Duruşma
kapılarındaki Kemal Kerinçsizlerin, Yasin Hayallerin parmak sallamaları,
tehditleri, milliyetçilikte liderliği Bahçeli’ye kaptırmamakla övünen yeni
Türkçü parti liderinin ‘Hepimiz Hrant’ız’ diye yürüyenlere, “hepiniz
ahmaksınız” diye bağırması, seçimleri her zaman düşmanlıktan, imhadan yana
olanların ruh halini yansıtıyordu. Devlet gibi, devletçi kesimler de düşmansız
yapamaz. Her dönem iç-dış düşmanlar ‘yaratarak’ kendi varoluş ve devamlılık
paranoyasını topluma da dayatırlar.
Türk-İslam sentezcisi ideolojik seçimini tüm topluma da dayatan devlet, sindire sindire benimsenmesini sağlar. Bu ‘benimseme’ sanatımıza-sanatçımıza da yansır. Örneğin Yeşilçam döneminde yapılan Çanakkale ya da Kıbrıs filmlerine baktığımızda ‘genlerimize işleyen’ bu milliyetçilik ve hamaset dilinin egemen olduğunu görürüz.
Son aylarda
yaşananlarla, sanat-sanatçı ve barış da konuşulan, konuşulması gerekenler
arasında yerini alıyordu. 60’lı, 70’li yıllar aydınların, sanatçıların savaşa
ve işgallere karşı barıştan yana olduğu yıllardı. Yurtta ve dünyada barışın
savunulması amacıyla 1977 yılında kurulan, 12 Eylül 1980’den sonra kapatılan ve
üyelerinin, destekçilerinin yargılandığı Barış Derneği’nde çok sayıda sanatçı,
aydın, siyaset ve bilim insanı yer almıştı. Yargılananlar arasında Aziz Nesin,
Sadun Aren, Jülide Gülizar, Rutkay Aziz, Tarık Akan, Turgut Kazan gibi isimler
vardı. 60’lı, 70’li yılların sanatına da bu barış isteği egemendi.
12 Eylül 1980 darbesi sonrasında tüm toplum yeniden yapılandırılıyorken saflar ve seçimler de yeniden biçimleniyordu.
Barış, toplumsal barışı sağlamak iddiasıyla devleti ele geçirenlerin yarattığı darbe günlerinden bu yana, bu ülkede eksik olan, daha doğrusu olmayan huzurun, insanca yaşamın adıydı. Karda, kışta, yağmurda, yaz sıcağında 408 haftadır kaybedilen yakınlarını arayan annelerin acısına derman olunmazken, yaşanan çatışma ortamında gözyaşlarıyla çoğalıyordu acılı anneler.
YENİ BİR
HEYECAN
Barış yeniden
konuşulmaya başlandığında, savaştan, gözyaşından beslenen kesimlerin dışında
toplumda yeni bir heyecan yarattı. Toplumun sağduyulu kesimlerinden barışa
destek açıklamaları geldi.
Geçtiğimiz
günlerde haber “Kadir İnanır’dan toplumsal barış mesajı” başlığıyla yansıdı
medyaya. Kadir İnanır, Türkiye’de başlatılan barış sürecini değerlendirken
“sanatçıların barış sürecinin öncüleri olması gerekiyor. Bir ülkenin
siyasetçileri, sanayici ve işadamları bu ülkenin yönetiminde büyük görevler
alabilirler ama en etkileyici ve kalıcı görevleri o ülkenin sanatçıları yapar”
dedi.
Bir başka
haber de “Türk sinemasının ‘Sultanı’ndan barış sürecine destek” başlığıyla
veriliyordu. Türkan Şoray, ‘Sinemam ve Ben’ isimli kitabının imza gününde
düzenlediği basın toplantısında, ‘Barış süreci’ hakkında ne düşündüğü
şeklindeki soruyu “Sağduyu, sabır, hoşgörü ile bunu başarabileceğimize
inanıyorum. Artık duyguların tahammülü kalmadı, barış olsun istiyoruz.
Ülkemizde herkes kardeşçe yaşasın, birbirini kucaklasın istiyoruz. Ben bunun
olacağına inanıyorum. Ülkemiz insanları böyle mutlu yaşamaya layık insanlar”
diye yanıtladı.
Bu iki önemli
sinemacının açıklamaları, toplumun barışa olan özlemini, desteğini dile
getiriyordu. Bu isimlere farklı zamanlarda barış isteğini dile getiren bildiğimiz,
tanıdığımız birçok sinemacının adını da ekleyebiliriz. Sinemacılar duygu ve
özlemlerini böyle dile getirirken, ‘Sinema bu alanda neler yaptı?’ diye
baktığımızda tüm eksiklerine, ‘zaaflarına’ karşın barış için filmler de
üretildiği söylenebilir. ‘Işıklar Sönmesin’, ‘Yazı Tura, ‘Güneşe Yolculuk’,
‘Hiçbiryerde’, ‘Gitmek: Benim Marlon And Brandom’, ‘Gelecek Uzun Sürer’i bu
alanda çekilen politik filmler olarak sayabiliriz.
Sinemanın bu
alanda eksikli ve ürkek durduğunu söylemek de yanlış olmaz. 6-7 Eylül gibi bu
ülkenin yurttaşlarının, bir topluluğun büyük acılar yaşamasına, hatıralar
biriktirdikleri topraklardan, sevdiklerinden kopmasına sebep olan bu büyük ve
önemli olay, sinemaya ancak 2009 yılında yansıyabilir.
Kanlı Pazar,
1 Mayıs 1977, Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas Katliamları, 16 Mart, Bahçelievler
katliamı gibi önemli toplumsal olaylara uzak durulmuştur yıllarca.
Kadir İnanır,
“En etkileyici ve kalıcı görevleri o ülkenin sanatçıları yapar” diyordu
toplumsal barışın sağlanmasında sanatçılara düşen göreve dikkat çekerken. Evet,
barış için bir film de sen çek; ister kamera arkasında, ister önünde ya da her
yerde en önde.
NEFRET
DİLİNİN SANATÇIYA YANSIMASI
SAVAŞTAN,
kandan, gözyaşından beslenen ırkçı-milliyetçi Türkçülük, “ulusalcılık” cephesinden
milliyetçi duyguları kışkırtan yeni Türkçülük ve devletin belli kanatları,
barış arayışlarının gündeme gelmesiyle savaş çığlıklarını yükseltmekte, her
koldan saldırıya geçmekte gecikmedi. Kürt siyasal hareketine yönelik gibi
göstermeye çabaladıkları saldırıları Ortadoğu coğrafyasında farklı sınırlar
içine yayılan bütün bir Kürt halkına yöneliyordu. Barış isteğine karşılık eski
devletin imha yöntemlerine övgüler yağdıran bu kesimlerin, savaş çığırtkanlığı
ve ‘ulusal nefreti’ Paris’te vahşice katledilen üç kadın siyasetçinin ölüm
haberlerine bile nefret dili olarak yansıyordu.
Acı olan bu
nefret söyleminin, savaş çığırtkanlığının kimi zaman bu ülkenin küçük
aydınlarının, sanatçılarının dili olarak da karşımıza çıkıyor olması.
Irkçı-milliyetçi duruşların yansıması olan hamaset dili, kendisi gibi
düşünmeyenleri, bir halka uygulanan zulme karşı olduğunu söyleyenleri, barıştan
söz edenleri “vatan haini” ilan etmekte sakınca görmez. Devletin gözdağı,
sindirme hamleleri, yarattığı korku ortamları, dün de bugün de seçimini
devletten yana yapanların başvurduğu, vatan açısından değil ama insani açıdan
hep böyle haince yöntemler, söylemler oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder