18 Mart 2020 Çarşamba

DARBE, BELLEK VE SİNEMA

O günlerden net hatırladığım iki olay vardı. Biri Deniz’lerin asıldığı gün babaannem ve annemin ağlamaları (annemin yıllarca Deniz Gezmiş adı geçtiğinde gözleri dolmuştur), diğeri de Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in Maltepe’de bir evde kuşatıldıklarında yaşıma ve bacak kadar boyuma aldırmadan Maltepe’ye gidip kalabalığın arasında olan biteni izlememdi. Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir sığındıkları evde, evin kızı Sibel Erkan’ı alıkoyarak teslim olmamak için direniyordu. Ev kuşatılmıştı ve 1971’in Mayıs sonunda başlayan olay 1 Haziran’da Hüseyin Cevahir’in öldürülmesi, Mahir Çayan’ın da yaralı ele geçirilmesiyle son bulmuştu.
BAŞKA BİR DÜNYA
Dev gibi düşleri olan gençleri seviyor, açtıkları yoldan yürüyor, dev gibi düşler ve düşlediğimiz başka bir dünya için kök salacak çınarlar büyütüyorduk içimizde. 12 Mart darbesinin ardından gelişen yeniden yapılanma ve saflaşma içinde çocukluk yıllarımda dev gibi gençler sandığım, yaşım ilerledikçe onların dev gibi yürekleri ve düşleri olduğunu düşündüğüm gençlerin, devrimcilerin, ‘başka bir dünya’ düşünün safında yer almıştım.
Henüz düşlerimizin, umutlarımızın üzerinden tank paletleri geçmemişti. Yükselen değerlerimiz, erdemlerimiz farklıydı. Sahici düşlerimiz vardı. İlk gençliğimiz öncüllerimizin 68’lilerin öykülerini dinlemekle, o dönemin edebiyatını okumakla geçmişti.
12 Eylül sonrasında artık bizim kuşağın öyküleri, yaşanmışlıkları konuşuluyor, ‘şarkılar-türküler bizi söylüyordu’. 12 Eylül Filmleri’nde, romanlarda anlatılan bizim öykümüzdü fakat eksik bir şeyler vardı.
12 Eylül 1980 sabahı başlayan askeri darbenin yaşandığı süreç, siyasal ve toplumsal açıdan sancılı geçen ve etkileri günümüze dek uzanan bir dönem olmuştur. Bu süreç 11 Eylül’de karar verilip 12 Eylül’de uygulamaya sokulmuş anlık bir karar-uygulama değildir. Ölümlerle, katliamlarla örülen bilinçli, planlı bir hazırlığın son halkası olarak hazırlanmış ve 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulmuştur. Hayatı tüm alanlarıyla dönüştürmek, yeniden yapılandırmak için gerçekleştirilen darbenin amacına ulaştığını, gerçekleştirenler açısından başarılı bir darbe olduğunu 32 yıldır yaşanan sürece baktığımızda görebiliyoruz.
UNUTTURMAK HATIRLATMAK
Toplumun bütün kurumları ‘sıkı’ bir denetimle kontrol altına alınır darbeli yıllarda; en başta da kitle iletişim araçları medya, sinema ve tiyatrolar. Psikolojik savaş aygıtlarının gelişmesi, medyanın yaygınlaşıp egemenler adına toplumu kuşatması yeni yükselen değerlerin sunumunu ve toplumsal belleğin yok edilmesi sürecini hızlandırır. Toplumsal hayatın kılcal damarlarına dek yayılan ve etkisi günümüze dek uzanan büyük “dönüşüm” etkisini medyada olduğu gibi sanat alanında da gösterir.
İktidarın, egemen olanın unutturma/uyutma dayatmasına karşın muhalif olan hatırlatmayı/belleği koyarak sürdürür mücadelesini. Genel olarak muhalif sanat, özelde de muhalif/politik sinema belleği koruyan, tazeleyen, yeniden oluşumunu sağlayan alanlar olarak var olur. Yaşanmış olanın, tarihin sunumu önemlidir ve egemen ya da muhalif konuma göre şekillenir; egemen olana ya da muhalif olana hizmet eder. Dayatılanın, sunulanın değil de yaşanmışlığın, gerçekliğin izini süren sanat, toplumsal belleğin oluşmasında, toplumsal bilincin dönüşmesinde önemlidir. Ana akım sinema toplumsal bilinci egemen ideolojinin çıkarlarına uygun biçimlendirirken muhalif olan belleğin silinmesine karşı durarak toplumsal bilincin-belleğin geleceğe aktarılmasını sağlar.
Sinema toplumsal belleği var etmenin, güçlendirmenin, yaşanan ânı geleceğe aktarmanın en önemli sanatsal araçlarından biridir. Filmler anlattıkları ya da çekildikleri dönemleri içermesi nedeniyle, diğer iletişim ve kültür araçlarıyla birlikte toplumsal belleğin deposu işlevi görür. Darbenin, baskının, yasakların, sansürün etkisiyle bir süre film yapamayan, sessiz kalan Yeşilçam bir süre sonra yeniden film üretmeye başlar fakat sanatın bütün alanları gibi sinema da bu koşullarda üretiliyor, yaşananlardan payına düşeni alıyordur. 12 Eylül’le yüzleşmek, hesaplaşmak sinemanın gündeminde olan fakat hep sonraki yıllara ertelenen bir durum olarak yer alır.
12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan süreç, yaşananlar 1986 yılından itibaren, sinemada karşılığını bulur.  Sonrasında 12 Eylül Filmleri olarak tanımlanan filmler, çekilmeye, arka arkaya gösterime girmeye başlar.
12 Eylül darbesiyle başlayan 1980’li yıllar (ve sonrası da) belleklerin silindiği, dönüştürüldüğü süreç olarak geçer tarihe. Unutma, yok sayma, sonraki tarihlere erteleme eğilimi sinemaya başlangıçta geri çekilme, içine kapanma olarak yansıyıp uzun süreli bir suskunluk yaşansa da bu sıkıntılı süreçte 12 Eylül darbesinin yarattığı ‘yeni durum’u ilk dillendiren, perdeye yansıtan Sen Türkülerini Söyle (1986) filmiyle Şerif Gören olur. Zeki Ökten’in Ses (1986) ve Zeki Alasya’nın Dikenli Yol (1986) filmlerinin eklenmesiyle 12 Eylül Filmleri tanımlaması yapılır. Sonraki yıllarda çekilen başka filmler de bu sınıflandırmanın içine yerleştirilir.
Bir sonraki yazının konusu da 12 Eylül filmleri olsun…


YENİ DÜNYA DÜZENİNE UYUM
DARBECİ cuntanın iktidarda olduğu, baskının, yasağın, devlet şiddetinin ağır yaşandığı ilk yıllarında toplumun tüm dinamik kesimleri gibi sinema ve sinemacılar da susmuş, susturulmuştu. Devlet, tüm kurumlarıyla yeni dünya düzenine uygun yapılandırılıp dönüştürülürken, toplum mühendisleri marifetiyle toplumsal hayat da geri dönüşümsüz tasarımlarda yapılandırılıyordu. 12 Eylül sabahı başlatılan süreçte, baskının, devlet şiddetinin en ağırı, zulmün, işkencenin en yaşanmamışı yaşatılıyordu. Özgürlükler her alanda kısıtlanırken çöle döndürülen hayatta serap yanılsamaları yaratılıyor, bireyi-toplumu teslim almak üzere direnmelerini sağlayan değerlere karşılık ‘özlem’ duydukları dünya nimetleri sunulurken özenme ve tüketim arzusu kışkırtılıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder