Telefon,
televizyon, bilgisayar, internet, CD-DVD göstericiler ‘psikopati’ ve
yalnızlaşma çağının da başlatıcıları olur. Bilgisayarın ve internetin her eve
girmesiyle (günümüzde neredeyse evdeki birey sayısı kadar çoğalmasıyla), bir
dönem önemli ihtiyaç olarak yaygınlaşan telefon ve televizyon kısa sürede
demode olur. Yeni alışkanlıkları kullanıcılarını diğer insanlarla yüz yüze
gelmek, telefonda ses duymak istemez hale getirir. Her türlü ‘iletişim’ için
bir bilgisayar ve internet yeterlidir. Mektubunuzu, mesajınızı internet
üzerinden yazabilir, görüşmelerinizi yapabilirsiniz. Evlere girmeyen gazete,
bilgisayar üzerinden okunur. Bu ‘yeni durum’la masa-bilgisayar başına
kilitlenen birey artık protestosunu da, başsağlığı-cenaze ritüelini de, doğum
günü kutlamasını da internet üzerinden yapabiliyordur.
Bütün
dallarıyla sanat, günümüzde insan kalabilmenin biricik aracı olarak sürdürür
varlığını. Sanat hayattı ve buluşturuyor, birleştiriyordu insanları. Halkların,
insanların kardeşlik bahçesine dönüştürüyordu hayatı. Sanat, hayatın
gerçekliğinden etkilendiği gibi onu etkileyerek sürdürür varlığını ve dönüşümü.
Bu nedenle iktidarların, devletlerin hedefindedir.
Başlangıcında bilimsel bir buluş olarak icat edilen sinema, ustalarının, sanat sihirbazlarının eliyle en yaygın ve etkili bir sanat alanına dönüşmüştü. Sinema, sanat olduğu kadar en yaygın, geniş yığınları sarmalayıp etkileyebilen, sosyalleştiren bir kitle iletişim aracıdır da aynı zamanda.
ORTAK
ETKİLEŞİM
Film izlemek
için sinema salonuna gitmek evden çıkmayı gerektirir. Bu sosyalleşmenin ilk
adımıdır. Salona girene, film başlayana kadar hayatla, insanlarla bağ kurulur.
Bir salonda o kadar insanın bir araya gelmesi, hayattan beyazperdeye yansıyan
düşsel ya da gerçekçi bir filmi, yönetmenin dünyasını izlemeleri, ortak
etkileşime girmeleri sinema sanatının toplumla girdiği etkileşimin
sağlanmasıdır.
“Sinema
insanların tutumlarını, davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilmekte,
kamuoyu oluşturabilmekte ve modalar yaratabilmektedir. Bu nedenle sinema egemen
sınıfın düşüncelerinin aktarılmasının bir aracısı olduğu kadar, muhalif
olanlarında muhalifliklerini ifade ettikleri önemli bir araçtır.” (Ertan
Yılmaz, 1968 ve Sinema, Kitle Yayınları).
Sanat ve
kitle iletişim araçları aynı zamanda her türden iktidar ve muhalefetin mücadele
ettiği alanlar olarak da var olur. Sinemanın ekonomik, ideolojik ve estetik
olarak üç temel işlevi olduğu düşünüldüğünde bu işlevlerin ana akım ve muhalif
sinemaların yapısını/içeriğini belirlediğini söyleyebiliriz. Statükocu teoriler
iktidarın, eleştirel kuramlar muhalefetin yol göstericiliğini yapar.
SİNEMA VE
SİYASET
Sinemanın
siyasetle ilişkisi sinemanın ortaya çıkışıyla başlar. Siyasal olan hayatın her
yönüne içkin olduğundan sinemaya da içkindir. Siyasetin olmadığı bir alan
yoktur. Yaşayarak oluşturduğumuz kültür, ahlâk gibi değer sistemleri hep
siyasal olanla ilişkili olmuştur. Bu durum sanat alanı için de geçerlidir.
Sanat yapıtlarının da bir seçim olarak ‘siyasi’ olanları gibi, sanatçının
seçiminden öte, siyasal yanları vardır. Sanatçının, bilinçli ya da bilinçdışı
olarak, yapıtlarında siyasal bakışını yansıttığını söyleyebiliriz. Bu yüzden,
siyaset sanata içkindir. Siyasal olan bir sözden, ufak bir ayrıntıdan tutun da
filmin bütününü kapsayacak şekilde filme girebilir. Siyasal olan yalnızca
filmde izlediklerimizle ilgili değildir.
Egemen
ideolojinin kitleleri yönlendirme işlevi gören egemen/ana akım sinema bunu fark
ettirmeden yapmayı seçtiğinden, siyasetle ilişkisi de dolaylıdır.
60’lı, 70’li
yıllarda halkla sağlam bağlar kuran sinema ve edebiyat, geniş yığınların
desteğini de alabiliyordu. 12 Eylül, sanatın kitle bağlarını kopartma yönünde
de insanlık dışı yöntemlerle saldırmış, baskılar uygulamıştı. Sonrasında da
sanat, sinemasıyla, edebiyatıyla, müzik, heykel, resim gibi alanlarıyla
iktidarların saldırısına hep uğradı. Kitle iletişim işlevi de gören sanatın
kitleleri etkileme, dönüştürme gücü her türden iktidarın korkulu rüyası oldu. Devletin
Grup Yorum’a yönelik dinmeyen öfkesinin, saldırısının nedeni budur. Şehir
Tiyatroları’nda sahnelenen Zengin Mutfağı oyununa gösterilen tahammülsüzlük
bundandır.
SANAT DÜNYAYI
SORGULAR
1980’li
yıllarda tek kutuplu dünyayla oluşan yenidünya düzeniyle (ülkemizde de 12 Eylül
darbesiyle) özgürlükçü, devrimci muhalif güçlerin yenilgisiyle sonuçlanan
süreçte baskıcı, otoriter ve muhafazakâr iktidarlar egemen olurlar. Neoliberal
söylemlerle, iktidar olsalar da muhafazakâr tabanlara yaslanırlar. Bu güçler
kitle iletişim araçlarını da sıkı kontrol ve denetim altında tutarak egemen
ideolojinin desteklenmesini sağlarlar. Bu yönlendirme bireyin edilgen, apolitik
olması yönünde de kullanılır. Sanat alanlarında da ana akım ürünler
desteklenerek eleştirel/muhalif ürünlerin önü kesilir. İktidarlar var olduğu
anın meşruluğunu sağlamak ya da iktidarlarını var eden geçmişin algılarını,
belleğini unutturma yolunu seçerler; muhalif güçlere düşense bu unutturmayı
reddedip toplumsal bilinci ve belleği diri tutmak unutturmamaya yönelmektir.
Toplumsal bilinci oluşturan temel, toplumsal bellektir.
İktidarlar
hayatın her alanında olduğu gibi kültür alanında da ideolojik egemenliğini
oluşturmak, yeniden üretmek için sanatı ve kitle iletişim araçlarını
kullanırlar. Sinema da hem sanat olarak hem de yaygın/etkili bir kitle iletişim
aracı olarak, egemen ve muhalif ideolojiler açısından toplumların kültürel
yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Muhalif sanat dünyayı, içinde yaşadığı
toplumu, her anlamda iktidarı sorgular. Yalnızca sorgulamayla yetinmeyip
dönüştürmeyi de önerebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder