhittir ve yeni yapacağı apartmanlar için evleri, arsaları satın
almak istiyordur. Mahalleli başta dirense de ya parayla ya da korkutularak
'ikna' edilir. Önce, arsasını, evini ilk satanlar göç etmeye başlar, sonra dozerler
gelir, o güzelim evler yerle bir edilir. Ne mahalle, ne mahalleli ne komşuluk
ilişkileri kalır geride; ne de mahalle arkadaşlıkları ve yaşanmışlıklar.
Yalnızca evler değildir yıkılan, tüm değerler ve anılar da dozerlerin altında
yerle bir olur. Sonraki sahnelerde yıkılan o evlerin yerinde kocaman beton
yığınlarını, apartmanları görürüz.
Film icabı sandığımız bu yıkım ve temelsiz, plansız dönüşüm gerçek hayatta da acımasızlığını göstermekte gecikmez. Sonrasını bizler yaşayarak gördük. Mahallelere müteahhit, arazi mafyası ya da kooperatif adı altında rantçı, üçkağıtçı çekirge sürüleri üşüşür. Çiçeklerin, meyve ağaçlarının olduğu bahçe içindeki evlerin yer aldığı arsalar, mahalleler önce beton yığını apartmanlarla sonra gökdelenlerle doldurulur. Ne yeşil alan kalır, ne çocukların oyun oynayacakları alanlar ne de komşuluk ilişkileri. İnsan çekilir hayattan.
Film icabı sandığımız bu yıkım ve temelsiz, plansız dönüşüm gerçek hayatta da acımasızlığını göstermekte gecikmez. Sonrasını bizler yaşayarak gördük. Mahallelere müteahhit, arazi mafyası ya da kooperatif adı altında rantçı, üçkağıtçı çekirge sürüleri üşüşür. Çiçeklerin, meyve ağaçlarının olduğu bahçe içindeki evlerin yer aldığı arsalar, mahalleler önce beton yığını apartmanlarla sonra gökdelenlerle doldurulur. Ne yeşil alan kalır, ne çocukların oyun oynayacakları alanlar ne de komşuluk ilişkileri. İnsan çekilir hayattan.
Başka pek çok örnekte olduğu gibi senaryosunu Vedat
Türkali'nin yazdığı, Ertem Göreç'in yönettiği 1961 yapımı Otobüs Yolcuları
filminde de kentteki dönüşümün ilk adımları anlatılır.
BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ
Atıf Yılmaz'ın yönettiği Ah Güzel İstanbul filminde
Haşmet Bey suretinde dev gibi bir Sadri Alışık ve artık anılarımızda düşsel bir
güzellik olarak kalan İstanbul yansır beyazperdeye. Ayşe suretinde, genç ve
başarılı oyuncu Ayla Algan vardır şöhret olmak için çabalayan. Biri tüm
servetini yitirmiş, düşmüş eski İstanbul beyefendisi Haşmet İbriktâroğlu,
diğeri de artist olma düşleriyle İzmir'deki gecekondularından kaçıp İstanbul'a
gelen Ayşe Goncagül'dür.
Zengin ve köklü aileden gelen İstanbul beyefendisi
Haşmet İbriktaroğlu, seyyar fotoğrafçılık yapmaktadır. Dedesinin dedesi Osmanlı
sarayında ibrikçi başı, dedesi paşa, babası da zengin bir hovarda ve tüccardır.
Haşmet Bey de, Beylerbeyi'nde bir yalıda dünyaya gelir. Bir yaşındayken annesi
yakışıklı bir zabitle kaçar, babası da içkide iki hanı bir koca köşkü kaybeder.
Servetin kalan kısmını da Haşmet Bey batırır. Kendi başına buyruk olabilmek
için seyyar fotoğrafçılık yapmaktadır. İki üç kuruş için hürriyetini satmak
istemez. Paralar suyunu çekince varlıklı dostları da arayıp sormaz olur.
İnsancıldır, kalenderdir Haşmet Bey. Çorbasını da rakısını da "Sabah
Çorbacı Gece Meyhaneci" tabelası olan Rıfkı'nın yerinde içer. Körüklü
fotoğraf makinesiyle 'İstanbul Hatırası' yazan bezin önünde fotoğrafını
çekerken tanır Ayşe'yi Haşmet Bey. İbriktaroğlu ailesinin çözülmesi, yok oluşu
kentin, İstanbul'un çözülmesini, yok oluşunu da simgeler.
Film, yaşanan yeni dönüşümler üzerinden, geleneksel
değerler ve modern değerler çatışması ekseninde kurar dramatik yapısını.
Medeniyet sözcüğü olumsuz dönüşümü, kirlenmeyi ve yenidünyayı simgeler biçimde
kullanılır. Filmin en etkili konuşmasını Ayşe'nin artist olma hayallerindeki
ısrarcılığına karşı Haşmet Bey, kulübeyi ısıtmak için çalı çırpı toplamaya
çıktığında kendi kendineyken yapar: "Zavallı çocuk, cahil kafacığını çürük
ümitlerle doldurmuşlar. Eee naparsın, aşağılık mecmualar, kötü filmler, pis
efsaneler… Ben şimdi sana hakikati nasıl anlatacağım. Ahh ihtiyar medeniyet,
çocuklarına sağlam, yepyeni bir dünya kurmaktan bunca aciz misin? Bizi yabancı
diyarlardan getirttiğin süslü yalanlarla mı besleyeceksin?"
Haşmet Bey filmin bir sahnesinde iç çekerek şunları
söyler: "Aaah, güzel İstanbul! Nasıl da bozulmamış o bin yıllık
güzelliğin. Ey, canım Boğaziçi! Bir zamanlar dedelerimiz de içlenmiş bu
güzelliğinin karşısında." Haşmet Bey, bir vapur beklerken boğazın sisli
manzarasına bakarak 'içinden mırıldanır' bunları.
İki değerli ustanın kaleminden Yok Olan İstanbul'u
okurken "İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/ Bir varmış, bir
yokmuş" dizesini anımsadım, Can Yücel'in sesi kulaklarımda: "bana bir
varmış de/ bir varmış, bir yokmuş deme/ içime dokunuyor."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder