18 Mart 2020 Çarşamba

KİTLE İLETİŞİM ARACI OLARAK SİNEMA


Telefon, televizyon, bilgisayar, internet, CD-DVD göstericiler ‘psikopati’ ve yalnızlaşma çağının da başlatıcıları olur. Bilgisayarın ve internetin her eve girmesiyle (günümüzde neredeyse evdeki birey sayısı kadar çoğalmasıyla), bir dönem önemli ihtiyaç olarak yaygınlaşan telefon ve televizyon kısa sürede demode olur. Yeni alışkanlıkları kullanıcılarını diğer insanlarla yüz yüze gelmek, telefonda ses duymak istemez hale getirir. Her türlü ‘iletişim’ için bir bilgisayar ve internet yeterlidir. Mektubunuzu, mesajınızı internet üzerinden yazabilir, görüşmelerinizi yapabilirsiniz. Evlere girmeyen gazete, bilgisayar üzerinden okunur. Bu ‘yeni durum’la masa-bilgisayar başına kilitlenen birey artık protestosunu da, başsağlığı-cenaze ritüelini de, doğum günü kutlamasını da internet üzerinden yapabiliyordur.
Bütün dallarıyla sanat, günümüzde insan kalabilmenin biricik aracı olarak sürdürür varlığını. Sanat hayattı ve buluşturuyor, birleştiriyordu insanları. Halkların, insanların kardeşlik bahçesine dönüştürüyordu hayatı. Sanat, hayatın gerçekliğinden etkilendiği gibi onu etkileyerek sürdürür varlığını ve dönüşümü. Bu nedenle iktidarların, devletlerin hedefindedir.

Başlangıcında bilimsel bir buluş olarak icat edilen sinema, ustalarının, sanat sihirbazlarının eliyle en yaygın ve etkili bir sanat alanına dönüşmüştü. Sinema, sanat olduğu kadar en yaygın, geniş yığınları sarmalayıp etkileyebilen, sosyalleştiren bir kitle iletişim aracıdır da aynı zamanda.
ORTAK ETKİLEŞİM
Film izlemek için sinema salonuna gitmek evden çıkmayı gerektirir. Bu sosyalleşmenin ilk adımıdır. Salona girene, film başlayana kadar hayatla, insanlarla bağ kurulur. Bir salonda o kadar insanın bir araya gelmesi, hayattan beyazperdeye yansıyan düşsel ya da gerçekçi bir filmi, yönetmenin dünyasını izlemeleri, ortak etkileşime girmeleri sinema sanatının toplumla girdiği etkileşimin sağlanmasıdır.
“Sinema insanların tutumlarını, davranışlarını ve düşüncelerini değiştirebilmekte, kamuoyu oluşturabilmekte ve modalar yaratabilmektedir. Bu nedenle sinema egemen sınıfın düşüncelerinin aktarılmasının bir aracısı olduğu kadar, muhalif olanlarında muhalifliklerini ifade ettikleri önemli bir araçtır.” (Ertan Yılmaz, 1968 ve Sinema, Kitle Yayınları).
Sanat ve kitle iletişim araçları aynı zamanda her türden iktidar ve muhalefetin mücadele ettiği alanlar olarak da var olur. Sinemanın ekonomik, ideolojik ve estetik olarak üç temel işlevi olduğu düşünüldüğünde bu işlevlerin ana akım ve muhalif sinemaların yapısını/içeriğini belirlediğini söyleyebiliriz. Statükocu teoriler iktidarın, eleştirel kuramlar muhalefetin yol göstericiliğini yapar.
SİNEMA VE SİYASET
Sinemanın siyasetle ilişkisi sinemanın ortaya çıkışıyla başlar. Siyasal olan hayatın her yönüne içkin olduğundan sinemaya da içkindir. Siyasetin olmadığı bir alan yoktur. Yaşayarak oluşturduğumuz kültür, ahlâk gibi değer sistemleri hep siyasal olanla ilişkili olmuştur. Bu durum sanat alanı için de geçerlidir. Sanat yapıtlarının da bir seçim olarak ‘siyasi’ olanları gibi, sanatçının seçiminden öte, siyasal yanları vardır. Sanatçının, bilinçli ya da bilinçdışı olarak, yapıtlarında siyasal bakışını yansıttığını söyleyebiliriz. Bu yüzden, siyaset sanata içkindir. Siyasal olan bir sözden, ufak bir ayrıntıdan tutun da filmin bütününü kapsayacak şekilde filme girebilir. Siyasal olan yalnızca filmde izlediklerimizle ilgili değildir.
Egemen ideolojinin kitleleri yönlendirme işlevi gören egemen/ana akım sinema bunu fark ettirmeden yapmayı seçtiğinden, siyasetle ilişkisi de dolaylıdır.
60’lı, 70’li yıllarda halkla sağlam bağlar kuran sinema ve edebiyat, geniş yığınların desteğini de alabiliyordu. 12 Eylül, sanatın kitle bağlarını kopartma yönünde de insanlık dışı yöntemlerle saldırmış, baskılar uygulamıştı. Sonrasında da sanat, sinemasıyla, edebiyatıyla, müzik, heykel, resim gibi alanlarıyla iktidarların saldırısına hep uğradı. Kitle iletişim işlevi de gören sanatın kitleleri etkileme, dönüştürme gücü her türden iktidarın korkulu rüyası oldu. Devletin Grup Yorum’a yönelik dinmeyen öfkesinin, saldırısının nedeni budur. Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen Zengin Mutfağı oyununa gösterilen tahammülsüzlük bundandır.
SANAT DÜNYAYI SORGULAR
1980’li yıllarda tek kutuplu dünyayla oluşan yenidünya düzeniyle (ülkemizde de 12 Eylül darbesiyle) özgürlükçü, devrimci muhalif güçlerin yenilgisiyle sonuçlanan süreçte baskıcı, otoriter ve muhafazakâr iktidarlar egemen olurlar. Neoliberal söylemlerle, iktidar olsalar da muhafazakâr tabanlara yaslanırlar. Bu güçler kitle iletişim araçlarını da sıkı kontrol ve denetim altında tutarak egemen ideolojinin desteklenmesini sağlarlar. Bu yönlendirme bireyin edilgen, apolitik olması yönünde de kullanılır. Sanat alanlarında da ana akım ürünler desteklenerek eleştirel/muhalif ürünlerin önü kesilir. İktidarlar var olduğu anın meşruluğunu sağlamak ya da iktidarlarını var eden geçmişin algılarını, belleğini unutturma yolunu seçerler; muhalif güçlere düşense bu unutturmayı reddedip toplumsal bilinci ve belleği diri tutmak unutturmamaya yönelmektir. Toplumsal bilinci oluşturan temel, toplumsal bellektir.
İktidarlar hayatın her alanında olduğu gibi kültür alanında da ideolojik egemenliğini oluşturmak, yeniden üretmek için sanatı ve kitle iletişim araçlarını kullanırlar. Sinema da hem sanat olarak hem de yaygın/etkili bir kitle iletişim aracı olarak, egemen ve muhalif ideolojiler açısından toplumların kültürel yaşamlarında önemli bir yere sahiptir. Muhalif sanat dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, her anlamda iktidarı sorgular. Yalnızca sorgulamayla yetinmeyip dönüştürmeyi de önerebilirler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder