18 Mart 2020 Çarşamba

SİNEMA KADINI, KADIN KİMLİĞİNİ KEŞFEDİYORDU


12 Eylül’ün yarattığı ortamda, bir yanda yalnızlaşan birey, yoksullaşan kitleler diğer yanda gittikçe zenginleşen rantiyeci bir kesim oluşur. Tüketim çılgınlığının reklâmlarla, medya marifetiyle, renkli vitrinler, ışıltılı tabelalarla kışkırtılması, “Avrupa’yla boy ölçüşen gelişen Türkiye” imajıyla sunuluyordu. 1980 darbesinin yarattığı korku ve paranoya ortamında susturulan, kimliksizleştirilen birey ve kitleler, Özal yönetimine sunulanı tereddütsüz kabullenir biçimde devredilmiştir.

1980 öncesi çeşitli nedenlerle bastırılmış istekler, açığa çıkmak için bir boşluk alanı yakalar bu ortamda. ‘80 öncesi tek kutuplu ‘muhalif cephe’ içinde var olamayan renkler de bu ortamda ortaya çıkabiliyordu. Feminist, eşcinsel, çevreci ve yeşil hareket, sol/sosyalist muhalefetin susturulduğu, baskı altına alındığı zeminde ortaya çıkabilme, sesini duyurabilme olanağı yakalar.
 ARAYIŞLAR
Oluşan bu baskı ve boşluk ortamında sinema da farklı arayışlara yönelir. Bu yönelim o günün koşullarına uygun olarak bireyin sorunlarına, iç yolculuğuna, bastırılmış duygulara ve kadın sorununa iter yönetmenleri. O günün haber dergilerinin kapaklarına, ana dosyalarına yansıyan haberler sinemada karşılığını bulur. ‘80 sonrası boşluğunda sistemin ‘farklı ve marjinal’ dergilerine, edebiyat ürünlerine yansıyan ‘marjinal’ konulardır bunlar. Bu temalar sinemada bireyin bunalımı, çıkışsızlığı, iç yolculuğu, eşcinsellerin ve kadının sorunu, toplum içindeki durumu, bu sorunların sorgulanması olarak işlenir.
12 Eylül darbesinin kıyıma uğrattığı, uzun yıllar toparlanamayacak denli ezdiği, hırpaladığı sosyalistlerin çekildiği alanlarda, daha çok 1980 öncesinin sol örgütlerinden kopan bireylerin oluşturduğu ‘yeni muhalifler’ boy gösteriyordu. 1980’lerin en güçlü akımı feminizm/kadın hareketiydi ve sinemaya yansıması da gecikmedi.
1980 sonrasının arayışları içinde bireyin sorunlarına yönelen filmlerin yanı sıra, ‘kadın filmleri’ olarak tanımlanan filmler de önemli bir yer tutar. Kadın filmlerinin en önemli ismi ise, her döneme uygun filmler yapan ve kendisini sürekli yenileyerek üretimini sürdüren Atıf Yılmaz’dır. Erkek egemen sistem içindeki kadının ayakta kalabilme mücadelesi, toplumsal baskılara direnmesi, kadın olmaktan kaynaklanan sorunları Atıf Yılmaz filmleriyle ‘erkek egemen sinema’ içinde beyaz perdeye yansır. Yeşilçam sinemasının egemen anlayışında ‘hizaya getirilen’, toplumsal hayattaki belirlenmiş rolü pekiştirilen, itaat eden, cinselliğinden arındırılmış kadın, Atıf Yılmaz filmlerinde var olan kurulu ve dayatılan sistemi onaylayan, payına düşeni alan kadın olmaktan çıkar. Üreten ve düşünen kadın karakterler tek boyutlu değildir, tabuları yıkar. İyi kadın, kötü kadın ya da birer melek olan tek boyutlu kadın anlayışının dışında cinselliğini de yaşayan, iyi ve kötüyü de taşıyan ve yansıtan, baş kaldıran kadın karakterler işlenir Atıf Yılmaz filmlerinde.
İlk dönemini Aşk Istıraptır, Hıçkırık, Kadın Severse gibi melodramlarla, roman uyarlamalarıyla değerlendiren Atıf Yılmaz, aralarında Gelinin Muradı (1957), Ala Geyik (1959), Keşanlı Ali Destanı (1964), Murat’ın Türküsü (1965), Ah Güzel İstanbul (1966), Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) gibi önemli filmlerin de yer aldığı melodramdan komediye, köy sorunlarına kadar birçok türde filmler üretir.
Mine (1982) filmiyle başlayan Seni Seviyorum (1983), Bir Yudum Sevgi (1984), Dağınık Yatak (1984), Adı Vasfiye (1985), Dul Bir Kadın (1985), Asiye Nasıl Kurtulur (1986), Aaahhh Belinda (1986), Kadının Adı Yok (1987), Hayallerim, Aşkım ve Sen (1987), Ölü Bir Deniz (1989), Düş Gezginleri (1992) ile sürdürdüğü kadın filmleriyle, ‘birey olarak kadın’ın arayışlarına yönelir. Bu da Atıf Yılmaz’ın son döneminde “kadın filmleri yönetmeni” olarak anılmasına neden olur. Bu filmlerde tabuları, önyargıları zorlayan, sınırlarda dolaşan öyküleriyle, kadının kimlik arayışındaki mücadelesini, toplumsal ve politik süreçte yaşanan dönüşümleri anlatarak, kadının dayatılan rolü içinde kıstırılmışlığını, ikiyüzlü ahlak anlayışını sorgular.
Yeşilçam melodramlarında daha çok dayatılan rolü kabullenmesi, başkaldırmaması, sistemle uyumlu olması, toplumsal organizasyonlarda, iş ve aile örgütlenmesi içinde hiyerarşiye itaat etmesi öğütlenen kadın, Atıf Yılmaz’ın “kadın filmleri”nde kimliğini sorgular, itiraz eder, başkaldırır, kendi seçimlerini yaşar.


https://www.medyafaresi.com/

MÜJDE AR
ATIF Yılmaz’ın yıldızı da Müjde Ar’dır. Müjde Ar, Yeşilçam filmlerinde kadını cinsel nesne olmaktan çıkarıp kendi kimliğinin, cinselliğinin öznesine dönüştürür; bu yöndeki değişimin öncüsü olur.
Sinemamızdaki ‘Müjde Ar devrimi’ni Atıf Yılmaz filmlerinden önce Ömer Kavur’un “Ah Güzel İstanbul”uyla başlatmak yanlış olmaz. Sinemanın ‘kurallı sultanı’ Türkan Şoray da bu filmden sonra “Sen cesaret etmeseydin biz de edemezdik. Biz de seninle gördük bir şeyin ucuzlatmadan, bayağılaşmadan olabileceğini” der, Mine filminden başlayarak kurallarını yıkan, yok eden bir değişim içine girer. Öpüşmeyen sultan, filmlerinde öpüşmeye, sevişmeye başlar. Müjde Ar devriminin açtığı kapı ve gösterdiği cinselliğin de hayata ve sevgiye dâhil/dair olduğu gerçekliği sinemanın kurallarını, tabularını yıkma yolunun da kapılarını açar. Katı kuralları olan Türkan Şoray’ı da sinemayı-sinemacıyı da değiştirir. Sinemadaki erkek egemen bakışta/yaklaşımda önemli bir kırılma yaşanır. Kadını alınıp satılan bir mal gibi gören, sadece erkeğin gösterebileceği kadar sevgiyle, sahiplenmeyle sulanan bir çiçek gibi gören anlayış MüjdeAr filmlerinde mahkûm edilir. Kadın sorunlarının, kadının insan/birey olarak sorunlarının sinemaya yansımasının, görünür kılınıp gündeme getirilmesinin ötesinde bir adımdır yapılan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder