18 Mart 2020 Çarşamba

YEŞİLÇAM’DAN YENİ SİNEMA’YA


1996 yılı birçok bakımdan bir dönüm noktası oluşturur sinemamızda. 1990’lar ve 2000’li yıllar ‘başka bir sinema’ya dönüşümün yaşandığı yıllardır. Sinemanın gençleştiği, teknik imkânların yükseldiği, hem gişeyi yakalayan popüler ve ticari sinemanın hem de ‘sanat filmleri’nin, özgün arayışların olduğu, önemli dönüşümleri içeren bir süreçtir bu.
Öncelikle bu tarihten itibaren, (öncesinde yaşanan on yıllık sürecin sonucu) Yeşilçam geleneğinden ve farklı temalara yönelmesiyle ayrıksı dursa da Yeşilçam içinden doğan sinema anlayışından bir kopuş yaşanır.
Auteur sinemacıların kendi kimliklerini, kendi bakışlarını ve bireysel özelliklerini filmlerine yansıttıkları, biçem ve temalar arasındaki tutarlılığın öne çıktığı filmler büyük bir cesaretle, riskleri göze alarak gerçekleştirilmeye başlanır. Filmin her şeyden önce bir sanat eseri olduğu ve bu yüzden de bir yaratıcısı bulunduğu, bunun da yönetmen olduğu düşüncesinin benimsendiği, tartışıldığı bu süreçte, “her eline kamera alan film çekmesin”, “yaşanan bir film enflasyonudur” türünden olumsuz eleştiriler olsa da birçok genç yönetmen ilk filmini gerçekleştirir. Bu yönetmenlerin çoğu arka arkaya yeni ürünler vermekte gecikmez.
YENİ DÖNEM
Post-Yeşilçam/Yeni Dönem Türk Sineması ya da farklı adlarla tanımlanabilecek yeni süreci 1996 yılından başlatabiliriz. 1980-1990 yılları arasında yaşanan bunalımlı dönemin atlatılmaya çalışıldığı 1990’lı yılların ilk yarısında gerçekleştirilen iyi filmler ya da Amerikan filmlerinin etkisindeki seyirciyi salonlarda yerli filme de yönlendirebilme kaygısındaki filmler seyirciyle sınırlı da olsa ilişki kurabilmeyi başarır. Salonları işgal eden Amerikan filmlerine rağmen ‘iş yapan’ filmler, sinemacıları umutlandırır.
Öncesinde de gişe yapan filmler olmasına karşın, 1993 yılında Şerif Gören’in yönettiği Amerikalı filmi önemli bir seyirci patlaması oluşturur, sinemacıların uzun süredir hasretini çektiği seyirciyi salonlara çekmeyi başarır. Bu bir umut oluştursa da, önemli sayıdaki seyircinin yerli filmler için salonları doldurup kalıcılığını sağlamak, buna paralel olarak da film sayısında yaşanacak artış, yeni arayışlar ve niteliksel dönüşümlerin başlangıcı için birkaç yıl daha beklemek gerekecektir. 1995 yılında Mustafa Altıoklar’ın yönettiği "İstanbul Kanatlarımın Altında" filmi de önemli bir gişe başarısı yakalar.
1996 yılındaysa hem popüler, ticari sinema hem de yönetmen sineması açısından önemli gelişmelere yol açabilecek, bir dönüşümü sağlayacak başlangıçlar yaşanır. 1980 sonrasının rekor sayılan ilk büyük gişe patlaması, Yavuz Turgul’un 1996 yılında yönettiği Eşkıya filmiyle gerçekleşir. Seyircisiz yıllarda Muhsin Bey ve Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni gibi önemli filmler yapsa da Eşkıya’yla gişede de büyük ve beklenmedik bir başarı elde eder Yavuz Turgul. Filmi 2,5 milyonun üzerinde seyirci izler. Yeşilçam sonrasında milyon seyirciden söz etmek o tarihe kadar hayaldir. Film yıllardır salonlarda yerli filmlere uzak duran seyirciyi salonlara çekmeyi başarır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder