Hepimizin kalbinde yatan aslandır sinema. Yaşımız kaç olursa olsun, beyazperdede izlediğimiz filmlerin etkisiyle hülyalara dalar, sinemanın bize sunduğu büyülü dünyasında yolculuğa çıkarız.
Çocukluktan
gençliğe geçiş yıllarımda birçok işte çalışmama karşın, en çok sinemalarda
çalışan yaşıtlarıma imrenirdim. Çünkü benim gidemediğim, izleyemediğim filmleri
onlar hiç kaçırmıyorlardı. Yine de gittiğimiz sinemalarda ‘alaska frigo’ ve
gazoz satan o çocuklar kadar iyi tanırdım sinema oyuncularını.
Ahmet
Uluçay’ın yaşam öyküsünü düşündüğümde o günlerimi anımsıyorum. 1950’li, 60’lı
yıllarda köyleri, kasabaları gezen seyyar sinemacıları dinlemiştim önceki
kuşaklardan. Köy meydanında ya da okul salonunda gösterirlermiş filmleri. Yaşam
öyküsünden Ahmet Uluçay’ın da sinemayı böyle bir seyyar sinemacı sayesinde
tanıdığını öğreniyoruz. Ahmet Uluçay bir tutkuya dönüşen sinema düşünü hayata
geçirmek için çok beklemez. Her ‘düşbaz’ gibi biraz delidir sonuçta. Onun
deliliği dâhiliğindendir. ‘Köyün delisi’ diye bellenen kimseler bilge
kişilerdir çoğu zaman. Bilge ve dahi sinemacı Ahmet Uluçay da köyün delisi
gözüyle bakılabilecek düşünü gerçekleştirme işine koyulur. Dâhiliği yaşamı
boyunca hepimizin tanık olduğu zekâsı ve yaratıcılığındandır; “deliliği” ise
“düşbaz”lığından. 12 yaşında arkadaşı İsmail Mutlu ile üç yıllık bir uğraşın
sonunda yaptıkları sinema makinesiyle bir ahırda köylülere film göstermeye
başlarlar. Sinema çöplüklerinden film toplayıp, kareleri birbirine ekler, bir
kaç saniyelik görüntüler elde ederek; köyün bir ahırında dağları, deniz ve
ormanı seyrederler. Ailesinin “sinema zengin çocuklarının işidir” demesi de
tutkusunu yok edemez.
Arkadaşlarıyla
“Tepecik Köyü Arkadaş Sinema Grubunu” oluşturup çok kötü bir kamerayla işe
koyulurlar ve ilk filmi “Optik Düşler”i 1992 yılında çeker.
Ahmet Uluçay’ın kısa filmlerini, belgesellerini 2005 yılında Akbank Kısa Film Festivali, Özel Bölüm’de izleme olanağı bulmuştum. Yaşam öyküsünde yer alan “İlk kez 1994 yılında 6. Ankara Uluslararası Film Festivaline katılarak Optik Düşler ve Koltuk Değneklerinden Kanat Yapmak isimli filmleriyle tanındı. Ahmet Uluçay 11 filmiyle 22 ödül kazandı” cümleleri kısa yaşamına ne çok düş sığdırdığının belgesidir. Bir söyleşisinde “Dünyanın en güzel filmlerini ben çekiyorum. Buna inanıyorum ve dünyanın en güzel filmlerini yine ben çekeceğim” demişti. Karpuz kabuğundan gemiler yaptı, düşlerini yüzdürdü; bize de dünyanın en iyi filmlerinden birini bıraktı miras olarak.
KARPUZ
KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK
Karpuz
Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmin kahramanlarından biri olan Karpuzcu Kemal’in,
“olmayacak şeylere umut bağlamak” anlamında kullandığı ve kendi uydurduğu bir
deyimdir.
Filmin
Öyküsü: Recep ve Mehmet yazları, köylerinin yakınındaki yaz mevsiminde
yakınlardaki Tavşanlı kasabasında çıraklık yapmakta olan iki köylü çocuğudur.
Recep bir karpuz satıcısının, Mehmet ise bir berberin yanında çıraklık
yapmaktadır. Her ikisi de sinemaya delicesine tutkundur. Bu tutkunun bir sonucu
olarak geceleri köydeki evlerinin terk edilmiş ahırında bir yandan derme-çatma
bir film projeksiyon makinesi yapmaya çalışırken, diğer yandan da hayatlarını
tümden değiştirecek olan rejisörlük hayalleri kurmaktadırlar. Köyün delisi Deli
Ömer de çocukların bu sinema sevdasının tek tanığı ve destekçisidir.
Onların bu
konudaki uğraşlarını kimse ciddiye almaz: Ne kasabadaki fotoğrafçı, ne
aileleri, ne de kasabadaki sinema salonunun sahibi… Fakir köylü çocuklarıdır
onlar ve böyle şeylerle vakit geçirmeyerek vakitlerini daha faydalı uğraşlar
için harcamalıdırlar.
Recep bir
gün, kasabada oturan ve ineklerine yedirmek için ham karpuzları toplamaya gelen
Nezihe adlı iki kız çocuğu olan dul bir kadın ile tanışır. Nezihe’ye her gün
kelek çıkan karpuzları toplayıp kendisine getirmek üzere söz verir. Bu sevimli
çocuktan hoşlanan Nezihe, Recep’in bu iyiliği karşısında onu sık sık çay içmek
veya kahvaltı etmek için evine davet etmeye başlar. Recep bu gelip gitmeler sırasında
Nezihe’nin büyük kızı olan ve yaşça da kendisinden büyük olan Nihal’e ilgi
duymaya başlar ve onun ilgisini çekebilmek için türlü uğraşlar verir. Nihal ise
başlangıçtan beri bu yabancı ve köylü oğlan çocuğun eve girip çıkmasından bile
rahatsız olmakta ona elinden geldiğince ters davranmaktadır. Küçük kız Güler
ise ablasının aksine Recep’e ilgi duymakta ancak o da bu ilgisine karşılık
bulamamaktadır. Önceleri karşılıksız olan bu aşklar, tam anlamıyla gelişmeye
fırsat bulamadan Nezihe ve kızlarının aniden kasabadan taşınmasıyla sona erer.
Bu sırada zaten işlerini de kaybetmiş olan iki kafadarın ellerinde artık sadece
uyduruk projeksiyon makinelerinde hareketli görüntü elde edebilmek ümidi
kalmıştır.
Sinema
projeksiyon makinesi konusundaki denemeleri sonunda başarıya ulaşsa da iş ve
aşk konularındaki şanssızlıkları bu konuda da yakalarını bırakmaz. Deli Ömer
bir kızgınlık anında zorlukla çalıştırmayı başardıkları projeksiyon makinesini
parçalar.
Sonunda,
Recep ve Mehmet’in hayatlarında iz bırakarak geçen bir yaz mevsimi sona ermiş
ve kahramanlarımız her şeyi kaybetseler de hiçbir zaman kaybetmeyecekleri
sinemasal hayalleri ile baş başa kalmışlardır.Film “Optik Düşler”in uzun metraj
olarak tasarlanmasıyla oluşur. ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ Uluçay’ın
yaşam öyküsüne dayanıyor.
“Entelektüel olmaya çalışmıyorum. Sinema yaparken bildiklerimi de unutuyorum” diyordu Ahmet Uluçay. Entelektüel olma beyhude çabası biz ölümlülere özgüydü sonuçta. O, yaradılıştan zeki ve büyük düşleri olan, naif bir sinemacıydı; naif olduğu kadar büyük yaratıcılara özgü bir bilgeliğin sinemamızdaki karşılığıydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder