18 Mart 2020 Çarşamba

GÜZ SANCILARI


TOPLUMSAL DÖNÜŞÜMLER VE YAŞANAN GÜZ SANCILARI

Geçtiğimiz günlerde CHP’li vekil Hüseyin Aygün’ün twitter mesajında, Dido Sotiruyu’nun Benden Selam Söyle Anadolu’ya adlı romanıyla ilgili “Ege’de Rumlara yapılan etnik temizliği anlatıyor” yazmasıyla başlayan tartışma sürerken, Birgül Ayman Güler’in “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit değildir” şeklindeki sözleri, milliyetçilik-ulusalcılık-ırkçılık tartışmasını alevlendirdi.Eski devlet partisiyle yeni devletin partisi karşı karşıya gelmiş görünse de “tek dil, tek bayrak, tek millet zemininde aynı yerde durdukları biliniyordu. Siyaseten faydacılık yapan, iktidarın “ezeli ve ebedi” tek adamı, “usta”, rakibinin acemiliklerinden yararlanıyordu. Milliyetçilerin “ulusalcılar”ın, utangaç ulusalcıların, bu tartışmalar üzerine yazıp söyledikleri ayrı bir yazı konusu olabilir fakat yeni devletin tek adamının ip-idam tartışmalarındaki, ‘milli hassasiyetini dillendirirken ya sev ya terk et’e varan söylemleri, barış derken bomba yağdırması, ümmetçilikle perdelenen milliyetçiliği, kindar dindarlığı bilinen gerçekti.
NEFRET SÖYLEMİ
Bu tartışmaların sürdüğü günlerde nefret söylemine karşı duranların, halkların eşitliğini, barışı, huzuru savunanların gözü kulağı Samatya’da Ermeni kökenli insanlara yönelik saldırılardaydı. Yaşlı Ermeni kadınlara fiziksel saldırılar yapılıyor, gasp olayları yaşanıyordu. Bunun Ermenilere yönelik kapsamlı ve organize bir saldırıya dönüşmesinden korkuluyordu. Geçmiş yıllarda Müslüman ya da Türk olmayanlara yönelik yaşanan saldırılarda telafisi olanaksız acılar yaşanmıştı.
1950 seçimlerinde iktidara gelen Adnan Menderes başkanlığındaki Demokrat Parti döneminde, etkisi bugünlere dek uzanan köklü dönüşümlerin ilk adımları atılıyor, ülke sonu belirsiz bir karanlığa sürükleniyordu. 1951 yılında Menderes hükümeti Türkiye’nin Kore Savaşı’nda Birleşmiş Milletler gücüne Türk Tugayı’yla katılmasına karar vererek tartışılan bir karara imza atar. Bu karar Türkiye’nin soğuk savaşta Batı Bloğu tarafında yer aldığını göstermek için başvurduğu siyasal bir manevradır. Bunun sonucunda Türkiye, 1952 yılında NATO’ya tam üye olarak kabul edilir. Aynı yıl NATO’nun isteği üzerine komünizme karşı gayri-nizamı harp amacıyla oluşturulan, daha sonra Özel Harp Dairesi adını alan Seferberlik Tetkik Kurulu kurulur.
6 Eylül 1955 günü önce radyodan, gecesinde de gazetelerden Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberlerinin duyulmasıyla, ağırlıklı olarak Rumları hedef alan, azınlıklara yönelik saldırılar başlar.
Şişli’de başlayan ilk saldırının ardından büyüyen kalabalık Kumkapı, Samatya, Yedikule ve Beyoğlu’na geçerek, gayrimüslimlerin toplu olarak yaşadığı birçok semtte, önce Rumların, ardından da Ermeniler, Yahudiler ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına saldırarak yağmalamaya koyulur. 7 Eylül sabahına kadar süren saldırılarda, aralarında kilise ve havraların da bulunduğu 5 binden fazla taşınmaz tahrip edilir, İstanbul’da bulunan 73 Rum Ortodoks kilisesinin tamamı ateşe verilir, milyonlarca liralık mal sokaklara saçılıp yağmalanır. Türk basınına göre 11 kişi, bazı Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürülür, resmi rakamlara göre 30, gayri resmi rakamlara göre 300 kişi yaralanır.


ÖZEL HARP İŞİ
6-7 Eylül 1955 olayları, Rumların büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına sebep olur; kendilerini güvende hissetmedikleri için, yurtdışına göç etmeye karar verirler. 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı sırada Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, (daha sonra söylediklerini kabul etmese de) gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci verir: “6-7 Eylül bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”

6-7 Eylül olayları, tarihe ve kayıtlara sonraki yıllarda yaşanan birçok katliamın, kışkırtmanın, cinayetin, acının başlangıcı ve habercisi ilk kontrgerilla eylemi olarak geçer.


Yaşananlar, sonrasında yaşanan birçok olayı, 12 Eylül’e giden süreci, 12 Eylül’ü ve bugün yaşananları doğru anlayabilmek için önemlidir; sonrasında yaşanacak olanların habercisi ve başlangıcıdır. O tarihten günümüze kontrgerillanın, derin ve karanlık güçlerin provokasyonları, katliamları süregelir.
Yeşilçam, 6-7 Eylül’de yaşananları görmezden gelir. Bu büyük ve önemli olay, sinemaya ancak 2009 yılında yansıyabilir. TRT kökenli sinemacı (yapımcı-yönetmen) Tomris Giritlioğlu, 2009 yılında Yılmaz Karakoyunlu’nun (aynı adlı kitabından) yazdığı senaryoyu filme alır. Filmin adı Güz Sancısı’dır, anlatılan 6-7 Eylül 1955 yılında yaşananlardır.


KÜRT VE ERMENİ DÜŞMANLIĞI
Devletin, kontrgerilla uzantılarının sosyalist solu “kökü dışarıda şer odakları” diye suçlayıp kendilerini milliyetçi, yurtsever vb. göstermesi yarım asırdan fazla sürdü. Sosyalist sol 80’lerden bu yana da çok kutuplu saldırılarla karşı karşıya ve bu saldırılardan ezilen halklar da payını alıyordu. 12 Eylül ve Özal’lı yıllardan günümüze kadar, geçmişte sosyalist saflarda yer alan, sonrasında kendisine sunulan nimetlere hayır diyemeyip sistemin saflarına geçen, kendilerini ‘liberal sol’ olarak tanımlayan, bugün de yeni devletin saflarında yer alan kesimin saldırıları, liberal sağ ile aynı yerden/birlikte psikolojik savaş yöntemiyle sürüyor.
Kendini ulusalcı-yurtsever (örneğin Aydınlık’ta yazan, Ulusal kanalda program yapan eski Yeniçağ yazarı milliyetçi Sabahattin Önkibar kendini yurtsever olarak tanımlıyor) diye tanımlayan kesimlerin egemen kanadında Türkçülük ve Kürt, Ermeni düşmanlığı ürkütücü boyutlara ulaşabiliyor. Bu çevrelerin nefret diline, ırkçı-milliyetçi söylemlere karşı duran sosyalist sola karşı sapla samanı karıştıran laf cambazlıklarıyla saldırıları da ‘kökü dışarıda’, ‘ahmaklar’ benzeri tanımlamalarla, nefret diliyle, düzeysiz üsluplarla ve geçmişten aşina olunan “sahte sol” kıvamında sürüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder